DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Ömür Dediğin / Hatice Kösecik

Vakit gecenin üçte birini geçmişti çoktan. Dönüp durduğu kanepeden kalktı sessizce,bir ah çekerek derinden . Bazen zor nefes alıyordu. İçtiği ilaçların yan etkisiydi, öyle söylüyordu doktorlar. Öyleydi ya, bu birden bire gelen ateşin, başından aşağı sanki kaynar sular dökülüyormuş gibi hissettiren bu halin henüz yoktu devası. Çekecekti, idare edeceksin dediler. Çok şükür dayanıyordu, bazen çok zorlanıyordu ama dünya böylesiydi işte, imtihan yeriydi.

Ne çok çalışmış çabalamıştı doğduğundan beri. Hep gözünün önündeydi hatıraları. Ne zordu çocukluğu ama bir o kadar da tatlıydı. Yokluk vardı ama samimiyet de vardı, huzurluydu. Zahmet olmadan rahmet olmazdı elbet, çalışmıştı hem de hiç durmadan. Ailesine bakmıştı, ana babasını kimseye muhtaç etmemişlerdi dört kız kardeşiyle birlikte. Aslında zehir gibi diyorlardı onun için öğretmenleri. Tam yetmiş yıl önce, okumalı bu çocuk öğretmen olmalı demişlerdi küçük Ayşe için. Fakat okuyamamıştı parasızlıktan, gidememişti o çok istediği öğretmen lisesine…

Bırakıp gidememişti Ayşe nine ana babasını, memleketini. Şimdi ise anılar gözlerinin önünden sanki bir tiyatro sahnesindeymiş gibi geçip duruyordu. Hüzünlendi Ayşe Nine, burnunun direği sızladı işte yine. Ne çok sızlanıyorsun diye konuştu kendiyle.

Ne tatlıydı o günler tüm zorluklara rağmen, gençti, kuvvetliydi, sağlıklıydı herşeyden önce. Taşı sıksa suyunu çıkarırdı, her işini kendi yapar kimseden bir beklentisi olmazdı. Ya şimdi? İğne ucuyla kazanmıştı hayatını, sürekli dikmiş iş yetiştirmek zorunda kalmış ama haftalık alınca da bazen bir açık hava sinemasına gidebilmişti kız kardeşleriyle. Yok be çok tatlıydı o günler dedi yine içinden.

Evlenmiş, çocukları olmuştu. Hep onlar için yaşadı, çok ince fikirli, fazla düşünceliydi her zaman. Daima hizmet etti en iyisinden, daima verdi, hiç almak bilmedi. Şimdi bakıyordu da eli ayağı sağlam olsa da gücü yetmezdi iş yapmaya, hizmet etmeye. Bu üzüyordu kendini, dışlanmış hissediyordu.  Oysa çocukları kızıyordu ona, yapma böyle anne, sen sağol başımızdan eksik etmesin Rabbimiz diyorlardı fakat yüreğine söz geçiremiyordu Pamuk Nine. Torunları “Pamuk Nine” derlerdi ona, seviyorlar her zaman aralardı onu. Fakat yine de kendisini eksik hissediyordu. Bu da endişeli bir ruh hali kandırmıştı ona.  Durduramıyordu beyninin içindeki sesleri. Temizlik yapmalıydı şöyle erkenden kalkıp evinin etrafını süpürmeliydi. Bir evin temizliği kapısından belli olur diyordu içinden. Oysa kafasının çalışıp ta bedeninin ona ayak uydurmakta zorlanması ızdırap veriyordu. Demek ki yaşlanmak böylesi bir şeydi. Aklı eriyor,  yapmak istiyor fakat eli uzamıyor. Yetmiyor gücü, takati yok. Kendini iyi hissetmiyor, artık işe yaramadığını düşünüp içine kapanıyordu. Söz dinletemiyordu beynine. Ah ayakları bir güzel yürüseydi, ah bir canı olsaydı, eskisi gibi olsaydı neler yapmazdı ki ? Oysa şimdileri her adım attığında ağrıyan dizleri, iki üç adımda nefes nefese kalışı, kısıtlanmış hareketleriyle kendini boşlukta hissediyor, hayal aleminde yaşıyordu sanki. Nasıl da hızlıca geçivermişti seksen yıl… Oysa daha dün anne babasının dizinin dibindeydi, çalıştığı zamanlar.  Ne yapmalıydı? Demişti ya Rabbimiz belli bir yaştan itibaren tekrar baş aşağı olur insan. Bu dünyaya gelen gidiyor, konan göçüyordu.

Bir gemi ayrılıyordu limandan sessizce. Gelimli-gidimli dünyaydı. İşte yalan dünya…

Yavaş hareketlerle kalktı yerinden Ayşe Nine, abdest aldı ağır ağır. Uykusu yoktu yine, onundu geceleri. Dört rekat namaz kıldı huşuyla, huzurla. Acelesi yoktu ki onun, ondan birşey bekleyen de yoktu. Yaradanıyla konuşma vaktiydi vakit. İçini dökme vakti. Oldum olası severdi geceleri, ne kadar huzurluydu geceler onun için. Görevini tamamlamayı bekliyordu artık. Zamanın dolmasını, vuslatını. Penceresinin önündeki tekli, oturmaktan yıpranmış, mor renkli ana yadigarı koltuğuna oturdu yavaşça.  Aman beli de pek ağrıyordu,  oturmak ta zorlanıyordu günden güne. Zor zanaatti yaşlılık, hem de şimdiye kadar yaptığı işlerin en zoru. Başında bembeyaz sabun kokulu namaz başörtüsüyle sevgili rahmetli anacığının bir zamanlar hep oturup dışarıya baktığı yerde oturuyordu işte. Demek ki artık zaman onun zamanıydı, beklemek, beklerken dua etmek, düşünmek zamanı kendisinindi. Elinde tesbihiyle görür gibi oldu fedakar anacığını. Bekle anacığım, kınalı Ayşe’ni bekle. Her batan güneş beni sana yaklaştırıyor dedi içinden. Elinde tesbihi,  başında bembeyaz başörtüsü,  gözünden ilk gözyaşı damlamaya başlayan Pamuk Ninenin bakışları ufka daldı. Dudakları kıpır kıpır, yavaş yavaş aydınlanan  geceye bakarken gözünden yaşlar süzülüyordu Ayşe Ninemin…

“Ömür dediğin bu işte!” diye mırıldadığı duyuldu.

Ömür dediğin!..

 

 

Bu yazıyı paylaş:

3 thoughts on “Ömür Dediğin / Hatice Kösecik

  1. Ömür dediğin!.. / Hatice Kösecik
    Sevgili arkadaşım, sonuna kadar okudum. çok güzel, eline yüreğine sağlık. devamını bekliyoruz inşallah.

Zeynep Engin için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 28 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları