DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Bizimki de Aşk Hikâyesi / Berrin Karapınar

 

Kim demiş fakir genç zengin kıza âşık olmaz diye? Ama benim niyetim âşık olmak değil, pencere gülünü tenhalarda kıstırmaktı.

Sokağıma taşınalı bir hafta olmuştu, sahibinin kucağında ilk gördüğümde içim gitmişti. Ah bir yere inseydi ben ona yan gözle küçümseyerek bakmanın ne demek olduğunu sorardım. Çok da güzeldi bembeyaz uzun tüyleri kocaman yeşil gözleri içimi gıcıklamıştı.

Yine camdan bakıyordu, benim onu seyrettiğimin farkında olsa da ikide bir bakıp başını çeviriyordu. Hele o yalanması yok mu beni deli ediyor neredeyse penceresine tırmanma raddesine kadar getiriyordu.

Sahibinin ona prenses diye seslendiğini duyduğumda ismini de öğrenmiş oldum. Pamuk prensesim benim…

Yanıma gelen arkadaşıma kızgın gözlerle baktım “Vay be fıstığa bak” deyince pençemin tadına da baktı.

“Ne pençeledin len durup dururken”

Sinirlenmiştim, sırtımı kabarttım tıslayarak konuştum “O benim olacak, bu sokaktaki hiçbir kedi ona asılmayacak”

“Sen bence patilerini yalamaya başlarsan iyi olur sarman, sosyete kızı bizim gibi sokak kedilerine pas vermez”

“Bana bak Karaoğlan sen işine bak, benim alanıma girme yeter”

Karnım acıkmıştı, bu sıralarda doğru dürüst yemek artığı atan da yoktu. Bana devamlı mama veren adam da nerede kalmıştı.

Çöp tenekesinin üzerine çıktım, ah be kardeşim hayatta çok zordu. Yemeğime ortak olmaya çalışan tekiri kovaladım.

Ben tekiri kovalarken, başka açıkgöz yemeğimi alıp kaçtı. Bu gün de aç kalmıştık, aşağı sokağın çöplerinde bir şeyler bulur muydum acaba… Yok ya şimdi dünya kadar yol git, oranın sahibiyle kavga et.

Ay ay bakkal amca bakkal amca… Gideyim de biraz sırnaşayım şu adama, keyfi yerindeyse bir parça salam veya sosis atardı. Keyfi yerinde değilse de okkalı bir tekme…

Bir lokma yemek için ne hallere giriyordum, insanoğlunun maskarası olmaktan nefret etsem de güç onların elindeydi.

Karısıyla kavga etmemiş olduğunu umarak yavaşça yanına yanaştım… “Miyavvvvv” yok adamda tık yok “Eeee miyavvv” Bacaklarına mı sürünsem ne…

Yok belli olmuştu bu gün karnımızı doyuramayacaktık, ah güneş de ısıtmaya başlamış, zamanı uykuyla geçirmek için pamuk prensesimin camının karşısındaki duvarın üstüne yayılma zamanım gelmişti.

Başımı ellerimin üzerine koydum. Yuh tam keyif yapacakken başıma gelene bak, alt bahçenin köpeği canavar Karakafa bana havlayıp duruyordu.

“Len oğlum burada uyuyorum ne istiyorsun benden!?”

“Ben de bilmiyorum len, ne zaman sizin cinsi görsem içimden havlamak kovalamak geçiyor. Genlerimden olsa gerek.”

“Hay ben senin genlerinin içine edeyim” diyerek koşmaya başladım, bir taraftan da cama bakıyordum, haspam benim halime gülüyor muydu ne. Patisini ağzına götürmüş öylece bize bakıyordu, tabi bakardı oh haspam evin güvenliğinde keyif çatarken bizim sokaklarda can korkusundan kıçımız üç buçuk atıyordu.

Arkama baktım canavar Karakafa hala peşimdeydi. “Len daha geçmedi mi genlerinin manyaklığı, yoruldum”

Yok, onun içgüdüsünü daha fazla pohpohlayamayacaktım… Yüksek ağaç buldum üzerine tırmandım, kalbim koşturmaktan küt küt atıyordu. Aşağı seslendim, patilerini ağacın gövdesine dayamış havlayıp duruyordu köpek oğlu köpek.

Şu dalı sallasam elma kafasına düşer miydi acaba. Denemesi bedavaydı patimle birkaç kez ittiriverdim, olay tam isabet burnunun ucuna gelmişti. Kıy kıy yapıp duruyordu…

“Acıdı mı canavar Karakafa, inan isteyerek olmadı. Senin şu genlerin olmasaydı başına elma düşmeyecekti”

Kötü kötü baktı “Kızma yakışıklı Canavar Karakafa, bak kim geliyor” Ha ha tam zamanında mahallemizin tek dişi köpeği fingirdek arzı endam etmişti.

Karakafa’nin her zamanki gibi koca dili dışarı çıkmış, burnunun acısını unutarak peşine takılmıştı. Huriye alt mahallenin erkek köpeklerini de peşine takarak gelmiş, güzelliğinden emin tavırlar içinde bizim Karakafa’ye pas vermiyordu. Zaten pas vermediği bir Karakafa kalmıştı…

Beni sadece kovalayıp zarar vermediği için ona vefa borcumu ödemeliydim. Köpeklere seslendim

“Köpekseniz gelir beni yakalarsınız düdükler” Of içlerinden biri çok iriydi, başımı belaya sokmuştum… Köpek soyları hepsi birden benim peşime düşmüşlerdi “Bu iyiliğimi unutma canavar Karakafa” diye cırlayarak son hızımla koşmaya başladım.

Önüme çıkan insan duvarına tosladığımda son duamı etmeye başladım. “Tanrım prensesime kavuşmadan ölmeme izin verme nolurrrrrrr”

Mucize benim yemek ağacım gelmişti, bu adamı seviyordum, seviyordum seviyordummmmm…

“Yine başını belaya sokmuşsun tırmık efendi” Tırmık evet bana koyduğu isim buydu Tırmık… ıyyy ne basit bir isim. İnsan kedilerine ne isimler buluyor, mesela benimki de prens olabilirdi.

Ne yapalım karnımı doyuran kişinin koyduğu isme itiraz etmemin anlamı yoktu. Bu arada korkunç köpekler kaçmıştı…

“Yürü bakalım sana mama aldım”

Tekrar evime kavuştuğuma çok sevinerek hoplaya zıplaya peşine takıldım, tabi prensesimin camının önünden geçerken ben Metin’in önüne geçtim o beni takip edermiş gibi hava yaratmaya çalıştım. Camı geçince yine hoplayıp zıplamaya başladım…

“Bu kadar şirin olmasan sana bakmazdım Tırmık Efendi”

“Sende bana mama vermesen hoplayıp zıplar mıydım acaba” dedim de tabi beni anlamadı, mama veren adamın isminin Metin olduğunu eve gelen dişilerden duymuştum.

Hele bir tanesine çok sinir oluyordum, resmen kedi düşmanıydı. Eve girdiğimde beni kovalamak için ne yapacağını şaşırıyordu.

Bir gün artık dayanamamış tırmık atmıştım. “Ay bu pis kedi beni tırmaladı, ya o evden gider ya da ben giderim Metin “ Deyince kapıya ben değil o konmuştu, zevkten dört köşe olmuş Metin’in yüzünü yalamıştım.

İşte o günden sonra ismim Tırmık olmuştu. Ah yine benimki cama çıkmıştı, boynunda ne vardı bunun mor kurdele…

Cam açıktı hemen önüne çıktım “Mor kurdelenin ucundaki madalyonun olayım anam” dedim… Şöyle bir baktı “Terbiyesiz sokak kedisi!” deyip başını çevirdi…

Yav iltifat etmiştim bu kız niye beni terslemişti.  Ben senin havanı almaz mıyım kendime kul köle yapmaz mıyım?

Mahallenin değil, bütün semtin dişileri benim peşimdeydi. Saf ırk sarmandım, benden yakışıklısını nerden bulacaktı…

Balkona çıktım, karnım doymuştu, bizim güneşi çok sevdiğimizi düşünenler hata ederlerdi. Sıcağı severdik ama çok güneşten hoşlanmazdık.

Gölge olan tarafa serildim, prenses de yanımda olsaydı o beni, ben onu yalasaydık. Onunla ilgili rüyalara daldım… Metin de balkona çıkmış çevresine bakınıyordu, koltuğa oturunca hemen yanına gittim gıdığımı başımı sevince çok hoşuma gidiyordu.

O anda benimki de sahibesiyle balkona çıktı. “Ne güzel kız bu” Sahibim beninkinin sahibesini beğenmişti… “Bekâr mı acaba?”

“Bekâr… Bekâr” diye söylendim ama beni anlamadı… “Bak Tırmık onun da kedisi varmış”

Ah bilmez miyim, yanıyorum günlerdir… Metin de az değildi hani, tabi kime çekecekti, bana çekmişti…

“Hoş geldiniz mahallemize ben Metin”

“Hoş bulduk ben de Şule”

“Tanıştığıma memnun oldum”

“Ben de..”

“Kahve içiyordum, birlikte bahçede içer miyiz hava evde kapalı kalmayacak kadar güzel”

“Neden olmasın, ben de kendime kahve yapmak üzereydim”

“Kedinizi de getirin, benim kedimle oynarlar”

Yes, yes,yessssssss! Ben bu adama bayılıyordum, rüyalarım gerçek olmak üzereydi. Acaba kokuyor muydum, kendimi baştan ayağa yaladım tüylerim pırıl pırıl oldu işte şimdi hazırdım…

Metin kahveleri yaptı… Yanında hoplayıp zıplıyordum “Seni çapkın dişi kediyi gördün ne yapacağını şaşırdın”

Hah sanki kendi benden farklıydı, parfüm bile sürüp gömleğini değiştirmiş, keyiften ıslık çalıyordu.

“Hadi yürü bakalım dişilerimizi tavlayalım”

Evet tavlayalım… tavlayalımmmm

Koşturarak aşağı indim kanat takmış gibiydim, ilk kez prensesime bu kadar yakın olup onu koklayabilecektim.

İndiğimizde onlar da gelmişti, sahibesinin kucağındaydı. Seslendim başını öte tarafa çevirdi. Ya bıraksana kucağından diye söylenip durdum.

Aşağı indirmek istese de sahibesinin bluzuna asılıyor inmek istemiyordu. Çekingen sevgilim benim, utangaç kızlara da bayılırdım…

Bahçe kanepelerine oturdular hemen ben de yanlarına çıktım…

“Kahve nefis olmuş, elinize sağlık”

“Özel alıyorum”

“Nereden”

“Brezilya’dan çekirdek olarak alıp, taze öğütüp yapıyorum”

“Gerçekten çok güzel olmuş, işiniz nedir?”

“Pilotum, ülkeler arası uçuyorum”

“Ah ne tesadüf bende hostesim, şehirlerarası uçuyorum”

“Şimdiye kadar nasıl fark etmemişim sizi”

“Daha yeni olduğumdan herhalde”

Bizimkiler birbirlerine iltifat edip duruyorlardı, biraz itekleyerek biraz da sahibinin yardımıyla prenses nihayet yere indi.

Peşine düştüm, süzüm süzüm süzülüyor burnu havalarda dolaşıyordu. Yeni dişi kokusu almış olan mahallenin erkek kedileri çevreye toplanmaya başladığında resmen kükredim.

“Parçalarım hepinizi, defolun buradan”

Tekir Osman tısladı, ”Kimi seçerse sana ne oluyor,” Parçalı bulut atıldı “Belki de beni beğenecek”

“Yok olun, toz olun ilk ben gördüm” Ben onun namusunu korurken oh hanımefendi sağı solu kokluyor, çimlerin üstünde yabancı erkeklere orasını burasını gösterecek hareketlerde bulunuyordu. Hemen yanına gittim…

“Hareketlerine dikkat et, başımı belaya sokma benim”

“Sana ne, bana karışamazsın. Hür kadınım”

“Sen sadece benim olacaksın. Havada bulut sen hür kadın olmayı unut”

“Maganda”

“Evet magandayım var mı diyeceğin, kız ilk gördüğümden beri hastayım sana”

“Sahibine söyle veterinere götürsün”

“Bak kızım sahiplerimiz bile anlaştı gel naz etme eyleme. Gönlüm fena kaydı sana”

“Yalancı geçen gün kendi ırkından bir dişiyle koklaşıp duruyordun”

“Bak yanlışın var o ben değildim”

“Hiç de bile, konuştuğum tüm dişiler senden bahsediyorlar. Çok çapkınmışsın, birinden birine hop geçiyormuşsun”

“Bekâr adamın tabi kuyruksallayan dişiye giderim. Hiç birine sana hissettiklerimi hissetmedim Pamuk prensesim gel bir öpeyim seni”

Konuşurken oldukça uzaklaşmıştık, ben her yeri biliyordum yavaştan onu kuytulara çekmeye çalışıyordum…

Bir anda önümüze atlayan köpek ikimizin de ödünü patlattı, hemen prensesi arkama aldım tüylerimi kabarttım tıslamaya başladım.

Bu geçen gün peşimden koşturduğum köpekti “Benimle dalga geçersin ha, sen benim dişimi başkasının almasına neden oldun. Bende senin dişini parçalayacağım”

“İlk önce beni öldürmen gerek” Söylediği söz “Memnuniyetle” Olunca ne yapacağımı şaşırdım, yiğitliğe kaka sürdürmemek amaçlı tüylerimi daha da kabarttım.

Prensesim tam arkamda sinmiş titriyordu “Korkma güzelim ben seni korurum” Hah bu işi nasıl yapacaksam…

Birden rahatladığımı hissettim canavar Karakafa benim sayemde birlikte olduğu, Hayatının aşkı Fingirdek ile birlikte beni korumaya gelmişlerdi.

İki iri korumamı görünce tırsan Badi arkasına bakmadan toz oldu…

“Çok teşekkür ederim de siz gelmeseydiniz de onun hakkından gelirdim” diye boş olsa da böbürlenmekten kendimi alamadım.

Canavar Karakafa güldü “Eminim gelirdin” diyerek sevgilisiyle uzaklaştı.

Ah miniğimin yanına gittim, korkuyla bana yapıştı “Korkma artık sevgilim ben varken hiç korkma” Yaşasın kötü olay muhteşem olmuştu. Gönlümce koklamaya başladım gerçekten prensesti onun için canımı verirdim.

Birlikte koştuk, ağaçlara tırmandık… Çimlerde yuvarlandık “Hadi prenses gidiyoruz” diyen sesle kendimize geldik.

İkimiz de birbirimizden ayrılamıyorduk, biraz daha otursalar ne olurdu sanki. Yukarı çıkar çıkmaz camın önüne gittim. O da cama geldi… Balkona gel diye işaret ettim…

“Bir daha ne zaman dışarı çıkarsın?”

“Bilmiyorum, sahibem tek başıma asla sokağa bırakmıyor”

“Bensiz zaten çıkma, gördün diğer erkekleri seni bir lokmada kaparlar”

“Çıkmam Tırmık”

Yanıma gelen sahibim başımı okşadı “Hınzır kızı elde ettin bakıyorum”

Kaçar mı benden, sende bak benden ders al. Sahibim dalgındı karşı evden gözünü alamıyordu, Şule de balkona çıktı.

“Uçuşun ne zaman”

“Yarın sabah Antalya’ya uçuşum var, ya senin?”

“Yarın gece Amerika’ya uçuyorum.  Gelince benimle yemeğe çıkmak ister misin?”

“Olabilir, telefonlaşırız.”

Sahibime baktım, bir de karşı evin sahibesine âşık mı oluyorlardı ne. Ah ne güzel olurdu, aynı evde yaşardık. Boy boy bebeklerimiz olurdu…

Sahibim giderken beni evden dışarı postalamayı adet haline getirmişti. Yine sokaklardaydım, benimki de camdan ayrılmıyordu. Ben de tam karşısında duvarda pinekleyip duruyordum…

Havalar da iyice soğumaya başlamıştı, Ne olduysa oldu prensesin sahibesi üç dört günden beri ortalarda görünmüyordu.

Aç mısın diye seslendim, olmadığını mamasını idareli yediğini söyledi. Birkaç gün daha geçti ben çöpten, bakkaldan karnımı doyururken sevdiğimin aç kalma ihtimaline dayanamıyordum.

İki gün daha geçti, prensesim camın kenarında devamlı uyumaya başlamıştı. Başını halsizce kaldırıyor sonra yine uyumaya dalıyordu. Açtı, susuz kalmıştı nasıl yemek götürebilirdim, birkaç insanı yoldan çevirip ona bakmaları için uyarmaya çalışsam da hiç kimse halimi anlamıyordu.

Sabah çok erken camları açılınca sevincimden ne yapacağımı şaşırdım. Yemek yiyebilecekti, yaşlı bir kadın ensesinden tuttuğu prensesimi kapıya fırlattı…

Prenses öylece yerde yatıyor, halsizlikten patisini bile oynatamıyordu. Miyavlayınca kadın tekme atmaya çalıştı bacağına saldırdım derin tırmık attım kadın korkuyla içeri kaçtı.

Acımasız insan kımıldamaya bile hali olmayan prensesimi tekmelemeye çalışıyordu. Burnumla dürttüm. Yağmur yağmaya başlamıştı, koşturarak bakkala gittim biraz hoplama zıplama sonrası iki dilim salamı kaptım.

Prensesim yavaştan da olsa yemeğe başlayınca çok sevindim. “Hadi kalk yağmurda ıslanacaksın, sahiben nerede”

“Bilmiyorum, gelen kadını da tanımıyorum. Çıkmak istemeyince bana vurdu, ya senin sahibin”

“Benimki de geç kaldı, hadi gel korunmalıyız”

“Korkuyorum, ben hiç dışarıda kalmadım”

“Yanında ben varım, korkma seni korurum” Eski boş evin içine götürdüm, gece hava iyice soğumuştu. Prensesim benim gibi sokaklara, soğuğa alışık değildi. Gece resmen titremeye başladı, hemen yanına yattım sıcaklığımla onu korumaya çalışıyordum.

Sabah gözümüzü açtığımızda gecenin ayazından sonra yağan karla karşılaştık. Prenses sevinmişti “Ben hiç karda dolaşmadım”

“Eh şimdi bol bol dolaşırsın” deyip güldüm, hasta olmasaydı bari…

İlk kez dışarıda olduğundan her şey ona değişik geliyordu “Karnım acıktı benim”

Çöpe doğru yürümeye başladım “Çöpten mi yemek yiyeceğiz” İğrenerek bakıyordu…

“Başka çaremiz yok güzelim, insanoğlu müsrifçe yemeklerini çöpe atar da bir kap içinde kapısının önüne bırakmayı akıl etmez. Onları Allah yarattıysa bizi de yarattı, çok az insan bizlere yardım eder. Bu yüzden yaşamak için güçlü olmalıyız. Sen bu günlük çöpe girme, sonrasında öğrenmen gerek başıma bir şey gelirse aç kalmamalısın”

“Korkutma beni, niye başına bir şey gelsin”

“Arabalar son hız geçer, çocuklar hatta büyükler tekmelerler, taş atarlar. Her tür tehlikeye açığız daha çokta insanoğlunun acımasız olanları bizlere eziyet etmekten çok hoşlanırlar”

“Ben tek sahibemi tanıdım, hep sevgi gördüm”

“Seninki de, benimki de belki bir gün çıkar gelirler”

Hem konuşup hem çöpleri eşelerken bulduğum ufak tavuk parçasını alıp önüne attım. Bir parçada benim için var mıydı acaba… Yoktu dışarı atladım patilerimi yalamaya başladım…

“Sende ye”

“Ben çöpün içindeyken yedim, sen doyur karnını zaten bir lokma”

Kar gittikçe daha fazla yağıyordu, eğlence zamanı çabuk bitmiş donma kısmına geçmiştik. Eski eve gittiğimizde içerisi başıboş köpek arkadaşlarla kaynıyordu. Bizi görünce hırladılar, kuyruğumuzu kıstırıp ayrılmaktan başka çaremiz yoktu…

Sizden evvel burası bizimdi deme hakkımız bile yoktu çünkü onlar bizden büyüklerdi. Yine çatı altı buldum, sadece üstümüzü koruyordu her taraf açıktı. Kürklerimiz olmasa donmamız işten bile değildi. Gece uyandım prensesim çok fazla sıcaktı. Dürtükledim, uyanmadı.

Patilerimle biraz karı üzerine attırdım. Sonra yalamaya başladım nerdeyse gün ağarırken kendine gelmeye başladı.

“Of korkuttun beni”

“Üzgünüm, alışık olmadığımdan hastalandım herhalde, sana da yük oldum”

Aslında günlerin verdiği açlıktan hasta olduğunu anlamıştım, yiyeceğe şiddetle ihtiyacımız vardı. Kımıldamamasını söyleyip koşarak bakkala gittim bu gün bakkal kızgındı ne yaptıysam yemek vermedi. Daha önceleri gittiğim evlerin kapısında bağırdım çağırdım kimselerin umurunda olmadı…

Bunlar ne biçim insanlardı kar lapa lapa yağarken dışarıda kalan bizleri niye bir nebze olsun düşünmüyorlardı. Hadi yazın şu veya bu şekilde yiyecek bulabiliyorduk o zaman bile güneşin en kızgın olduğu zamanlarda bir kap su koymaya üşeniyorlardı.

Öldüğümüz zaman aman nasılsa hayvandı deyip arkalarına bile bakmıyorlardı. Kabul ben erkek kediydim ama dişi kedilerin çektikleri inanılmazdı…

İnsanoğlu yavrusu öldüğünde dişilerimizin nasıl yas tutup günlerce yavrularına seslendiklerini bir kez duymuş olsalar belki insafa gelirlerdi.

Bize hayvan diyorlardı, aslında canavar olan insanoğluydu. Hiçbir hayvan yiyeceğinden fazlasını öldürmezdi ama insanlar öyle miydi hem birbirlerini hem de ihtiyaçtan fazla hayvan ölümüne sebep olurlardı.

Zevk için avlayan tek canlı insanlardı… Vahşi olduklarını bilsek de, içlerinde sevgi dolu kalbi olan insanların korumasına sığınmaya çalışıyorduk…

Başka çaremiz yoktu… Bunları düşünürken yanımdan geçen yaşlı teyzenin peşine takıldım, sevimli bakıyordu…

“Ah yazık sana, aç kaldın değil mi?” Miyavladım, zıpladım hopladım bir tas yemek koyduğunda neredeyse bir takla atmadığım kalmıştı. Ana pırasa a be teyze pırasa yediğimiz nerede görülmüş, yine aç kalmıştık. Teyze arkamdan bağırıyordu “Nankör kedi mis gibi pırasama burun kıvırdı”

Koşarak prensesimin yanına gittiğimde erkek kediler tarafından çevrilmiş buldum, köşeye sinmiş titriyor bağırıyordu.

Kendimi deli dibi aralarına attım, tırmık, pençe ısırma, Allah yarattı demedim kavga dövüş sonrası oldukça hırpalansam da uzaklaşmalarını sağladım. Halsiz düşmüştüm yere uzandım birkaç yerimden kötü tırmıklanmıştım canım acıyordu.

Prensesim yanıma geldi yaralarımı yalamaya başladı. Bizlerin dilimizde kendi kendimizi tedavi edecek sıvılar oluşuyordu. Allah kendi tedavimizi kendimizin yapması için özellikli yaratmıştı.

Bir süre sonra acılarımın azaldığını hissettim, uyumam gerekiyordu “Üzgünüm yemek bulamadım” Yanıma uzandı…

“Sen iyisin ya… Yarın buluruz”

İkimizde sarmaş dolaş uyumuşuz, bağrışa gözlerimi açtım tüylerim dikenlenmişti… Hemen ayağa fırladım…

Prensese bakındım uyku sersemiydim, birden yerden havalandım…

“Neredeydin be tırmık aramadığımız yer kalmadı” diyen benim hayırsız sahibim Metin’di, sevincimden ne yapacağımı şaşırmış haldeydim…

Prensesim, prensesim neredeydi… Bağırmaya başladım en sonunda sesi çıktı, sahibimin arabasında kendi sahibesinin kucağında sarmaş dolaş oturur görünce içim rahatladı…

Metin arabaya bindi beni kucağında tuttu “Of hallerine bak ikisi de mahvolmuşlar. İlk veterinere gidelim, Tırmık oldukça yaralı”

“Prenseste çok zayıflamış, hain kadın ben kediye bak dedim o evden atmış. Hayvan düşmanı bunlar, ne zararları var gariplerin.”

“Aslında hata bizde kar erken bastırdı, sende ayağını kırınca eve gelememişsin. Bana da üst üste uçuş yazmışlar. Bundan sonra sahipsiz bırakmayacağım Tırmık Efendiyi”

“Ben de prensesimi, o cani kadına sırf prensese değil Tırmık için de dışarı mama koymasını söylemiştim. Sen uçuşlarım uzadı dediğinde aç kalacağı aklıma gelmişti”

“Şule”

“Efendim”

“Kedilerimiz bile birbirine âşık oldu, benimle evlenmeye ne dersin?”

İşte karlı bir kış günü kaderimiz yazıldı, bu evlenme teklifinden sonra aynı teklifi bende prensesime yaptım.

Üç ay sonra hem sahiplerimiz, hem de biz evlendik. Ah keşke resmimizi size gösterebilseydim. Damat gibi boynuma papyon taktılar, prensesiminde boynuna tülden fular bağladılar çok güzel oldu…

Senesine hem bizim hem de sahiplerimizin bebeği oldu… Evden, evin bahçesinden dışarı çıkmıyorduk. Mutluyduk kar yağdığında mama kabımı, yaz geldiğinde su kabımı kapıya itiyordum…

Sahiplerimiz hemen anlıyor kapımızın dışındaki kapları yemeksiz susuz bırakmıyorlardı…

 SON

Okuyanlara sevgiler saygılar… Birden aklıma gelen hikâyeyi sizlerle paylaşmak istedim…

Lütfen hayvanlara eziyet edenleri uyaralım… Evdeki yemekleri çöpe atmayıp onların ulaşabileceği yerlere bırakalım. Ülkemizde dünya kadar ekmek ziyan oluyor biraz ıslatarak kuşlara verelim. Ve özellikle yazın sokağa su koymayı unutmayalım…

 

 

 

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 2 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları