DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Sevda Hanım (2) / Dr Hatice Kösecik

Yağmur hafif hafif hızlanırken içeri girdi Sevda Hanım.  “Islanmışsınız. ” dedim.  Gülümsedi: “Oldum olası yağmuru ve de yağmurda ıslanmayı severim.  Bana üzerimdeki dünya kirlerini,  içimdeki sıkıntıları,  öfkeyi,  yaşarken kafamda çok büyüttüğüm ufak tefek dertlerimi yıkıyormuş gibi geliyor.  Sevinirim böylesi yağmur kokan tertemiz havalarda.  Kim bilir belki de yalnızlığıma iyi geliyor yağmur.  Hemen herkesin derdini dinleyen ben,  kimselere anlatamazken derdimi,  yağmur taneleri anlar beni.  Biliyorum bu dünyaya herkes belli bir amaç için gönderildi,  hepimizin görevi belli şu dünya üzerinde.  İyi ama doktor hanım,  beni bulmak isteyen hemen bulur da benim ihtiyacım olduğunda neden bulamam ki ben kimseyi? Elimde değil bazen üzücü oluyor bu durum benim için. İşte o anlarımda yağmur yetişiyor imdadıma,  konuşuyorum her bir tanesiyle,  mutlu oluyorum,  bir an için geri geliyor yaşama sevincim sanki.”

Bir yandan da ceketini çıkarıp koltuğa oturdu.  Hüzün-ümit karışımı bir yüz ifadesiyle.

“Nasılsınız? Neler yaptınız görüşmeyeli?”

Belli belirsiz bir tebessümle: “Herşeye rağmen yaşamaya devam ettim,  daha çok susup gözlemledim. Dediklerinizi yapmaya çalıştım,  her fırsatta suyla konuştum,  abdest alıp özellikle geceleri dua ettim. Eşimle konuşamadık tabi ki,  çünkü işlerinden bana zaman ayıramadı,  ben de bu sefer üstüne gitmeyip,  içime döndüm. Buna rağmen daha iyi hissediyorum,  ümidimi kaybetmek istemiyorum.” dedi.

“Henüz yolun başındayız,  sabırlı olup emin adımlarla ilerlemek gerekiyor.  Eğer bir ailede,  herkes kendi sırrını kalbinin derinliklerine gömüyor,  kimse kimseye açılamıyor; buna rağmen her şey yolunda gidiyormuş gibi davranıyorsa; o ailede her türlü çirkinliğin sinsi gölgeleri dolaşıyor demektir. Öyle zaman olur ki konuşmayan aile bireyleri birbirleri hakkında suizanda bulunmaya başlarlar çünkü.  Negatif varlık devreye girer ve de en çok sevdiği şeyi zevkle yapar. Aileyi yıkmak.  İşte amacımız buna meydan vermemek,  çatışmalı da olsa eşlerimizle iletişimde bulunmaktır.  Ailede çocuklar da var ve güven ortamı oluşmamış ise,  o aile kötülerin oyuncağı haline bile gelebilir. ”

– Bana bu hafta içinde aldığınız notlardan bahsetmek ister misiniz? Sizi üzen,  sevindiren olaylardan.  Olumlu,  olumsuz ne varsa.

Küçük kırmızı kaplı süslü bir not defterine yazmıştı Sevda Hanım. Konuşma sırası ondaydı artık,  anladığım kadarıyla dert ablası olan öğretmenimiz belki de ilk defa kendinden söz edecek,  derman arayacaktı.  Bir insan konuşmaya karar verir ve de samimi bir dinleyici bulursa yarı yarıya iyileşmeye başlamıştır.  Ama şu devirde dost diyebileceğimiz insanlar birbirlerini bulamazlarsa dinlemek işi biz hekimlere kalıyor.  Tarafsız olarak,  yargılamadan,  sadece dinleyerek,  karşındakinin gönül sesini duymaya odaklanarak,  kalbi hislerle…

“Doktor hanım,  benim mütevazi bir ailem vardı.  İşine bağlı bir babam ve de kendini çocuklarına adamış bir annem.  Dışarıdan bakılınca mutlu bir çocukluk geçirdim sayılır.  Sanırım çok bilgili değildim hayat hakkında belki de gözümü yumup,  kafamı kuma sokmuştum deve kuşu misali.  Kimseye kendime bile ifade edemediğim bir gerçek vardı ki,  çok acı ama babamın babam olmasından nefret ediyordum.  On beş yaşımdan beri.  Ondan önce severdim babamı,  anneme buz gibi davranmasına rağmen.  Sanki yoktu annem babamın gözünde,  oysa annem çırpınırdı babama hizmet edebilmek için.  Çok severdi eşini.  Hala daha da öyle yaşayıp gidiyorlar. Ben artık çok fazla ziyaret edemiyorum onları,  hem uzaktalar hem de şimdi anlatacağım olaydan dolayı.  Bu bende yıllardır kalan bir sır,  sık sık kendime bile hatırlatmaktan korktuğum bir sır.  Çocukların kalp gözleri açık olurmuş,  kirlenmemiş duygularından dolayı derler.  O zamanlar apartmanda bir komşu aile vardı. Annemin sıkı arkadaşıydı,  dert ortağıydı bir çeşit o kadın.  Sık sık bize gelirdi,  iki de küçük çocukları vardı.  Eşi öğretmendi.  Zamanla ailece görüşmeye başladık.  Daha çok onlar gelirler,  çay meclisleri yapılırdı evimizde.  Eşini severdim ama o kadının bize gelmesini ve de annemle arkadaş olmasını hiç istemiyordum.  Anneme itiraz ederdim sürekli,  onlar da gelmesinler biz de gitmeyelim diye.  Hele babalarla hiç görüşülsün istemezdim.  Çocuk kalbim hiç ısınamamıştı o insanlara,  özellik le de hanıma.  Çünkü ailece bir araya geldiğimizde abartılı tuhaf derecede parıltılı kıyafetler giyerdi o kadın.  Annem ise her zaman olduğu gibi çok sade ve de gösterişsiz olurdu. Benim her zaman anneme karşı soğuk olan babam sohbet ederdi ve de gülerdi ona. Ben de çok kıskanırdım,  bizimle böyle konuşmaz,  yüzümüze bakmaz,  hele annemi hiç önemsemezken babamın o kadınla hoş sohbet etmesi sinirime dokunuyordu.  Anneme sorardım,  oralı olmaz,  belki de anlamaza gelirdi.  “Arkadaşız kızım biz,  sen küçüksün.” derdi.  Oysa tuhaf bir durumdu bizimki,  babama kızıyordum ilgisini bize karşı göstermiyor diye. Eğer ona karşı gelsem,  hemen bağırmaya başlar sustururdu beni.  Bir gün okuldan eve gelirken gördüm babamla o kadını.  Gayet samimi bir şekilde konuşuyorlardı,  anlamadım önce,  kabul etmedi çocuk yüreğim ama beraber arabaya binip gittiler.  Nereye ve de neden gitmişlerdi? İki evli ve de çocukları olan insan.  O gece babamın eve gelmesini bekledim,  belki bir açıklama yapar komşu teyzeyle bir yere kadar gittiklerini söyler anneme diye düşünüyordum.  Ama babam ne o gece ne de başka bir zaman açıklama yapmadı.  Anneme hiçbir şey söyleyemedim,  neden bilmiyorum,  belki kendimce annemi korudum,  üzülsün istemedim.  Ama kendisi anlasın diye çok uğraştım anlamadı ya da olaya göz yumdu.  Küçük bir kızdım,  dünyam sanki başıma yıkılmıştı.  O günden beri hep mesafeli oldum babama ve de belli etmeden izledim onları.  Komşu kadının eşi mi ne yaptı? Ona da halen anlam veremiyorum,  benim anladığım bir olayı farketmemiş olamaz diye düşündüm hep ama işin içinden çıkamadım.  Yıllar geçmesine rağmen her iki tarafın evliliği de devam ediyor yasak ilişkisi de.  Şu gözlerimin gördüklerini unutmaya çalışıyorum,  susuyorum,  içim içimi yiyor fakat paylaşamıyorum bu bilgiyi.  Benden bilmesin istiyorum annem,  yıkılmasın,  hayatının koca bir yalan olduğunun farkına varırsa yüreği dayanmaz artık.  Bu nedenden dolayı sık gitmiyorum yanlarına,  zaten eşime de bahsetmedim bu olaydan.  Benim ailemi her fırsatta küçümseyen eşimin eline malzeme vermek istemem.” dedi ve gözlerini yere çevirdi Sevda Hanım.

Çocuk kalbiyle edindiği bilgiyi belki de 20 yıldan fazladır içinde saklıyor,  belli ki ızdırap verici durumdan nasıl çıkacağını bilemiyordu.  Muhtemelen eşiyle olan ilişkisini de etkiliyordu bu durum.  Bilebildiğim bir şey vardı ki bize anlatmaya karar verdiği andan itibaren olayı tekrar hatırlayıp yüzleştiği ve de bu beyninin artık daha sakinleşmesini sağlayacak olmasıydı. Annesine söyleyememenin vicdan azabı da vardı içinde.  Ama o çocuk haliyle evini korumak istemiş,  anneyi koruma adı altında aslında kendisini gözetmişti.  Yuvanın,  kurulu düzenin bozulması o dönemde işine gelmezdi çünkü.  Anne baba ayrılmaya karar verir ve de bunu çocuklara söylerseler,  çocuk aklıyla ben ne olacağım diye düşünmesi normaldir yavruların.  Bir nevi çocuk bencilliği diyebiliriz bu duruma.

Yüzünü kaldırdığında kızarmış gözleri ele verdi onu,  ağlıyordu işte.  İçindeki zehir artık dışarı çıkacak bir yol bulmuştu,  iyi olacaktı.  Yaranın kabuğu kalkmış kanıyordu,  hastamızı yıllardır üzen,  elini kolunu bağlayan sırrı gün ışığına çıkmıştı.  Artık tamir vaktiydi. Bizimle iş birliği yapması onun iyileşmeyi istemesi demekti.  Ümitsizlik yaramazdı inanana.  Bu dünyanın imtihan yeri olduğunu idrak edebilmek ve de seyreylemek gerekiyordu aslında.  Kahrın da hoş lütfun da,  diyebilseydi insan,  bilebilseydi zamanla yaraların sarılması daha kolay oluyor.  Bunları dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık Sevda Hanıma.

“Anladığım kadarıyla anneniz sineye çekmiş,  bilmiş ama bilmemiş görünmüş. Sırf yuvası yıkılmasın diye,  ele güne karşı mahçup olmamak için de  susup izlemiş.  Kim bilir ne kadar acı çekiyordu. Babanızın buz gibi soğuk ve de donuk olduğunu söylemiştiniz daha önce.  Görünen bir yuva var,  bireyler içinde fakat suskun,  sessiz,  bir çeşit parçalanmış aile.  İletişimin hiç olmaması en kötüsüdür.  Bireyler bırakmıştır birbirlerini,  belki de sadece anneniz çabalamak durumundaydı,  o da sonuç vermemişti.  Parçalanmış,  kopmuş olan ailelerde en ağır bedeli çocuklar ödüyorlar. Huzurlu ve sıcak bir aile ortamından mahrum kalan çocuklar,  maddi yönden her çeşit ihtiyaçları karşılansa bile,  daima sevgi ve şefkat açlığı çekerler. Bu sevgi açlığı,  ruhsal tatminsizlik ve iç sıkıntıları doğurur.  Ruhsal bunalımlar çocukta ya içine kapanma ya da topluma başkaldırma şeklinde ortaya çıkabilir.  İçine kapananlar aşağılık duygusu çeken ve özgüveni olmayan tiplerdir. İsyan edenler ise çevrenin mutluluğunu kıskanır,  kınar,  intikam almak isterler. Siz hangi tipe giriyorsunuz?”

“Ben kendimi anlamaya çalıştım hep.  Anneme benim için çok saygılı,  sessiz,  terbiyeli çocuk derlerdi.  Oysa fırtınalar kopardı içimde. Babama karşı kin duymaktan kendimi alamıyordum.  Babamın yokluğu bütün şiddetiyle içimi yakıp yıkıyordu. Sokağa çıkmaktan utanıyordum,  erkeklerden,  okulda erkek öğretmenlerimden nefret ediyordum. O vakit çocuk ruhumda çektiğim acıyı anlatamam size. Bu duygularla,  ruhumdaki gelgitlerle büyüdüm,  çok konuşmaz,  hiç arkadaş edinmezdim. Babamdan boşalan eksikliği eşimle doldurmaya çalıştım.  Ender önceleri çok sevecendi bana karşı,  şefkatli ve sevgi dolu halleriyle ilk ilgimi çeken erkek oldu.  Zaten evlenmek benim için hayaldi,  korkuyordum erkeklerden.  Bunu Ender’e de söyledim,  fakat üzerime o kadar çok geldi ki,  küçük sürprizler yapardı her gün.  Beni şaşırtırdı,  benimle konuşur,  konuşurken gözlerime bakardı.  Sohbet edebiliyorduk kendisiyle ve bu benim zamanla çok hoşlandığım bir durum olmaya başlamıştı.  Hatta ben ona açık açık söyledim,  evlenmenin bana göre olmadığını,  büyük bir sorumluluk olduğunu,  düşünmediğimi.  Buna rağmen üç ay boyunca dil döktü,  mektuplar yazdı,  mesajlar attı.  Ve işte evlendik,  bu haldeyiz,  gerekli ihtiyaçlar dışında konuşamayan,  ne kadar çok çabalasam da zırhını delemediğim bir Ender’le tanıştım.  Hem de evliliğimizin ilk üç ayında.  Ender bana verdiği sözleri hemen unuttu,  tamamen farklı bir kişiliğe büründü.  Hangisi kendisi bilemedim,  hep kendimi suçladım,  benim yüzümden mi değişti diye.  Hatırlattığımda ise “O zaman geçti gitti,  unuttum ben sen de unutsan iyi edersin.” dedi.  Annesine ne kadar bağlı olduğunu,  onsuz hareket edemediğini de anladığımda ipler kopmaya hızla devam etti. Aynı şehirde ayrı evlerde oturduğumuz halde uzaktan da olsa hep evimize müdahil oldu kayınvalidem. Onu size anlatabilir miyim bilmem,  şu kadar söyleyim,  ilk zamanlar giyeceğim iç çamaşırına kadar karışıyordu. Çamaşırlarımızı bile kendisi almak isteyen bir anne hayal edin doktor hanım.”

Zaten zor bir çocukluk geçiren Sevda Hanım,  bir de eşinin annesi tarafından baskı altına alınmıştı. Anne ömrünün biricik meyvesinden kopmak istemezse,  hele bir de burada olduğu gibi baskın karaktere sahipse işler karışır taze evlilerde. Hepimiz insanız,  beşeri ihtirasların,  kıskançlık duygularının,  kötü zanların tesiri altındayız.  Akıllı,  faziletli,  kendini bilen insan,  Allah’ını bilen insan bu negatif duygularını bastırmasını bilmelidir. Bu konuyu daha çok açmamız gerektiğini anlamış bulunmaktayım.  Ama şu anda bir nokta koyduk buraya,  geri dönmek üzere.

“İnanmak başkalarına güvenmektir. Mutluluk sükûn bulmaktır.  Babanızla olan durumdan dolayı aslında evlenmek istemediniz. Fakat Ender Bey sizi koruyup kollayacak güçte olduğuna inandırdı ve kendisi de inandı buna,  evlendiniz.  Sonra hemen değişti,  asıl yüzü,  fıtratı ortaya çıktı aslında. Daha fazla saklayamadı kendini.  İki güzel ve de sağlıklı çocuğunuz oldu,  şimdi buradasınız.  Asıl istediğiniz nedir? Tamam mı devam mı? Önümüzde bir süreç var,  biz iyiliği tercih ettiğinizi biliyoruz.  O yönde olumlu adımlar atmalıyız. Şunu bilmeliyiz ki biz haklı olmak mı mutlu olmak mı istiyoruz? Önemli olan mutlu ve de huzurlu olabilmektir. Gerçekten  mutlu görünen insanların bile kötü günleri,  sorunları,  hayal kırıklıkları vardır ve de kalpleri kırılır.  Aynı sizin olduğunuz gibi. Olumlu ve olumsuz tüm duygular aslında geçicidir. Mademki imtihan için geldik bu dünyaya,  yaşadığımız andaki duygularımızı da kabul etmeyi başarabilirsek eğer sessizce,  daha kolay olacak işlerimiz.  Daha yaşanır olacak dünyamız.  Bize yaşatılan duygular ve yaşatan kişiler de aslında rollerini yapıyorlar,  onlar olmasa da biz aynı olayı belki farklı bir kişilikle yine yaşayacaktık.  Kader burada devreye giriyor,  kabullenmek en doğrusu.  Karamsar,  kötü dönemlerimizi de kabullenebilirsek eğer zamanı geldiğinde yine mutlu huzurlu olacağımızı bilip dert etmemeliyiz. Zaman en iyi ilaçtır,  sadece beklemek gerekir bazen.

Kendinizi kötü hissettiğinizde karşı koymak yerine gevşemeye çalışın.  Olumsuz duygulara karşı koymak yerine zarafetle ve sessizce durumu kabullenmek ve bu durumun da zamanı gelince geçeceğini bilmek iyi gelir insana.  Bunun için bu hafta size yeni bir ödev veriyorum. Babanızla yaşadıklarınızın evde eşinizle ilişkisine yansımasına izin vermeyin lütfen.  Babanıza sinir sisteminizde sürekli takılı olmaktan vazgeçmelisiniz öncelikle.  Özellikle gece olduğunda,  yataktan kalkıp abdestinizi alın serin bir suyla. O saatte suyla gelen şifayı hissedin vücudunuzda. Sakin bir köşeye oturup,  önce derin bir nefes alın,  sonra yavaşça verin. Her nefes alıp verişinizde vücuduzun gevşediğini hissedin. Beynimize ne verirseniz onu kabul eder unutmayın.

Bugün anlattıklarınızı,  zamanında yaşadıklarınızı,  tüm gerçekliğiyle gözünüzün önüne getirin.  Ve tekrar derin bir nefes alıp verdikten sonra,  kiminle sıkıntınız varsa,  bu durumda öncelikle babanızı gözünüzün önüne getirin,  onun hayaline bakın,  yanına annenizi de koyun ve yine bir müddet bakın.  Sonra şöyle söyleyin kendinize; “Bu olayları yaşamam gerekiyordu,  yaşandı ve de bitti,  şu anda evliyim,  korumam ve de mutlu olmam gereken bir yuvam ve de eşim,  çocuklarım var. Beynimde bu olaylarla yaşamaya devam etmek istemiyorum,  olaylara da takılı kalmaktan vazgeçiyorum. Ve de içinizden geldiğince dua edin,  ağlayın,  Yaradana içinizi dökün,  dökün ve de bilin ki sizi duyan var.  Gecenin bir yarısı,  sizi dinleyen olduğunu bilerek,  iyilerden olmayı dileyerek dua edin. Kuluna kafi değil midir Rabbimiz? Öyle bir kapıya gittiğinizi bilin ki boş çevirdiği görülmemiş kimseyi.

Ve her gece yatarken söyleyin Sevda Hanım,  Rabbim beni görüyor,

Rabbim bana bakıyor,  Rabbim beni seviyor diye. Bu sizin zikriniz olsun.

Bunları söylerken ağladığını hissettim hastamın,  kolay değildi ki kabuğu koparmak merhem sürmek…

Hiç kolay değildi kendine olan güveni olmadan yaşayabilmek,

Ve gerçekten zordu eşi tarafından görülmemek,  duyulmamak,  dinlenilmemek.

İçinde kopan fırtınalara rağmen yola devam edebilmek.

Sevgi yoldaşınız olsun Sevda Hanım,  ümit en yakın dostunuz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş:

One thought on “Sevda Hanım (2) / Dr Hatice Kösecik

Semiramis için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 28 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları