DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Hayaliyyun-Hakikiyyun Tartışmaları İçinde Beşir Fuad / Hüseyin Saraç

GİRİŞ

BEŞİR FUAD’IN YETİŞTİĞİ SOSYAL, SİYASİ VE EDEBİ ORTAM

Avrupa’da Rönesans’la başlayan gelişmeler, bilim ve teknolojide yeni buluşlara yol açar. Sanayi devrimini gerçekleştiren Avrupalı devletler bu gelişmelere parelel olarak askerî alanda da üstün duruma gelirler. XVl.yüzyılda en parlak devrini yaşayan Osmanlı İmparatorluğu’nun[1] yükseliş grafiği ise bu yüzyılın sonlarına doğru inmeye başlar. Bu iniş XVll. yüzyılda Karlofça ve Pasarofça anlaşmalarıyla belgelenir. Osmanlı Devleti ilk kez Avrupa’nın üstünlüğünü kabullenmek zorunda kalır. Batı’da gerçekleşen rönesans ve reform hareketlerine karşı bigâne kalan Osmanlı yöneticileri bu üstünlüğün sebebini anlama ihtiyacı duyarlar. Bu konudaki ilk bilgileri  Avrupa’ya ilk defa lll. Ahmed devrinde (l720 yılında Paris’e sefir olarak gönderilen) Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi getirir. Çelebi, dönüşünde padişaha sunduğu Sefaretname’de Fransa’da bulunan kurum ve kuruluşlarla yaşayış şekilleri hakkında gözlemlere dayalı geniş bilgiler verir.

Sefaretname yöneticiler üzerinde etkili olur. Bilim ve teknikte aradaki uçurumun kapatılması için çareler aranılır; Avrupa ile münasebetler geliştirilir. Ancak, Batı medeniyeti bu yıllarda görünür yanı ile değerlendirilir.

Sosyal hayatta düzenlemeler yapılırken içte ve dışta isyanlar, savaşlar devam eder. Türkiye, Avrupa devletleri için üretim mallarının fazlasının açıkpazarı haline gelir. Ekonomik sıkıntılar, ülkenin sosyal ve ahlakî bünyesinde yaralar açacak derecede artar.

l839 yılında Gülhane Hatt-ı Hümayunu siyasî, hukukî ve zihniyet bakımından pek çok değişikliği beraberinde getirir. Bunu l856’da Islahat Fermanı takibeder. Siyaset, idare, hukuk ve eğitim alanlarında, Avrupa örnek alınarak yeni düzenlemeler yapılır. Düzenlemeler yapılırken eski kaldırılmaz, bu müesseselerin yanı başında yeniler kurulur. Bu orta yolla, gelebilecek tepkiler önlenmek istenir. Ancak bu ikilik, devletin huzur ve düzenini bozar, maddi ve manevi değerler sarsılır.

Zihniyet değiştirmenin eğitimle gerçekleşeceğini düşünen yöneticiler, Batı tarzında eğitim yapan çeşitli okulların açılmasına ağırlık verirler.

Fransızca’nın aydınlar arasında yayılması da zihniyet değişmesinde rol oynayan faktörlerden biridir. Bir başka faktör ise, yenilik taraftarı devlet adamlarının konakları ve Beyoğlu eğlence yerleridir ki bunlar Avrupaî yaşayış şeklinin halk arasında yaygınlaşmasına sebep olur.

Batı ile siyasî ve kültürel ilişkilerimiz l839-1960 yılları arasında hızlanır. Batı medeniyetine karşı kapılar hiçbir kontrol yapılmaksızın ardına kadar açılır. Bu dönemde Batı medeniyetine karşı duyulan ilgi ve hayranlık taklitçiliğe yol açar.[2]

Aydınlar bu değişime karşı halkı hazırlama görevini üstlenirler. Bütün bunlar edebiyatın gelişmesine kuvvetle tesir eder. Bu dönem edebiyatı, Tanzimat Edebiyatı, Yeni Türk Edebiyatı, Son Asır Türk Edebiyatı, Türk Teceddüd Edebiyatı, Avrupaî Türk Edebiyatı, Batı Tesirindeki Türk Edebiyatı, Arayışlar Devri Türk Edebiyatı adlarıyla anılır.

Ahmet Hamdi Tanpınar da bu dönem edebiyatına Medeniyet Buhranı Edebiyatı adını verir ki son derece yerinde bir yakıştırmadır. Zira, buhran bu devir edebiyatının en belirgin özelliğidir ve bu yönüyle diğer devirlerden kuvvetle ayrılır. “Bu bunalım ve buhranın temelinde de ‘koyu teolojik bir toplumda’ yayılmakta olan pozitivizm vardır. Türk edebiyatçıları ve Türk aydınları, yüzelli senedir pozitivist değer yargılarıyla, gelenekten gelen, toplumun bin seneden beri sahip olduğu inançlarından kaynaklanan değer yargıları arasında bocalamakta, bunalmakta ve ne yapacağını bilememektedir.”[3]

Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Abdülhak Hamid, Recaizade Mahmud Ekrem, Sami Paşazade Sezaî, Ahmed Mithat Efendi gibi Tanzimat birinci ve ikinci dönem sanatçılarının tam anlamıyla pozitivist olması mümkün değildir. Zira, onların büyük kısmı düzenli bir tahsil görmemiş, genel olarak kendi kendilerini yetiştirmişlerdir. Şahsiyetlerinde gelenekten gelen çizgiler daima ağır basmıştır. Bununla birlikte yabancı dil bilmeleri, Avrupa’ya gitmeleri, pozitivist anlayışla yazılmış birçok eseri okumaları onlarda da gelenek ve inançlar hakkında birtakım tereddütlere yol açmıştır. Montesquieu, J. J. Rousseau, Voltaire gibi l789 Fransız İhtilali’nin oluşunda önemli rol oynayan (pozitivizmin kurucusu Auguste Comte’un bazı fikirlerinin kaynağını oluşturan) filozofların ve Auguste  Comte’un eserlerinin, pozitivizmin[4]

edebiyatta karşılığı demek olan ‘naturalizm’in en tanınmış temsilcileri olan Emile Zola, Guy de Mauppassant’ın eserleri[5] ile Ernest Renan, H. Taine gibi pozitivist filozofların eserlerinin Türkçe’ye tercümesinin bu tesirde önemli rolü vardır.[6]

Medeniyet değişiminde ‘fikir buhranı’nı en derinden yaşayan aydınlardan birisi -hiç şüphesiz- Beşir Fuad’dır[7]. O fikir ve tenkit tarihi bakımından, Tanzimat devrinin en dikkate değer simalarındandır. Mehmet Kaplan, bu ateşin simanın Yeni Türk Edebiyatı’ndaki rolünü belirtmek için iddialı bir şekilde şu ifadeyi kullanır: “Bu son derece dürüst, ateşli mizaca ve matematikçi bir kafaya sahip olan genç subay, mübalağasız olarak denilebilir ki, fikirleriyle son çağ Türk edebiyatında bir devri kapatarak yeni bir devir açmıştır.”[8]

Otuz beş yıllık bir ömür içinde O, yorulmak bilmeyen bir çalışma ile kendisini muhitinin ve neslinin Batı kültürünü en iyi hazmetmiş bir ferdi olarak yetiştirmiştir. Ancak üç-dört yılı bulan yazı hayatında, yirmiye yakın kitap ve yüzlerce makale yazmıştır.

O’nun etkili olan tenkitleri sayesinde, Türkiye’de romantizm değerini yitirir. “Gözyaşı ve verem edebiyatı ve onun dayandığı boş, şişkin ve süslü üslûp değerini kaybeder. Günlük hayatı anlatan, gerçeğe dayanan, mübalağasız, sade bir anlatış tarzına gidilir.”[9] Yine O’nun tenkitleri Ahmed Mithat Efendi, Muallim Naci, Recaizade Mahmud Ekrem gibi birçok şair ve edibe yol gösterici olmuştur.[10]

BEŞİR FUAD’ IN HAYATI VE ESERLERİ

Beşir Fuad’ın l852 veya l853 yılında doğduğu sanılmaktadır. Fatih Rüştiyesi’ni bitirdikten sonra bir müddet Cizvitler Mektebi’nde okur. Askeri İdadi’den 1871’de, Mekteb-i Harbiye’den 1873 yılında mezun olur. Mezuniyet sonrasında Sultan Abulaziz’in yaverleri arasına alınır. Bu arada Sırp savaşlarına, Rus harbine ve Girit isyanlarının bastırılmasına gönüllü olarak katılır. Kolağası olarak Harbiye Levazımat-ı Umumiye Dairesi Teftiş Komisyonu üyesi iken askerlikten l884 yılında ayrılır. Bilek damarlarını kesmek suretiyle intihar eder.[11]

l883 yılı sonlarında yazı hayatına Envar-ı Zekâ dergisinde telif ve tercüme eserler yazarak başlar. Bunlar, Victor Hugo’nun Soytarı tercümesi ile felsefe ve fizyolojiye dair makalelerdir. Beşir Fuad, sonraki yıllarda tiyatro tercümeleri, Fransızca, Almanca, İngilizce dilöğretimine ait kitaplar yayınlar. Aynı yıllar içinde önce Haver, sonra Güneş dergilerini çıkarır. l884 yılında en eski özel gazete olan Ceride-i Havadis’in başyazarlığını yapar. l885-l886 yıllarında Tercüman-ı Hakikat ve Saadet gazetelerinde de yazıları yayınlanır.

Şiir, tiyatro, roman ve hikâye gibi doğrudan doğruya edebî türlerde eser vermemiş olan Beşir Fuad’ın bu sebepten edebiyat tarihlerinde yer almadığı düşünülebilir. Halbuki O, kendi nesli içinde olduğu kadar, sonraki nesillere de örnek olacak objektif; subjektif olmaktan uzak, tenkitler ve monografik çalışmalar ortaya koymuş ilk yazarımızdır.

 

Kuvvetli (Fransızca, İngilizce, Almanca) yabancı dilbilgisi[12], pozitif bilimler ve felsefe sahasında o gün için hiç de küçümsenmeyecek olan kültürü O’nu devrinin çok mühim bir siması yapmıştır. Beşir Fuad’ın pozitif bilimlere, dil konularına, askerliğe, felsefeye ve edebiyata dair kitap ve makalelerinin  ortak özelliği, yaşadığı yıllarda edebiyatımıza hâkim olan aşırı hassasiyete, hayalperestliğe karşı olması, bunun yanısıra rasyonalist, materyalist ve pozitivist bir dünya görüşüne sahip bulunmasıdır.[13]

Üç-dört yılı ancak bulan bütün yazı hayatı içinde telif ve tecüme on altı kitap ve yüzlerce makale yayınlayan Beşir Fuad, Ahmed Midhat ve Muallim Naci ile edebî musahabeler, Namık Kemal ve özellikle Menemenlizade Tahir ile şiddetli bir polemiğe dökülen tartışmalar yapmıştır. Batı edebiyatı ve felsefesinin Zola, Daudet, Dickens, Flaubert, Comte, Büchner, Spencer, D’Alembert, De la Mettrie, Chambers, Diderot, Claude Bernard, Ribaut, Tarde..gibi yazar ve düşünce adamlarını da aydınımıza ilk tanıtan yine O’nun kitap ve makaleleri olmuştur.

Materyalist dünya görüşüne sahip olan Beşir Fuad’ın bazı yazılarında materyalizmi kabul etmediğini söylemesi, kendisinin gerçekte felsefeye ve bütün felsefî sistemlere karşı olmasından ileri gelir. O, böylece yalnız gözleme ve deneye dayalı olan şeyin gerçek olduğunu kabul eden pozitivizme bağlanmıştır. Bunun sonucu olarak da edebiyatta, Claude Bernard’ın tecrübî usullerini esas alan bir naturalizmi benimsemiştir.

ESERLERİ

1-Fizyoloji ile ilgili eserler: Beşer (l885), Bir Lokma Ekmeğin Tarihi (Jean Masse’den tercüme), Kalb (Almanca’dan tercüme), Göz Yaşları’na Takriz, Müspet ilimler üzerine diğer yazıları .

2-Lisan ile ilgili eserler: Bedreka-i Lisan-ı Fransevi (Emil Otto’dan tercüme, l884), Miftah-ı Bedreka-i Lisan-ı Fransevi, Usul-i Talim Emil Otto’dan tercüme, l886), Miftah-ı Usul-i Talim ( l886), Almanca Muallimi, İngilizce Muallimi ( Emil Otto’dan tercüme), Dil konuları üzerine makale ve münakaşaları.

              3-Askerlik ile ilgili eserler: Rehber-i Muallimin (Fransızca’dan tercüme, l884), Mebahis-i Askeriyye (l886).

4-Edebî ve felsefî eserler: Soytarı (Victor Hugo’dan tercüme, tiyatro eseri), İki Bebek (Eugene Granger-Victor Bernard, vodvil, 1883), Binbaşıyı Davet (K. F. Mor, vodvil, 1883), Birinci Kat (James Cobb, vodvil, 1884), Cinayetin Tesiri (E. Zola, roman, 1885), Victor Hugo (Romantizmi tenkit eden ve bizde naturalizmi tanıtan ilk monografi, l885), Şiir ve Hakikat (makaleler, l886), Mektubat (Victor Hugo monografisi dolayısiyle Fazlı Necip ile edebiyata dair mektuplaşmalar, 1888), İntikad (Victor Hugo’nun neşrinden ötürü Muallim Naci ile mektuplaşmalar, l887), Voltaire (Türkiye’de dinsiz olarak tanınan Voltaire’in gerçekte sadece Hristyanlık aleyhinde olduğunu belirten, bu vesileyle de kendisinin dinî ve felsefî görüşlerini anlatan bir monagrafi, l886).[14]

HAYALİYYUN-HAKİKİYYUN TARTIŞMALARI İÇİNDE BEŞİR FUAD

Divan edebiyatına karşı bir reaksiyon olarak doğan Tanzimat edebiyatında tenkidin başlıca iki prensipten hareket ettiği görülür. Bu prensiplerden biri eskinin reddi, diğeri ise yeninin yapılandırılmasıdır.

Batı’ya yüzünü çeviren Tanzimat dönemi sanatçıları, edebiyat anlayışlarını, faaliyetlerini bu iki prensip etrafında geliştirmişlerdir. Bu sanatçılar, yeni edebiyata duydukları ihtiyacı, önce eski edebiyatın prensiplerini ve hayat görüşünü tenkit etmek suretiyle belirtmişlerdir.

Tanzimat tenkidini oluşturan sanatçıları üç kolda değerlendirmek mümkündür:

1- Edebiyatta romantizm: Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Abdülhak Hamid, Recaizade Ekrem. Fransız romantizminden geniş olarak etkilenen Tanzimat şair ve yazarlarının tenkidî faaliyetleri, esasta birleşmekle beraber, sosyal ve ferdi edebiyat anlayışlarına göre birinci ve ikinci nesil olmak üzere iki karakter arzeder.

Birinci nesil, edebiyatın estetik gayeye değil, sosyal fayda prensibine dayanır. Türk edebiyatını batılılaştırmaya çalışan ilk aydınlar olarak, eski edebiyatın artık ortadan kalkması gerektiğini savunur. Onlara göre bu edebiyat, son derece kuralcı, sanatçının kişiliğini boğan, sözoyunlarını önplanda tutan; duyguları, hayal ve düşünceleri, ifade unsurları ile klişeleşmiş hayatla ve gerçekle ilgisiz, devrini tamamlamış ve skolastik karakterdedir. Bu yüzden bu devrin tenkidi, Divan edebiyatının esas ve özelliklerine karşı redde dayanır. Ayrıca, Tanzimatın birinci nesli, edebiyatta sosyal faydaya, hakikat ve tabiata uygunluğa, yeni bir dil ve  üslûba, ifade vasıtalarına, gazeteye, nesre, yeni bir edebiyata ihtiyaç duymaktadır.

Tanzimat’ın ikinci neslinin sanat anlayışı ise, sosyal faydaya değil, ferdî duygulara dayanır. Onlar sanatı, ferdi ızdırapları anlatan estetik bir olarak kabul etmiş, birinci neslin aksine, nazmı ifade vasıtası olarak seçmişlerdir. Abdülhak Hamid ile Recaizade Ekrem, edebî eserde güzellik ve lirizmi aramıştır.

2- Edebiyatta realizm ve naturalizm: Sami Paşazade Sezai, Beşir Fuad, Nabizade Nazım, Mizancı Murad. l880-l885 yıllarında edebiyatımızda realizm başlar. Sami Paşazade Sezai, Nabizade Nazım realist görüşe uygun hikâye ve romanlar yazmış, bu edebiyat anlayışını tanıtıcı ve savunan yazılar yayınlamışlardır. İlk Türk pozitivist ve natüralisti olan Beşir Fuad da eserlerinde realizm ve natüralizm hakkında bilgiler vermiştir. Mizancı Murad ise, realizm akımından bahsetmediği halde çağdaşları olan Fransızların tenkidinden yararlanarak edebiyatımıza dair bazı tenkid örnekleri vermiştir. Bu devrin karakteristik vasıfları, bu şair ve yazarların, çağdaş Fransız realistlerini yakından takip etmeleri gayrişahsî bir edebiyatı istemeleri, birtakım objektif değerlere dayanan ciddi bir tenkid anlayışına sahip olmaları ve bunu kısmen de olsa, edebiyatımıza uygulamaya çalışmalarıdır.                                                                                                                                                                

3- Orta görüşte olanlar: Ahmed Midhat, Muallim Naci, Ali Kemal, Ahmed Rasim. Divan edebiyatına karşı olan ve yeni bir edebiyatın yapılanmasını isteyen romantik ve realist nesillerin dışında, tutumları ılımlı olan, eskiyi tamamıyla reddetmeyen, Batı’yı da olduğu gibi taklide kalkmayan sanatçılardır. Bunları birleştiren özelliklerden birisi, yenilikte aşırıya giden Servet-i Fünuncular’a karşı orta bir cephe almalarıdır.[15]

Dönemin tenkit anlayışlarını verdikten sonra, Beşir Fuad’ın genel olarak bu dönem içindeki tenkidî görüşlerine bakmamız yerinde olacaktır.

Beşir Fuad, tenkide dair eserleriyle bu dönem içinde önemli bir yer edinmiştir.[16]

O, edebiyatımızda realizmden ilk olarak sözeden, realizm ve natüralizm hakkında ilk temel bilgileri vermeye çalışan kimsedir.

İlk tenkidli biyografileri yazan, Emile Zola, Alponse Daudet, Charles Dickens, Gustave Flaubert gibi Batılı yazarlardan, memleketimizde sözeden yine O’dur.

Beşir Fuad, düşünce hayatımıza müspet ilim zihniyetini ve tartışma adabını getirmeye çalışmıştır. Düşünce hayatımız için önemli olan bu değişiklik, eserlerinde sıkça göze çarpar. Dil, edebiyat, estetik, edebî meslekler, edebî şahsiyetler O’nun üzerinde durduğu meselelerdir.

Dili, canlı bir varlık olarak gören Beşir Fuad, gramercinin vazifesinin kural koymak değil, var olan kuralları belirlemek olduğunu düşünür.[17] Dildeki sadeleşmede tutulacak yolun, dile girmiş olan yabancı kelimeleri atmak yerine, yabancı gramer kurallarından kurtulmak olduğu görüşündedir.

O’nun bizde yazılmış ilk tenkidli biyografi olan Victor Hugo adlı eseri, kendisinin edebî  ve felsefî  inançlarını vermesi açısından önemlidir. Edebiyatımızda hayaliyyun-hakikiyyun tartışmaları bu eserle başlar. Bu kitabın, Hugo’nun ölümünden bir ay sonra yazılmış olması, Avrupa’da henüz tartışması devam eden Zola’dan ve natüralizmden bahsetmesi de Beşir Fuad’ın Avrupa’daki edebî ve fikri çalışmaları yakından takip ettiğini gösterir.

Beşir Fuad, ilmî, edebiyata tercih eder. O’na göre, bir yazar, zekâ bakımından bir fen adamından üstün olsa bile insanlar, zekânın üstünlüğü ile değil, medeniyete yaptıkları hizmet ile ölçülmelidir. Bir ilim adamı, bir edebiyatçıdan daha çok topluma hizmet eder. Ayrıca O, edebiyatın topluma hizmet etmesi gerektiğine inanır.

Beşir Fuad’a göre romantizm, edebiyatta hürriyet ve eskiyi yıkmak, kuralları kırmak demektir ve bu bakımdan değerlidir. Realizm ve natüralizmin esasını da, hayalden ve  mübalağadan kaçınmak ve hakikati olduğu gibi anlatmak şeklinde açıklar. Emile Zola’yı tanıtarak natüralizmin dayandığı prensipleri verir: Bunlar gözlem ve deneydir. O halde roman da sadece dışdünyada gördüğünü tespit etmek değildir. Sanatkâr, hakikate uygun olması zarurî olan olayları, kendine mahsus bir tarzda biraraya getirebilmelidir. Ayrıca O, romantizmle realizmi karşılaştırırken güzel ile hakikatin mukayesesini de yapar. Güzel izafî ve geçici, hakikat mutlak, ebedî ve değişmezdir. Sanat, tabiî olmak şartıyla hem güzel, hem çirkini içine almalıdır.

Beşir Fuad, edebî türleri de hakikat ölçüsüne göre ele alır. Roman, gerçek hayatın tarihi olduğu gibi, şiir de gerçeklerden bahsetmelidir. Hikâye ve romanda hayaller, şiirde hayaller, teşbihler ve edebî sanatlar mübağalalı ve gerçeğe aykırı olmamalıdır. O kadar ki teşbihleri tabiî olan ve hakikate dayanan şiirler, hangi dile tercüme edilirse edilsin hiçbir zaman değerlerini kaybetmezler. Beşir Fuad, şiirde ve romanda rasyonel ve gözleme dayanan bir gerçek arar ve edebiyata matematiği sokmayı teklif eder. O’na göre, bir eserin faydası, ihtiva ettiği gerçeklerin toplam mahzurları ise içine aldığı batıllar ile bu hurafelerin ehemmiyet miktarı ile mütenasiptir; o halde bir eserin hakiki kıymeti, bu iki miktarın arasındaki farka eşittir. Uygulanması imkânsız gibi görünen bu ölçü, o devrin edebî zihniyeti ile karşılaştırılırsa, edebî eserler için kati, mutlak ve değişmez bazı prensiplerin makul bir şekilde formülleştirilmesine yol açacak mahiyettedir.

O, eserde teze doğrudan doğruya gidilmesi gerektiği görüşündedir. Bir iddianın ispatı için birtakım olayların romana doldurumasını doğru bulmaz ve bunun bir çeşit makyavelizm olduğunu söyler. Ayrıca natüralist romanın ahlakı bozduğu görüşünü kabul etmez. O’na göre bu çeşit romanlar, fikirleri ifsad değil belki irşad ederler. Aşkı bir mabet haline koyan hayaliyyun mahsulleri, bu bakımdan daha zararlıdırlar. Realist romanın bir başka faydasının da, gelecek nesillerin yapacakları sosyolojik araştırmayı kolaylaştırması olduğunu söyler.

Beşir Fuad’ın edebî şahsiyetler hakkındaki mütalaalarına gelince, bunlar oldukça objektif ve belli bir gayeye yönelen hükümlerdir. O, yazarları hakikate yakınlıklarına göre değerlendirmiştir. Üzerinde durduğu şahsiyetlerin en önemlileri Victor Hugo, Voltaire ve Emile Zola’dır. Ayrıca, Türk edebiyatıyla da ilgili hükümler vermiştir. Hugo’nun dehasına inanan Beşir Fuad, O’nun müspet ilimleri tahsil ederek, edebiyatı hayale sürüklememiş olsaydı, düşüncesiyle daha büyük bir sanatkâr olabileceğini iddia eder. Buna rağmen Hugo, bizdeki hayalperest şairlerden daha fazla müspet görüşe sahiptir. Romantizm basit anlamıyla klasik edebiyatı yıkan bir akımdır, tanımından hareket ederek bizde Divan edebiyatını klasik, yeni tarz  edebiyatı ise romantik olarak değerlendirebilmenin mümkün olduğunu söyler. O’nun Hugo’nun eserlerinde beğendiği şeylerden biri, tarihî hakikati ortaya koyan kısımlardır. Çünkü bunlar gerçeğin kendisidirler.

Beşir Fuad, Victor Hugo’yu anlatırken o devrin diğer şöhretlerinden de bahseder, bu arada sanatkârın devriyle olan münasebeti hakkındaki, büyük adamların çoğu, halkın kültür seviyesinden çok yüksek oldukları için, kendi devirlerinde takdir edilemezler, şeklinde düşüncesini açıklar.

Beşir Fuad’ın yaşadığı devir içindeki tenkidlerini genel olarak nazara verdikten sonra, eserlerinde hayaliyyun-hakikiyyun tartışmalarıyla nasıl yer aldığına, nasıl bir tavır aldığına bakmak yerinde olacaktır:

Victor Hugo: Edebiyatımızda hayaliyyun-hakikiyyun tartışmaları bu kitabıyla başlamıştır. Bu tenkidli biyografide Beşir Fuad, Avrupa’daki edebî ve fikrî hareketleri yakından takip ettiğini belirgin bir şekilde göstermektedir. Zira, Avrupa’da henüz tartışması yapılmakta olan ve Türkiye’de hiçbir yazarın sözünü etmediği Emile Zola’yı ve natüralizmi getirmesi bu hükmü doğrulamaktadır.

Beşir Fuad bu eserinde ve diğer eserlerinde hakikatin bir güneş olması ve ergeç karanlıklar arasından kendisini göstermesi motifini defalarca kullanmıştır.[18]

O’nda Descartes’dan beri gelen, Batı’nın ilim zihniyeti ve gerçeği görme metodları hâkimdir. Peşin hükümlerden sıyrılarak hakikati bulmak, muhakeme etmek, müspet deliller karşısında gerçeği kabul etmek esastır.

Beşir Fuad, Hugo mukaddemesinde yeniliğe muhalefet düşüncesi üzerinde durması, zahiren Victor Hugo’nun gençliğinin takdir edilememesi, bilahere kıymetinin anlaşılması sebebiyledir. Gerçekte ise, O bu tezi kitabının sonunda Zola hesabına kullanmak için ileri sürmektedir. Zira o anda yeni olan, toplumun muhalefetiyle karşılaşan Victor Hugo değil, Zola ve natüralizmdir. Mukaddemenin sonunda bu biyografiyi ne için hazırladığını izah ederken bu vazifenin aslında Victor Hugo mesleğinde, romantizm taraftarlarına düşmesi gerektiğini ifade etmektedir.[19]

Beşir Fuad, Hugo’nun dehasına inanan biridir. Bununla birlikte müspet ilimleri tahsil edip, hayalden uzak kalmasıyla daha büyük bir sanatkâr olabileceği iddiasını taşımaktadır. Ayrıca, Hugo’nun bizdeki hayalperest şairlerin birçoğundan daha fazla müspet görüşe sahip olduğunu da ifade eder.[20]

Ancak, Ziya Paşa’yı Terci-i Bend’indeki didaktizmden ötürü beğendiğini söyler. Burada kendi şiir anlayışını, estetik nokta-i nazarından hiçbir kıymeti olmasa da hakikate intibak edebilen şiir, en güzel şiirdir, şeklinde ortaya koyar.[21] .

Eserde, Victor Hugo’nun edebiyata getirdiği yenilikten, karşılaştığı reaksiyonlardan bahsederken, klasik ve romantik mektepler hakkında izahlar yapar. Mukaddemede bahsettiği yeniliğe karşı olan hareketlere örnek verir. Akademi üyelerinin romantikleri birer ruh hastası olarak telakki ettiğini ifade eder. Bundan sonra klasik ekolün çöküşünü ve romantiklerin galip gelmek için yaptıkları mücadelenin hikâyesini anlatır. Beşir Fuad, burada romantizmi klasik edebiyatı yıkan bir akım olarak alır.[22] Bu tanımdan hareketle bizde Divan edebiyatını klasik, yeni tarz edebiyatı kabul edenleri ise romantik olarak algılamak gerektiğini belirtir. “Klasikler ile romantikleri mülkümüzün üdebasına tatbik etmek istersek Veysiler, Nabiler, Nefiler ilh. ile zamanımızda mumaileyhimi taklid edenler klasik; Şinasiler, Ziya Paşalar, Kemal Beyler ile bunların mesleğine iktida edenler romantik addolunur”der.[23]

Romantizm için verdiği basit tanımın, eskiyi yıkıp, yeniyi kabul etmenin, aynı zamanda romantizmi yıkıp realizmi getiren sanatkârları da içine alacağını düşünerek fikirlerini devam ettirir: “Michelet Augustin Thierry tarz-ı cedidin müverrihleri, Lamartine, Musset, Theophil Gotier şairleri, Balzac hikâyenüvisleri idi. Balzac’ı romantik meyanında tadat edişimiz klasiklere tebeiyyet eylemediğimdendir, yoksa hakikat-i halde Balzac hakikiyyundandır, meslek-i hakikiyyun Emile Zola’nın iltizam eylediği tarikdir ki edebiyatı fenne tatbik etmekten ibarettir.”[24].

Victor Hugo biyografisinde yukarda ifade edilen cümleyle Türkiye’de realizmden ilk defa bahsedilir ve hakikiyyun kelimesiyle bu ifade karşılanır. Bu cümle, memleketimizde hayalliyyun-hakikiyyun tartışmalarına yol açacak ve edebiyatımıza yeni bir yön verecektir.[25]

Biyografik bu eserde, mümkün olduğu kadar objektif bir nazarla kaleme almaya gayret ettiği anlaşılan Beşir Fuad, Hugo’nun hayatı ve eserinden bahsederken yer yer, muhayyileye saplanıp kalan romantik edebiyatı tenkid etmekten geri kalmaz. Romantizmin gerçeğe aykırı olan taraflarını tenkit eder.

Beşir Fuad’a göre edebiyatta asıl takdire şayan olan şey gerçeğin çıplak ifadesidir. Bu yüzden Hugo’nun eserlerinde hiç olmazsa tarihî bir hakikati ortaya koyan kısımları beğenir. Hugo’nun siyasi hayatta isabetli bazı görüşlere sahip oluşunu, hayalperest olmasına rağmen, gerçekleri görmesine bağlar.[26]

O, Hugo’nun zekâsına, dehasına hayrandır; ancak kıymetlendirilecek tarafı şairliği değil, şöhretinin aksine olarak bir miktar hakikat söylemişse, odur. Ama ömrü boyunca yazdığı eserlerde bu gerçek taraflar hayal unsurlarından daha azsa değeri o nispette azalacaktır.[27]

Beşir Fuad, dikkat edilirse, kitabında sistemli olarak bu neticeye yürümekte ve edebiyatta  da gerçeğin herşeyden üstün olması gerektiği tezini ortaya koymaktadır.

Beşir Fuad, “Bir edip, zekâca bir fen adamından üstün olsa bile biz, insanları, zekânın üstünlüğü değil medeniyete hizmeti ile ölçmeliyiz” der.[28] B u edebiyat karşıtı görünüşü mutlak olarak edebiyata karşı oluşu anlamında değildir. O yıllarda aydınların gözünde edebiyat, Avrupa’nın santimantal romantizmine yönelmiş olduğundan Beşir Fuad’ın da edebiyat kelimesiyle kasdettiği şey budur. Bununla birlikte ilmi edebiyata tercih etmesi gerçek düşüncesidir. O, ancak müspet ilimlere dayanılarak meydana getirilecek bir edebî eserin de ilmî  eser kadar faydalı olacağına inanır. Bu yüzdendir ki, o yıllarda bizde daha çok santimantal örneklerine rastlanılan şiirin de karşısındadır.[29]

Eserde, şiirden anlamadığından da bahseder.[30]

Beşir Fuad romantizmi edebiyatta hürriyet ve eskiyi yıkmak, kuralların zincirlerini kırmak bakımından değerli görür. Kitabın sonraki bölümlerinde realizm ve natüralizmin ortaya

çıkışına ayırır. Realizm hareketinin öncüsü olarak XVlll. yüzyılda d’Alembert ve Diderot gibi ansiklopedistleri kabul eder.[31]

Realizm ve natüralizmi beraber değerlendiren ve o zamanki okuyucuya ikisi arasındaki farkları belirtmeyi lüzumsuz gören yazar, bu ekollerin esasını hayalden, mübağalağadan kaçınmak ve gerçeği olduğu gibi anlatmak, şeklinde izah eder.[32]

Beşir Fuad’ın Stendal ve Balzac gibi realistleri bu ekolün öncüsü saymaması o yıllarda romantizmin edebiyata henüz hâkim olması sebebiyledir. Romantizmin hakiki yıkıcısı Zola’dır. Zola’yı ve natüralizmi okuyucuya ilk defa tanıtan Beşir Fuad bu mektebin esaslarını da teferruatıyla vermeye çalışır. Türkiye’de romantizmin dahi bu tarz bir beyannamesinin bulunmadığı düşünüldüğünde O’nun verdiği bu bilgilerin değeri daha iyi anlaşılır. Üstelik, O doğrudan doğruya ve yalnız natüralizme değil, kültürünün daha çok müspet ilimlere dayanması sebebiyle natüralizmi ortaya çıkaran kaynaklara da iner.

Zola’nın nazariyesinden hareketle Beşir Fuad “Hayattan başka bir nümune yoktur. Çünkü havassımızın haricinde birşey idrak edemeyiz”der.[33] Bununla birlikte bu objektivitenin mutlak olmadığını söyler. Natüralizm sanatkârın mizacını düşünerek bir dereceye kadar subjektif olmayı da kabul etmektedir, düşüncesini taşır.[34] Bu duruma göre, romancılık yalnız gözleme dayanacaksa fotoğrafçılıktan başka bir şey olmayacaktır. Fakat, Zola tecrübeyi de ilave ederek sanatkârın dehasına imkân vermektedir.

Beşir Fuad, modern pozitif ilimlerdeki sebep-sonuç ilişkisinin, yani determinizmin de edebî eserde gözönünde bulundurulmasını ister.[35]

Beşir Fuad, gerek tıbbı tecrübi bir ilim haline getiren Claude Bernard vasıtasiyle, gerekse pozitivist olarak doğrudan doğruya, Augoste Comte’un felsefe sistemine bağlıdır. Augoste Comte’dan naklen fikir hayatımıza sosyoloji tabirini de getiren O’dur.

O, edebiyatın toplum için hizmet görmesi gerektiği kanaatindedir. Nitekim Hugo’nun Bir Mahkûmun Son Günü isimli eserini de bu bakımdan beğendiğini söyler. Bundan sonra Zola ve romantikler arasında çıkan tartışmayı hikâye eder. Hugo’nun Zola hakkındaki sözlerini

nakleder. Sonra natüralizmi savunarak Hugo’nun itirazlarına Zola namına cevap verir. Hugo, Zola’nın kullandığı adi kelimeleri beğenmemiştir. Beşir Fuad, bizzat Hugo’nun eserlerinde de bu kabilden kelimelerin varolduğunu örnekleriyle gösterir. Hugo, Zola’nın daima ahlaksız, sefih insanları konu olarak aldığını söyler. Beşir Fuad yine örneklerle itiraz eder.[36] Yine Hugo’nun natüralist romanda sefil insanların kurtarılması için hiçbir çare söylemediğini, onların sefaletleriyle başbaşa bırakıldığını itirazına ise “Tebabette en mühim mesele teşhis-i emrazdır. Bir hastalığın mahiyeti bilinmedikçe tedavisi mümkün olamaz” şeklinde cevap verir.[37]

Beşir Fuad natüralizme yöneltilen tenkitlere karşı bu savunmaları, ihtimal ki, kitabının yayınlanmasından sonra karşılaşacağını tahmin ettiği bütün soru ve tarizleri peşin olarak cevaplandırmak maksadıyla yapmış olsa gerektir. Burada belirtmek gerekir ki kitabı sonradan okuyan o devrin birçok  edebiyatçısı aynı soruları tekrar sormuş, Beşir Fuad ise aynı sorulara tekrar ve yeni örneklerle aynı cevapları vermiştir.[38]

Eserde, bundan sonra Zola’dan naklen Hugo’nun belli başlı tiyatro, roman ve manzum eserlerini natüralizm nokta-i nazarından tenkit eder.

Daha sonraki bölümde ise romantizm ile realizmi karşılaştırır. O’na göre, güzel izafidir, geçicidir. Hakikat ise mutlaktır, ebedidir ve değişmezlik vasfına sahiptir. O, bu konuları mugalataya ve safsataya girmeden rasyonel bir görüşle alır. O, gerçeklere mistik bir duyguyla bağlanmıştır.

Batı’da Descartes’la yıkılan dogmatizmin, birçok örnekleriyle Türkiye’de henüz devam ettiği yıllarda Beşir Fuad’ın, Victor Hugo’nun dediği herşeyin doğru olmayacağı şeklinde, nasları yıkmaya çalışması dikkate değerdir. Victor Hugo’nun tenkit edilemez bir yazar oluşu bu naslardan biridir. Beşir Fuad kendi inandığı Zola’nın da hataları olduğunu ileri sürerek üstad otoritesini ortadan kaldırmak istemektedir. Bununla ilişkili olarak Hugo’nun ne kadar değerli  olursa olsun birçok fen adamlarının yetiştiği bir asra onun ünvanının verilemeyeceğini anlatır.    “Claude Bernadlar, Aragolar, Ampreler, Humboldlar, Edisonlar, Pasteureler, Littreler varken bu asır Hugo’ya hasredilemez”der.[39]

Victor Hugo biyografisi, Osmanlı aydınları arasında beklenenden daha fazla etkili olmuştur.

Şiir ve Hakikat: Beşir Fuad, Fazlı Necib’e yazdığı bu makalelerde şiir ve hakikat konularındaki düşüncelerini kaydeder.

Menemenlizade Tahir Bey, Beşir Fuad’a göre en zıt grupta, santimantalist şairler arasında bulunmaktadır. Tahir Bey’in itirazlarından biri, Beşir Fuad’ın şiirin, gerçeklerden bahsetmesini istemesine karşıdır. O’na göre şiirde hayal, teşbih, istiare gibi hakikati süsleyecek unsurlar bulunmalıdır. Beşir Fuad cevabında hayallerin ve edebî sanatların mutlak olarak aleyhinde bulunmadığını, fakat bunların tabiî olması lüzumuna inandığını söyler. Örnek olarak da Tahir Bey’in Vehbi’den naklettiği bir şiirin şu beytini “Bir hakikati müşir olduğu gibi havi bulunduğu teşbih de tabiidir” diye beğendiğini anlatır:

“Müşkilat-ı dehr olur mu hiç pabend-i dühat
Zahme duş oldukça şirin savleti şiddetlenir”

Bu örnek beyte göre, anlaşılıyor ki, Beşir Fuad, ne doğrudan şiirin, ne de edebî sanatların aleyhindedir.[40] Sonraları çıkan bir tartışmada, hayallerin ve teşbihlerin mübağalalı ve gerçeğe aykırı olmalarını kabul etmediğini söylemiştir. Aynı şekilde hikâye ve romanda da hayallerin tabiî olmasını ister. Roman gerçek hayatın tarihidir. Bu bakımdan romanla tarih arasında büyük bir yakınlık bulur.[41]

Beşir Fuad’ın şiirde hayal için kabul ettiği ölçü, başka dillere tercüme edildiğinde değerini korumasıdır. “Hakikate müstenid olup da teşbihatı tabiî olan, hangi lisana tercüme   olunursa olsun daima mazhar-ı rağbet olur” der.[42]Bu hükmün ortaya çıkmasına da Menemenlizade Tahir’in Namık Kemal’den naklettiği

“Mihr olsa eğer peyinde saye

Gisusu gibi kalırdı muzlim” beyti sebep olur. Menemenlizade, beyitteki mübalağanın pek Acemane oluşundan Beşir Fuad’a hak vermek ister. Bir mütefennin bunu hoş karşılamaz, der. Beşir Fuad daha da ileri giderek hayali, ilmî bilgi ile mukayese eder.[43]

Beşir Fuad şiirde de, romanda olduğu gibi rasyonel ve gözleme dayanan bir gerçek aramaktadır. Bu şekilde Tahir Bey’in zikrettiği birkaç beyti tenkit ettikten sonra tekrar romantik ve realist edebiyat konusundaki itirazlara cevap verir. Hugo’yu tamamiyle reddetmediğini, eserlerindeki gerçek ve hayal olan tarafları ayırıp gerçekleri takdir ettiği söyler. Örneğin, Sefiller’de birtakım olması imkânsız olayların bulunduğunu anlatırken insanlık tarihinde gerçek olmayan olaylara inanmanın eski devirlerde daha çok olduğunu fakat zaman ilerledikçe hakikatin galip geldiğini, bu asırda artık Hugo’nun realist edebiyata dönmesinin gerektiğini söyler.[44]

Tahir Bey, Hugo’nun Sefiller’i yazmakla, örneğin Fantine gibi bir fahişeyi ahlaken iyi bir ruha sahip bir kadın olarak göstermekle toplum için kötülüklerin önüne geçmek, insanlara merhamet, fazilet, iyi ahlak aşılamak gibi bir hizmette bulunduğunu söyler. Beşir Fuad cevabında Fanti’nin muhayyel olduğunu, toplumda böyle bir kadının bulunamayacağını halbuki Gervaise gibilerinin gerçek olduğunu, binaenaleyh hakikati tanıtmakla Zola’nın topluma daha büyük hizmetler etmiş olduğunu iddia ederek Sefiller’deki Fantine ile Assomoire’deki Gervaise’i karşılaştırır.[45]

Beşir Fuad edebî eserde teze net olarak gidilmesini tavsiye eder. Bir iddianın ispatı için imkansız olan birtakım olayların romana doldurulmasına cevaz vermez.

Makalesinin sonuna doğru şiir ile fenni karşılaştırır. Burada Beşir Fuad’ın hatası insan ruhunun birbirleriyle ilgisi olmayan iki istikametini, hakikati ve estetiği karşılaştırmak istemesidir.

Hayaliyyun-hakikiyyun tartışmaları devam ederken Gayret’de M. C. imzasıyla bir şiir yayınlanır. Şiir  düşmanı bir mütefennin ile bir şair arasında geçen muhavereyi anlatan bu şiirde bahsi geçen mütefennin şairin Beşir Fuad olduğu anlaşılmaktadır. Şiirde müstehzi ve alaycı bir  üslûp vardır. Beşir Fuad, aynı üslupla ve uzun bir yazı ile cevap verir. Yazısının sonuna şiir ve hakikat konusunda ciddi bir tartışma yapılırken böyle laübali bir şiirin, üstelik Menemenlizade Tahir’in dergisinde çıkışını hoş karşılamadığını belirtir. Beşir Fuad şiirin bizzat Tahir Bey tarafından kaleme alındığına inanır. Bu sebeple kendisine karşı çok muğber olur. Tartışma bundan sonra çığırından çıkar. Ahmed Midhat iki makale ile makale ile arayı bulmaya çalışır. Önce bir hayali muhavere yazarak Beşir Fuad’ı haklı fakat sözlerini eksik bulur. Ahmed Midhat,  burada Beşir Fuad’ı ikaz etmek için O’nun tarafını tutar görünür. Gerçekte, şiirin hakikat ihtiva etmesi konusunda ikisi de aynı düşüncededirler; ancak hakikatin müzeyyen olmasını Beşir Fuad’ın kabul edemeyeceği bilinmektedir. İkinci makalesinde de, bizde fennî şiirin tartışmasının eski olduğunu, fennî şiir demek manzum fizik yazmak demek değil, hakikate uygun şiir yazmak demek olduğunu izah eder.[46] Bundan sonra tartışma birtakım karşılıklı suçlamalarla devam eder. Bu arada Tahir Bey’in indi, mesnedsiz iddialarına karşı, Beşir Fuad’ın gerek edebiyat, gerekse müspet ilimler bakımında daima belge ve kaynak gösterdiğini söylemek gerekir.

Namık Kemal’in Ebuzziya Tevfik’e Vatan Yahut Silistre’nin Almanca’ya tercüme edilmesi vesilesiyle gönderdiği bir mektupta, Beşir Fuad’ın gerçek değeri değil, güzellik değeri taşıyan eserlerin başka dile tercüme edilirse değerini kaybedeceğini söylemesi eleştirilir. Beşir Fuad O’na verdiği cevapta önce Namık Kemal’den daha ciddi tenkitler beklediğini, halbuki onun şimdiye kadar esasen tenkid edilip, cevapları verilmiş meseleleri tekarar ele almaktan başka birşey yapmadığını söyler  Namık Kemal, kalbe his isnat etmenin cehalet olduğuna dair Beşir Fuad’ın serdettiği değerlendirmeyi tenkit ederek bu tabirin mecaz manada kullanıldığını ileri sürer. Beşir Fuad bu fikri kendisinin uydurmadığını Almanlar’ın büyük filozoflarından Büchener’in düşüncesi olduğunu söyler.

Beşir Fuad, mecazları, ancak gerçek manası bilinen mefhumların üzerinde kullanmaya taraftardır. Kalp gibi halkın ve aydınların birçoğunun gerçekten hislerin merkezi zannettiği bir tabiririn bu manada kullanılması doğru değildir. Başka bir örnekte, Divan edebiyatında kullanılan Ciğer-suz gibi tabirlerin vaktiyle Namık Kemal tarafından istihza ile karşılanmış olduğunu söyler.  Bununla birlikte dilimizde kalpsiz gibi yerleşmiş ve artık maddi uzvu hatırlatmayan kavramların kullanılmasında mahzur olmadığın da ilave eder.[47]

Tenkitlerde sövmek iddiasını da redderek tartışmalarında hiçbir zaman Tahrib-i Harabat derecesinde şiddetli bir lisan kullanmadığını belirtir.

Namık Kemal, Beşir Fuad’a tekrar cevap yazar; ancak cevap geldiği zaman O intihar etmiş bulunmaktadır. Ebüzziya Tevfik hürmetli bir lisanla bunun bildirir ve cevabı yayınlamaz.

Mektubat: Bu eser de Fazlı Necib’le olan yazışmalarını ihtiva etmektedir. Daha önceden tartışmalarda geçen konular burada tekrar edilmiştir. Fazlı Necib, burada bazı itirazlarda bulunur, sorular sorar. Bunlardan biri romanda argonun kullanılmasının doğru olup olmadığı  üzerinedir. Beşir Fuad, bahsi geçen tabirlerin gerçekte argo olmadığını, fakat bir realist romanda yazarın, olayın şahıslarını kendi ifadeleriyle konuşturmak zorunda olduğu için aşağı tabakayı işleyen romanlarda zarurî olarak argo tabirlerin de yer aldığı şeklinde cevaplandırmıştır.[48]

“Romanda şahıslar aslından daha iyi gösterilirse toplumsal ahlakı düzeltmek bakımından faydası olmaz mı ?” şeklindeki bir soruya  da “hayır” der. “Çünkü önce içtimaî  yaraların tam teşhisi lazımdır. Gerçeği olduğu gibi ortaya koymalıdır. İyi göstermek pahasına da olsa hakikatler örtülürse, ahlak daha fazla bozulur. Realist romanın başka bir faydası da gelecek nesillerin bu devir hakkında yapacakları sosyolojik bir araştırmayı kolaylaştırmasıdır.[49]

              İntikad: Beşir Fuad’la Muallim Naci arasında Victor Hugo münasebetiyle cereyan eden mektuplaşmaları içerir. Yüzbir sayfa tutan bu kitap Naci’nin dört mektubu ile Beşir Fuad’in üç cevabından ibarettir. Muallim Naci’nin bu kitapta hertürlü garazkârlıktan uzak, makul bir çerçeve içinde olduğu görülür. Nitekim, Beşir Fuad’ın şiir yerine fenni hakikatleri tercih edişini makul karşılaması O’ndaki bu hakikat-severlik temayülünü gösterir.

Beşir Fuad, Naci’nin bu bakışından cesaret alarak kitabında şiir ve hakikat meselesinde ileri sürdüğü fikirler hakkında ne düşündüğünü sorar. Bu arada yanlış anlaşılmayı önlemek için kendisinin de şiir aleyhinde olmadığını söyler. Naci ikinci mektubunda önce tenkit kelimesi üzerinde bazı mülahazalarda bulunarak bir lisan bahsinin açılmasına sebep olur. Sonra Beşir Fuad’ın tenkidini istediği meselelere gelir. Naci şiir ve fennin hangisinin daha üstün olduğu sorusuna cevap verirken şiirden ziyade fenne taraftar olduğunu ima eder.[50]

Naci şiirde hayalin de lüzumlu olduğunu, hakikati  tezyin için zaruri bulunduğunu söyler. Beşir Fuad hakikati değiştirmemek şartıyla bunun mümkün olabileceğini kabul eder. Bu

mektuplardan birinde kendisinin hayal aleyhtarı olduğu zannını verdiğini, halbuki hayalin bir sanatkâr için zarurî olduğunu, ancak bunun tabiî olması lazım geldiğini izah eder.[51]

Voltaire: Beşir Fuad, yayınlanmış bu son eserinde ağırlıklı olarak dinî ve felsefî fikirlerini izah etmiştir. Bu fikirler O’nun edebî anlayışının altyapısını oluşturmuştur.

Victor Hugo ile Osmanlı edebiyatçılarının santimantalizmini ve romantizmini yıkmaya çalışan Beşir Fuad, Voltaire ile bir adım daha atarak skolastik zihniyeti yıkıp yerine pozitif ilimlerin yalnız gözleme ve deneye dayanan hakikatlerini ortaya koymak istemiştir.

SONUÇ

Beşir Fuad, birçok yeni görüşlerinin yanında natüralizm ve pozitivizmi ülkemizde ilk tanıtan aydındır. O’nun kuşağında ve O’ndan sonraki kuşakta realist ve pozitivist akımları teorik olarak ileri süren veya edebiyatta uygulamasını yapan şahısları bu sebeple Beşir Fuad’a bağlamak, O’nun takipçisi saymak sözkonusu olduğunda etkisinin ne derece büyük olduğu anlaşılır.

Fikirleriyle son dönem Türk edebiyatında bir devri kapatarak yeni bir devir açan Beşir Fuad’ın Ahmed Midhat Efendi, Muallim Naci, Selanikli Fazıl Necib, Mustafa Reşid, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Nabizade Nazım, Mehmed Celal, Ali Kemal, Kemal Paşazade Said Bey, Mizancı Murad Bey, Ebüzziya Tevfik Bey, Menemenlizade Tahir Bey, İsmail Safa, Halid Ziya Uşaklıgil gibi edebiyat dünyasından şair ve yazarlar ile Meşrutiyet yıllarından itibaren pozitivist ve materyalist yazılar yazan Ahmed Nebil, Baha Tevfik ve Abdullah Cevdet’i etkilediğini söylemek mümkündür.

Beşir Fuad’ın fikir hayatımıza getirmek isteği en önemli değişiklik, müspet ilim zihniyeti ve tartışma adabıdır.

DİPNOTLAR: 
[1[2] Bkz. Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İnkılap ve Aka Kitabevi, İst. l990, ss. 5-21.
[3] Rıza Bağcı, Bizim Edebiyatımız (Nesiller-Şahsiyetler-Eserler),Kaynak Yay., İzmir l997, s. 219.
[4] Pozitivizm kavramını ilk defa kullanan ve ilim diline sokan August Comte’a göre olayları kavrama ve açıklama faaliyetlerinde insan üç değişik safhadan geçer: Birincisi, teolojik idrak ve izaha dayanan safha ; ikincisi,   metafizik ve mücerret idrak ve izaha dayanan safha; üçüncüsü ise ilk ikisinden daha mütekâmil  olan pozitif (ilmi) idrak ve izah safhasıdır. Pozitif safhada gerçeği bulma metodu, olayların gözlenmesi, olaylar arasındaki ilişkileri bulma ve sebeplerin asıl kaynaklarına inme şeklinde olur. Comte’un bu şekilde       tanımladığı pozitivizm kavramını ilim kavramı yerine kullanıldığı açıktır. Ayrıca bkz. İhsan Sezal, Sosyal   Bilimlerde Temel Kavramlar, Birlik Yay., Ank. l98l, ss.101-102.
[5] Bu dönem aydınları arasında Batı edebiyatı denilince, yalnızca Fransız edebiyatının anlaşıldığı unutulmaması  gereken bir husustur.
[6] Rıza Bağcı, a. g. e., ss. 219-221.
[7] Batılılaşma yolunda “Şuuru Burkulan Aydın” durumuna düşen Beşir Fuad için Cemil Meriç’in şu ifaleri dikkate değerdir: “Alışkanlıklarıyla Osmanlı, kafasıyla Fransız..Beşir Fuad’ı Cizvitler zehirledi. İmanını kaybeden            o coşkun zekâ, yeni bir din buldu kendine: maddecilik. Batı’nın müspet ilimlerini naslaştırdı.
                              Kılıç bir fetih aracı değildi artık. Zafer rüyaları ancak kalemle gerçekleşebilirdi. Abdülaziz  Han’ın yaveri bu çetin kavgaya kahramanca atıldı. Ama çağdaşlarının dilini konuşmuyordu Beşir. Her  makaleyle biraz daha yalnızlaşıyor, uçurum biraz daha derinleşiyor, anlayışsızlık kine inkılap  ediyordu. Burkulan şuurunu uyuşturmak için içkiye ve kadına koştu. Nafile.. Dudaklarında günahların  buruk tadı, bezgin ve yorgun, kavgaya devam etti. Gönülle aklın, şiirle nesrin, imanla inkarın, Doğu ile            Batı’nın kavgası. O yalçın irade, bu çılgın savaşa üç yıl dayanabildi. Hayalle gerçek arasındaki uçurum,    maddecilikle doldurulamazdı. Naaşını fırlattı uçuruma. Don Kişot’u kitaplar çıldırtmıştı, Beşir’i kitaplar   öldürdü.
                              Her aydın bir cemiyetin veya cemaatin sözcüsüdür. Beşir yalnızdı;yapayalnız: karanlıklarda yanıp sönen bir şimşek.. Çorak toprağı yalayan, fakat serinletmeyen bir sağanak. Kendi kendini yiyen bir ızdırap. Yabancılaşmış Türk aydını, o metruk ve meçhul mezarın başında haşyetle ürperse, yeri.”. Bkz.        Cemil Meriç, Kırk Ambar (Rümuz-ül Edeb), İletişim Yay., İst. l998, ss.288-9.
[8] Orhan Okay, Beşir Fuad İlk Türk Pozitivist ve Natüralisti, Hareket Yay., İst. l969, s. 8.
[9] a. g. e., s.8.
[10] a. g. e., ss. 201-215.
[11] Beşir Fuad hakkında tek ciddi çalışma olarak görülebilecek a. g. e. s.92’de Orhan Okay, O’nun intihar  girişiminin birçok sebebini sıraladıktan sonra, en büyük sebep olarak şunu ileri sürmektedir: “ Son olarak   onu bedbinliğe sürükleyen, buna mukabil hayatı sevme ve bağlanma duygusu veremeyen materyalizm ve onun tabiî  neticesi olan dinsizliğin -bahusus dinin hayatta mühim bir fonksiyon icra ettiği o devirde- intihara kadar götüren bir iç buhranına sebebiyet vermiş olmasının çok mümkün olduğunu söylemeliyiz.”.
   İntihar ederken, can çekişme esnasında duydukları kaydetmekten çekinmemiş, cesedini  Tıbbiye’ye hediye etmiştir. Bkz. a. g. e. ss. 75-100 ve Ahmet Hamdi Tanpınar, l9. Asır Türk Edebiyat Tarihi, Çağlayan Yay., İst. l985,s.300.
[12] Orhan Okay a. g. e. s. 63’te O’nun Batı dillerini iyi derecede bilmesine karşın Doğu dillerini bilmediğini ifade   etmektedir.
[13] Mehmet Kaplan, bu dönemde hâkim olmaya başlayan bu felsefî anlayışlar, Beşir Fuad ve kuşağı için şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “ll. Abdülhamid devrinin istibdadı karşısında Namık Kemal neslinin    idealizmi sona erdiği gibi, Abdülhak Hamid’de başlayan  metafizik endişenin yerini Beşir Fuad’ın      öncülüğünü yaptığı pozitivist felsefe ve sığ bir materyalist görüş almıştı.”. Bkz. Mehmet Kaplan, Tevfik    Fikret, Dergâh Yay., İst. l987, s.259.
[14] Eserler hakkında geniş bilgi için bkz. Orhan Okay, a. g. e., ss.103-198.
[15] Bkz. Bilge Ercilasun, Servet-i Fünun’da Edebî Tenkit, M.E.B. Yay., İst. l994, ss. 29-60.
[16] Edebî tenkit alanında eserler veren Fethi Naci, Beşir Fuad için “En yaşlı eleştirmen“ tabirini kullanmaktadır.
    Ayrıca bkz. Fethi Naci, “İlk Türk Eleştirmeni”, Roman ve Yaşam, Can Yay., İst. l992, ss. 195-208.
[17] Orhan Okay, a. g. e., ss. 119-130 ve Bilge Ercilasun, a. g. e., ss.54-57.
[18]a. g. e., s. l40.
[19]a. g. e., s. l4l.
[20] a. g. e. , 142.
[21] a. g. e., ss. l42-3.
[22] a. g. e., s. l43.
[23] a. g. e., s. l44.
[24] a. g. e., s. l44.
[25] Bu konudaki tartırşmalar için ayrıca bkz. Cemil Meriç, “Hayaliyyun’dan Hakikiyyun’a”, a. g. e., ss.287-316.
[26] Orhan Okay, a. g. e., s. l45.
[27] a. g. e., s. l45-6.
[28] a. g. e., s. l46.
[29] a. g. e., s. l47.
[30] a. g. e., s. l47.
[31] a. g. e., s. l48.
[32] a. g. e., s. l48.
[33] a. g. e., s. l49.
[34] a. g. e., s. l49.
[35] a. g. e., s. l50.
[36] a. g. e., s. l52.
[37] a. g. e., s. l53.
[38] a. g. e., s. l53.
[39] a. g. e., s. l57.
[40] a. g. e., s. l61.
[41] a. g. e., s. l61.
[42] a. g. e., s.161.
[43] a. g. e., s. l63.
[44] a. g. e., s. l63.
[45] a. g. e., s. l64.
[46] a. g. e., s. l70.
[47] a. g. e., s. l74.
[48] a. g. e., s. l75.
[49] a. g. e., s. l76.
[50] a. g. e., s. l78.
[51] a. g. e., s. l79.
[52]

BİBLİYOGRAFYA

AKYÜZ, Kenan, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İnkılap Yay., İst. l990.
BANARLI, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı, M. E. B. Yay., C.ll.
BAĞCI, Rıza, Bizim Edebiyatımız (Nesiller-Şahsiyetler-Eserler), Kaynak Yay., İzmir l997.
“Beşir Fuad”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, , Dergâh Yay., İst. C.l.
ERCİLASUN, Bilge, Servet-i Fünun’da Edebî Tenkit, M. E. B. Yay., İst. l994.
“Gerçekçilik” Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, , Dergâh Yay., İst. C.3.
KAPLAN, Mehmet, Tevfik Fikret, , Dergâh Yay., İst. l987.
KARAALİOĞLU, Seyit Kemal, Resimli Türk Edebiyatçıları Sözlüğü, İnkılap ve Aka Yay., İst.  l982.
KARAALİOĞLU, Seyit Kemal, Tanziamattan Cumhuriyete Türk Edebiyatı Tarihi, İnkılap ve Aka Yay., İst.. 1980.
MERİÇ, Cemil, Kırk Ambar (Rümuz-ül Edeb), İletişim Yay., İst. l998.
NACİ, Fethi, Roman ve Yaşam, Can Yay., İst. 1992.
“Natüralizm”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, , Dergâh Yay., İst. C.6.
OKAY, M. Orhan, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Midhat Efendi, M. E. B. Yay., İst. l989.
OKAY, M. Orhan, Beşir Fuad İlk Türk Pozitivist ve Natüralisti, Hareket Yay., İst. l969.
SEZAL, İhsan, Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar, Birlik Yay., Ank. l981.
TANPINAR, Ahmet Hamdi, l9. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İst. l985.
YETİŞ, Kâzım, Talim-i Edebiyat’ın Retorik Ve Edebiyat Nazariyatı Sahasında Getirdiği  Yenilikler, A. K. M. Yay., Ank. l996.

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 4 eseri bulunmaktadır.