DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Sevda Hanım (3) / Dr Hatice Kösecik

 

İnsana yaşama sevinci veren tatlı bir bahar havası var bugün. Baharla beraber yeşillenen ağaçlar rengarenk çiçekleriyle ümit veriyor sanki.  Yaşam sürekli bir değişim içinde. Her şeyin bir başlangıcı ve de bir sonu var. Tüm ağaçlar bir tohumla başlar ve zamanı geldiğinde tekrar toprağa dönüşür. Kaya parçaları oluşur ve de yok olur.  Sonra yine oluşur. Bedenlerimiz de doğar,  vakti gelince gider. Sessizce bir gemi ayrılır limandan. Kor düşer geride kalanın içine,  düşer de yine de anlamaz insan. Yaradan istemezse bir yaprak bile kıpırdamazken biz yaratılan neyin savaşını veririz şu koca dünyada.  Hem de yalan dünyada. “Dünya üç gündür: Dün,  bugün,  yarın…” diyen Geylani Hazretleri ne güzel söylemiştir. Öyle ki bazen yıllar akıp geçiverir insan için, gerçek anlamda hiç yaşamadan; sonra da bütün bir yaşam sığıverir bir saatin içine…

Zilin çalınması Sevda Hanımın geldiğinin habercisiydi.  Bu hafta bir kere de telefonla görüşmüştük kendisiyle.  Sesi oldukça iyi geliyordu.  Eşiyle yıllar sonra gerçek anlamda ilk defa,  birbirlerinin gözlerinin içine bakarak konuşmuşlar,  güzel vakit geçirmişler.  Tabi çok mutlu olan Sevda Hanım bizimle paylaşmak istemişti.  Sesinde coşku vardı,  konuşurken gülümsediğini hissettim.

Elindeki çiçeği bana uzatırken,  “Bu sizin için.” dedi.  Zarif hastam Sevda Hanım tıp bayramını kutluyordu.

“Yaşam bir pabuç gibidir,  eğer ayağına uyduramazsan bütün ömrün ahh! Off! Çekmekle geçer.” diye bir söz okudum buraya gelmeden önce.  Ve kendime söz verdim,  ne olursa olsun,  dediğiniz gibi yaşamı olduğu gibi kabul etmeliyim.  Ayakkabımın ayağımı sıkmasını istemiyorum.

Yerine oturup,  not defterini çıkaran sevgili öğretmenime teşekkür ettim çiçekler için. Bu hareketi ne kadar naif bir insan olduğunu bir kere daha gösterdi bana.

-Sizi mutlu gördüm Sevda Hanım,  hatta mutluluğunuz yüzünüze yansımış. Neler yaşadınız bu hafta?

– Ender benim size geldiğimden beri ona çok söylenmediğimi fark etmiş. Bir öğle arası okula geldi,  biraz konuşup bir şeyler yemek için. Bu benim hiç beklemediğim bir hareketti,  ama aslında hep istediğim.  Beraber geçirdiğimiz bu bir saat bana eski günlerimi hatırlattı.  Ona olan sevgimi, ilk heyecanımı.   Pek fazla konuşamadık,  ikimiz de sanki kelimelerimiz tükenmiş gibi sessizce yemeğimizi yedik. Belli ki uzun zamandır sohbet etmeyen bizler acemisi olmuştuk beraberliğin.  Benlikten çıkıp biz olamadık ama yine de güzeldi benim açımdan. Çünkü sevgiye ulaşan yolun kapısının gerçek anahtarı,  sevdiğini kulaklarından önce kalbinle dinleyebilmektir diye okumuştum bir yerlerde,  ben de öyle yaptım.  Önceden olsa,  kızardım,  sabırsız davranır,  neden geldin? Niye konuşmuyorsun? Ne istiyorsun? diyebilirdim,   bizi ihmal ettiğini düşünüp de… Öyle yapmadım,  derin bir nefes aldım,  verdim. Birkaç kere tekrarladım,  sakin olmam gerektiğini telkin ettim kendime. Ve de dinledim eşimi,  belki de bana söyleyemediklerini,  kalpten söylemek istediklerini ama diyemediklerini… Fazlaca bir hayale mi kapıldım sizce? Abartılı mı sevindim,  erken mi sevindim? Ender iyi bir insandır fakat biz yıllar vardır böyle onun isteğiyle bir araya gelmedik.  Çünkü bizim ailemizde Ender istediği zaman bir şeyler paylaşırız, o isterse gezeriz ama onun istediği yerleri. Olsun bu bile benim için çok fazla sevindiriciydi.  Ümitlendim işte ne bileyim. Fazlaca saf mı davranıyorum?

– Eşiniz sizin çabaladığınızı görüp bir adım atmış,  hem de sizin ondan hep istediğiniz bir şeyi yapmış.  Bir kahve molasından daha uzun vakti beraber geçirmiş,  evliliğinize yatırım yapmış aslında. Sevinmekte haklısınız, görünen o ki doğru yoldasınız. Sevda Hanım,  sizin evlilik olayına ön yargıyla bakmanızın altında babanızdan başka bir sebep daha var mı,  hatıralarınızda olup da sizi rahatsız eden bir olay,  bir kişi mesela?

Sustu ve başını öne eğdi Sevda Hanım.  Dudaklarını ısırmaya başladı. Sessizliğinden geçmişe gittiğini anladım,  düşünüyordu. Başını kaldırdı,  gözlerini sildi.

– Ben on yaşlarındayken çok sevdiğim teyzem evlendi.  Teyzem benim için özeldi her zaman. Oyunlar oynar,  kitap okurduk beraber.  Yakın oturuyorduk,  sık görürdüm onu.  Bir gün evlendi ve yirmi gün sonra her yanı yara bere içinde,  kolu kırılmış olarak geldi evimize.  Annemin çılgına döndüğünü,  ağladığını hatırlıyorum.  Beni odama yollamışlardı ama konuşulanları duymuştum.  Evlendiği adam annesiyle yaşıyordu. Anne babası küçükken ayrılmışlardı.  Bunu biliyorduk zaten,  aynı evde kalacaklar diye söylenmiş,  teyzem de kabul etmişti.  Düğünden beri yirmi gün boyunca teyzemi dövmüş adam,  şiddet uygulamış,  hakaret etmiş.  Ona ayrı oda vermişler,  geceleri orada yatarmış teyzem.  Bir gece su içmek için odasından çıkmış ve anne ile oğlunu aynı yatakta görmüş.  Bunun üzerine ne yapacağını şaşıran teyzem gece çıkıp bizim eve gelmişti işte.  O günden sonra evde hep bu konu konuşuldu yıllarca.  Artık hayat dolu teyzem yerine,  gözleri hep kapalı,  sürekli uyuyan,  uyumasa da yataktan çıkmayan,  konuşmayan,  gülmeyen birisi gelmişti eve.  Hep hap içtiğini hatırlarım teyzemin ve bir gün odasından hiç çıkmadı teyzeciğim. Kendisini çarşafla odadaki boruya asmıştı. On iki yaşımdaydım,  kalbim duracaktı o anda.. Ben oyun arkadaşımı,  beni anlayan bir sevdiğimi kaybetmiştim. Yaşamı çok seven,  insanları seven teyzem yoktu artık.  Bu günden sonra sanırım evlilikten korktum hep,  evlenmek istemiyorum dedim kendime. Hala daha bazı geceler onu rüyamda görüp kan ter içinde uyanırım.  Elimi uzatırım ona ama hep kaçar teyzem,  sanki karanlıkta yutulur gider. Bomboş bakar görürüm onu,  üzgün,  konuşmaz benimle.  Bakar sadece.  O zamandan beri korkuyorum insanlardan.  Normal görünüp de hasta olanlar vardır diye.  Arkadaş edinmek istemedim uzun bir süre.  Zaman her derdin ilacı,  közleniyor,  sönüyor ateş ama izi kalıyor işte.  Kiminle arkadaş olsam,  acaba bana zararı dokunur mu diye düşünüyordum,  bu durum beni insanlara güvenemeyen,  korkan,  arkadaş olamayan bir hale sokmuştu.  Sanırım iyi bir dinleyici olduğum için,  dinlerken kimseyi de yargılamadığımdan dolayı çevremdekiler beni sır ortağı olarak gördüler. Bu şekilde lise ve sonrası üniversite hayatım hep korku dolu geçti.  Sevmekten,  içimi dökmekten korktum,  uzak durdum insanlardan. Ender belki beni evlenmek için zorlamasaydı, üzerime düşmeseydi bu denli,  bir evliliğim ve çocuklarım da olmazdı. O zamanlarda beni anladığını düşünüyordum eşimin, “ruh ikizim” diyordu benim için,  belki de suskun,  ürkek halim çekmişti onu kendine. Belli ki o da beni yakın hissetmişti,  çünkü sohbet edebiliyorduk,  her şeyden saatlerce konuşurduk. Ama bu hali evleninceye kadarmış. Sanki bir şey oldu da rüyadan uyandık.  Oysa ben kendim hakkında eksik ya da yalan bir şey söylemedim Ender’e.  Evlilikten korktuğumu,  düşüncelerimi anlatmıştım. Buna rağmen ısrar etti Ender. Her şeyin güzel olacağını,  beni yalnız bırakmayacağını söylemişti.  Şimdi düşünüyorum da hayatım boyunca olmadığım kadar mutlu olmuştum,  evlilik öncesi o ilk zamanlarda. Ya şimdi ne oldu doktor hanım? Neden böyle bir tarafı eksik,  kolu kanadı kırık kuş gibi hissediyorum?

– Eşinizin başından beri iyi bir insan olduğunu söylediniz,  Sevda Hanım.   Size ve çocuklara şiddet eğiliminde değil,  eve zamanında geliyor,  yemeklerde beraber olmaya çalışıyor.  Genelde sessiz kalması,  daha çok içinde yaşaması,  sadece hayati görevlerini,  sorumluluklarını yerine getirmesi dışında sizinle nitelikli beraberlik geçirmiyor. Ve bu durum sizi hırpalıyor,  eşinizden size doğru bir sevgi akımı olmadığını düşünüyorsunuz. Doğru mu anladım? Dışarıdan bakılınca Sevda Hanım,  şiddet gören,  eve para bırakmayan,  eve gelmeyen eşleri olan kadınların yanında iyi durumda sayılırsınız. Hatta öyle ki evliliğinde şiddetli geçimsizlik ve de huzursuzluk yaşayan arkadaşlarınız sizin durumunuza özenebilir bile. Fakat her ailenin kendine özel bir yapısı vardır. Çevrenizde belki de öyle kadınlar vardır ki evde her şey mükemmel gidiyormuş gibi davranır,  özgüveni tavan yapmıştır,  giyinir,  süslenir,  hayatın tadına varmış görünür. Öyle bakımlıdır ki siz kendinizi onların yanında sönük hissedebilirsiniz,  bu imajı verirler çevrelerine.  Oysa kazın ayağı öyle değildir Sevda Hanım,  bilin ki bir kadın ne kadar dış görünüşüne önem verir,  çok ama çok bakımlıdır,  eksiği yokmuş imajı vardır sanki.  Oysa yalnızdır o kadın iç dünyasında,  egosunu tatmin edebilmek için,  eşiyle olan sorununu gizleyerek,  hiçbir şey kötü gitmiyor izlenimi vererek iyileşmeye çalışıyordur aslında.  Yardıma ihtiyacı vardır,  bağırıyordur dış görünüşüyle,  hareketleriyle.  Onu ancak ehil bir hekim ya da tecrübeli bir yaşamış anlar.  Bunlara bakarak mutsuz olmamalı kadınlar.  Siz de kendi yaşantınıza göre tabi ki haklısınız. İstedikleriniz bir ailede,  seven bir eşte olması gereken,  arzulanan şeyler. Sevmek istiyorsunuz,  sevdiğinize ilginizi gösterip sevildiğinizi ruhen duymak istiyorsunuz. Bu sizin de eşinizin de en doğal hakkınız.  Bazen eşler gerçekten çok iyi,  güzel ahlaklı insanlardır ama bir arada,  aynı evde yaşamayı beceremezler. Evlilik öncesi gençlerin ilgisi hep birbirlerini memnun etmeye yöneliktir. Evlendikten sonra ise tarafların zaafları,  kontrolsüz hareketleri daha çok dikkati çeker. Eşler arası çekim gücünün ana maddesi sevgidir. “Sevgi dünyayı döndüren güçtür.” demiş bir filozof.  Çiftin birbiriyle ilgili ilk izlenimleri olumluysa,  zamanla sağlıklı bir ilişki ortaya çıkması olasıdır. Aradaki ilişki iyi ise sevgi çoğalır.  Eşler arasındaki sevgi zamanla güven hissini doğurur. Fakat eşine güvenemeyen kişi ne onu sevebilir ne de ona saygı duyabilir. Bu ilişkide korku hâkim olmaya başlar ve her an karşı tarafın kendisine bir zarar verebileceği fikri beynini kemirir. Bu durum aslında hastalıklı bir düşüncedir. Kişinin ruh sağlığına ve de evliliğine ilk darbe vurulmuştur artık. Bir çeşit silahın pimi çekilmiştir. Olumsuz düşünceler negatif güçlerin etkisiyle de beyni yer bitirir.

Evlilikte sevilme ihtiyacı da çok güçlüdür. Özellikle kadında daha güçlüdür bu duygu. Eşlerden biri eşinin sevilme ihtiyacını karşılayamazsa gözle görülür problemler ortaya çıkar ve de psikolojik rahatsızlıklar oluşur. Böyle bir durumda sevilme ihtiyacını karşılayamayan kişi,  sizin durumunuzda eşiniz Ender Bey’de bu duygu hiç mi yok,  yoksa Ender Bey sevgisini ifade edememe sorunu mu yaşıyor? Ya da siz Ender Beyin size verdiği sevgiyi algılayamıyor olabilir misiniz? “Eşim bana şöyle davrandı,  çünkü beni sevmiyor.” diye düşünmek ilk başta hem daha kolay hem de mantıklı gelir insana.  Özellikle kadınlar bu duyguya daha çabuk kapılırlar. Bu da kadınların fıtratındandır.  Evliliği devam ettirebilmek için öncelikle kişi kafasında bu birlikteliği kabullenmeli,  evliliğin ilahi bir terbiye olduğunu anlamalı,  kendini,  eşini tanımaya çalışmalıdır. Duygularının renginin farkına varmalı,  karşı tarafın üzüldüğü,  endişelendiği,  kızdığı,  hoşlandığı durumları algılayabilmelidir.  Kişi,  özellikle kadınlar,  anlaşamazsam boşanırım fikriyle evlenirlerse bir gün gelir boşanırlar. Çünkü bu tip evliliklerde,  valizleri kapı arkasında onları beklemektedir her an hazır vaziyette.  İnsan beynine ne verirse onu alır,  doğru söylerse doğruyu,  yalansa yalanı.  Beyin üretir,  bekler zamanı,  olumlu düşünürsek uyumlu bir hayatımız ve de mutlu bir beynimiz olacaktır. Sevda Hanım öncelikle siz valizinizi kapı arkasından kaldırmalısınız.  İçtenlikle ve de özenle devam etme kararı almalısınız ki beyninizde sizin bu kararınıza uygun olarak iletişime geçsin.

Su üzerine yazı yazmamak için Sevda Hanım,  emin adımlarla ilerleyelim. Eşinizin farklı olmasını istemektense onun en güzel özelliklerini düşünmeye çalışın.  Her evliliğin yapısı da farklıdır unutmayın.  Çünkü içinde yaşayan kişiler farklı,  roller farklı,  sahne farklıdır. Kendinizi “keşke hayatım daha farklı olsaydı” tuzağına düşmek üzere hissettiğinizde,  bir adım geri atın ve düşünün.  Yeniden başlayın. Derin bir nefes alıp sahip olduğunuz şeyleri hatırlayarak şükredin. İsteklerinizin yerine elinizdekilere odaklanırsanız,  arzularınızın birçoğunu zaten elde etmiş olduğunuzu görürsünüz. Eşinizin iyi yönlerinin de olduğunu fark ederseniz,  size daha sevecen davrandığını göreceksiniz.  Mevcut konumu kabullenmek,  bu benim imtihanımdır diyerek Yaradan’a sığınmak rahatlatacaktır. İnsanoğlu düşünce tarzını değiştirip,  istekleri yerine elindekilerle yetinirse huzura kavuşacaktır.

Başkalarının kusurları üzerinde durmayın. Eşiniz hakkında olumsuz düşüncelere kapıldığınızda,  oturup onun sevdiğiniz yönlerini yazın ve sonra okuyun. Size şiddet uygulamadığı için,  sağlıklı olduğunuz,  muhteşem çocuklarınızın varlığı için,  ve hala hayatta olup hatalarınızı düzeltmeye fırsat verildiği için.   Belki de okuduktan sonra tam da aradığınız kişiyle evlendiğinizi düşünmeye başlarsınız. Düzenli soluk alıp vermek sinirleri yatıştırmanın en iyi yolu unutmayın.  Zorlandığınızda bir köşeye çekilip biraz mola vermek iyi gelir insana. Mola verin Sevda Hanım,  belki beş on dakika kadar. Bir elinizi yüzünüzü yıkayıp abdest alacak kadar,  Yüce Yaratıcıya sesinizi duyuracak kadar,  belki biraz da içinize dönüp sessizce dua edecek kadar…

Mutluluk bir varış noktası değildir,

Mutluluk yolculuğun ta kendisidir.

Yolunuz her daim açık olsun,

Huzur yanı başınızda nöbet tutsun.

Gönlünüz sevgiyle dolsun.

Görünenin ardını idrak edebilmek dileğiyle…

 

Bu yazıyı paylaş:

2 thoughts on “Sevda Hanım (3) / Dr Hatice Kösecik

  1. Harikasın Hatice hanım harika..
    Bundan güzel terapimi olur.. Sevda hanim hikayesi tüm okurlarımıza güzellik katacaktır..Yüreğinize sağlık..kaleminiz hiiç susmasın.. esenlikler dilerim doktor hanım..😊

  2. Artık face takipte zorlanıyorum dergiye abone olmam yakındır. Mesajlar anlatım akış süpersin

Aysel için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 28 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları