DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Seviyorum Diyemedim / Dr. Hatice Kösecik

“Hadi babam.” dedi oğlu. ”Vakit gece yarısını geçti, gitmeliyiz, evden beklerler. Vedalaş annemle.
Rahat uyusun yerinde, bu dünyada dinlenemedi sevgili anacığım, çilekeş anacığım. Yerinde dinlendirsin Rabbim onu. Hadi babam kalk gidelim artık, bak iyice soğudu hava, romatizman azmasın bir de, annem kırılır bana bakamadım sana diye. Üzmeyelim onu haydi babam.”

Oturduğu yerden biraz zorlanarak biraz da istemeyerek kalktı Hüseyin Amca, mahallenin bilge dedesi. Her yanı tutulmuştu oturmaktan, Seksen yaşını devirmişti bu sene Hüseyin Amca. Ağrıyan belini sıvazladı, olsundu feda olsun Hasret’ine. Onu nasıl bırakacaktı şimdi bu soğukta, toprağın altındaydı sevdiceği. İkindi vakti getirmişlerdi mahalleliyle beraber büyük bir kalabalıkla. Ne çok insan varmış meğer köyde, ne çok sevenin varmış Hasret’im, hem de ne çok. Karanlıktan korkardı Hasret’i, yalnız kalmaktan hep korkmuştu, kendisine her söylediğinde azarlar bir halde bakardı Hüseyin Amca karısına. Niye yapmıştı ki neden? Nerden bilebilirdi ki onun böyle kendinden önce gideceğini, hiç bırakmamıştı çünkü Hasret’i onu yalnız, ama hiç. Oysa üç gece önce elini kalbine götürüp de ‘Ağrıyor be Hüseyin’im.” dediydi de oralı olmamıştı her zamanki gibi Hüseyin Amca. Derinden bir iç çekti, ah be Hasret neden anlamadım seni ben yine, neden? Hep sağlıklıydın oysa sen, böyle ansızın ne yaptın sen? Hani hiç bırakmazdın beni, ne ederim şimdi sensiz ha ne ederim?
Şimdi olsan derdin ki; “Bey bak yine kendini düşünüyorsun. Olsun ben seni böyle de sevdim.” derdin. Sen derdin de be gülüm ben diyemezdim sana seni sevdiğimi. Biliyorum bir kere olsa bile diyemedim, demedim. Aslında dilimin ucuna geldiydi de utandım, söyleyemedim Hasret’im ne olur anla beni, affet beni…

-Hadi babam kalkıver artık, bak ettik dualarımızı, annemi yalnız bırakmadık bu vakte kadar. En çok sevdikleri kalmalıymış ya ilk gün mezarın yanında. Bak kaldın işte sende vefakâr babam, can babam. Evden devam ederiz dualarımıza, okuruz anacığımın ruhuna. Bize emanet etti seni, hadi gel artık.

Kalktı aheste aheste Hüseyin Amca Hasret’inin yanından. Nasıl da geçmişti elli beş yıl bir çırpıda. Hasret yetmiş beşinci yılının içinde koymuştu onu yapayalnız. Kolu kanadı kırılmıştı sanki şimdi. Bir boşluk vardı kafasının içinde bomboştu kafası. Biraz sinirli sert bir yapısı vardı Hüseyin Amcanın, ama iyi ki hiç el kaldırmamıştı karısına. Zaten onca yıl sevdiğini bir kere bile söyleyememiş, değer verdiğini hiç gösterememişti. Ya öyle bir hata yapsaydı nasıl yaşardı geri kalan ömrünü. İyi ki de eline koluna sahip çıkmıştı, şükretti Allah’a. Zaten eşi de pek mülayim, ufacık bir şeyden mutlu olabilen, kanaat sahibi, huzurlu bir kadındı. Tam bir Anadolu kadını. Öyle görmüştü aileden . Zorlansa da zorlandığını demezdi kimseye. Üç çocuğunu hem tarlada hem de evde çalışarak büyüttü. Yalnızdı Hasret ama ümitsizlik nedir bilmezdi. Kendi de çok çalışmıştı gerçi. Çok yorgun gelirdi eve, ilgilenememişti onlarla doğru dürüst. Yokluk vardı, hiç durmadan çalışmak gerekti. Dişini tırnağına takıp ele güne muhtaç etmemek gerekti çoluk çocuğu. Hepsi de okumuş, büyük adam olmuşlardı işte, hayırlı evlatları vardı. Tam rahata erdik derken gidivermişti Hasret’i bugün sessizce. Kalbinde bir ağırlık hissetmiş “Bey vakit geldi artık. Hakkını helal et bana. Elli beş yıl geçirdik beraberce acı tatlı, ben helal ettim sana, vakit tamamdır biliyorum.”

Söyleme öyle deyip sözü ağzına tıkmıştı Hüseyin Amca. “Birşeyin yok senin üşüttün herhâlde, doktora gideriz, yine beraber o çok sevdiğimiz kokulu çayımızı içer, geçen günlerden bahsederiz.” dediydi. Konduramadı Hasret’ine ölümü, onun sevgiliye gideceğini hesap edemedi. Herşeyden çok kendisini bırakıp gideceğine ihtimal veremedi. Çünkü hep giden kendisi evde bekleyen eşiydi çocuklarla beraber. Biraz eline para geçse gezme fırsatını kaçırmazdı Hüseyin Amca eskiden çünkü. Eşi de çok istediği halde çocukları bırakıp gidemezdi, birisinin hep geride kalması yuvayı beklemesi gerekiyordu. Oysa bu sene kutsal topraklara gideceklerdi beraber, biletleri ayarlanmıştı bir ay sonrası için. Çok ama çok heyecanlıydı Hasret, şimdi ne olacak diye yutkundu zoraki… İşte önündeydi mezarı tazecik, ebedi yurduna bıraktılar onu bugün. Görevini tamamladı, imtihanını verdi yerine yerleşti eşi. Çok soğuktu, “Üşüyor musun canım?” dedi içinden oğluna sezdirmeden. Nasıl bırakacaktı bu gece onu yapayalnız, korkardı sevdiceği karanlıktan, üşürdü elleri, Allah’ım ağızların tadını bozan ölümdü, içi acıyordu hem de tarifsiz. Elli beş koca yıl dedi içinden… Öyle söylemişti Rabbi: “Her nefs ölümü tadacaktır.” Elbette ama hiç böylesi olacağını düşünememişti. Karısının acısını kalbinde bir kor gibi hissedeceğini bilememişti. Ömrü boyunca fedakârlık yapan daha çok eşiydi, bunu bilmişti ama hiç itiraf edememişti o nedense. Erkek olduğu için mi? Erkek adam yüz vermez derlerdi buralarda ondan dolayı mı bilinmez.

Peygamber Efendimizin doğduğu kutsal topraklara gitmeyi çok ama çok istemişti karısı fakat cennete uçuvermişti işte. Rabbim yanına çağırmıştı, senin sahnen bitti artık gel seyreyle dünyayı buradan demişti. Hep kanaat etmişti Hasret, hep sabırla beklemişti.. Şimdikiler öyle miydi ya? Yağ var, bal var, ev bark var hem de fazlasıyla, herşey tastamam, ya huzur? niye yoktu huzur. Üzülürdü Hasret, “Çok şey isterler bey bu gelin kızlar kocalarından” derdi. Kocaları da aynı yöne bakmaz eşleriyle, biz olmazlar, gençlik, cahillik işte. “Biz tencerede pişirip kapağında yerdik yemeğimizi yine de çok tatlı gelirdi aşımız bize” derdi. Şu zamanda evler var kocaman kocaman ama içleri bomboş, samimiyet yok, kadın ayrı gezinir, çocuk ayrı, koca ayrı. Evde aş yerine dert kaynar sanki tencerede. Yüzlerine bakmadan konuşurlar, telefonlarla yatar kalkarlar. “Bu 2000 li yıllar bencillik yılları mı bey.” derdi Hasret’i Hüseyin’ine. Gönüller kırgın, gönüller fakir, gönüller kimsesiz bu asırda, “İyi ki ben çok kalmam artık.” derdi de inanmazdı Hüseyin Amca eşine. Kahroluyordu karısı bu ailelerin haline. Kocayı takmayan kadınlar, kadınlaşan erkekler vardı ortalıkta. Yiyecekler bile bozulmuştu tadı tuzu yoktu sebzenin meyvenin. Bir doğru yolu bulamamıştı aileler, ya ifrat ya tefrit vardı. Herkes herşeyi çok biliyordu. Oysa Yunus “Bilmem” diye zikir çekmişti yıllardır dergahta. Ne oluyordu bu kadınlara erkeklere, ne sandılar kendilerini? Yunus bile bilemezken onlar bildiklerini sandılar. Kişi kendini bilmeliydi her şeyden önce, kırmamalı, daha da önemlisi kırılmamayı bilmeliydi. Sevmeliydi insanı yaratandan ötürü, ne güzel insandı Yunus… Oldum olası sevmişti Hasret böylesi alimleri .

Bir keresinde çok ısrar etmişti, kırk yıl olmuştur, ilk defa böyle görmüştüm onu diye aklından geçirdi. ”Gideceğiz” diyordu da başka bir şey demiyordu, rüya mı görmüştü bilinmez, söylememişti. “Nereye hanım?” demişti “nereye gideceğiz çoluk çocuk, araba yok yol yok.” Kars’ta yatan Ebul Hasanil Harakani hazretlerine gitmek istemişti. Nereden gönlüne düştü bilemedim hiç söylemedin bana bunu Hasretim, ama iyi ki gitmişiz, söylensem de iyi ki götürmüşüm seni, belki iki günde gittik Erzurum’un Horasan’ından çıkmıştık yola. Pek muhterem bir dedesi vardı Hasretin. Ondan dinlemişti hazretin hayatını. Eşi pek huzursuz bir kadınmış. Hatta bir keresinde diye anlatırdı Hasret’im, İbni Sina onu görmeye gitmiş te kapısına. Bağırmış Hazretin eşi sert bir sesle onlara, “O huysuz ihtiyarı ne yapacaksınız diye?” Eh tabi şaşırmışlardı gelenler ve İbni Sina, ama herşeye rağmen beklemişti onlar. Hocaları hakkında ileri geri sözler eden bu kadın belli ki hazretin eşidir. Kapıdakilerin gitmediğini gören hanım, şeyhin odun toplamaya gittiğini ancak akşama gelebileceğini söyler bekleyenlere insafa gelerek. Ziyaretçiler ormana doğru yol alırlar. Bir de bakarlar ki alaca karanlıkta Harakani hazretlerinin odunlarını bir arslana yüklemiş, kendisi de odunların üstüne oturmuş vaziyette yaklaşırken görürler. Ziyaretçilerin şaşkınlığı karşısında hazret şöyle der;

“Evdeki arslana sabreylediğimizden olacak ki Allah ormandaki aslanı bize hizmetkar kıldı.” Subhanallah…

Kars Kaleiçi Evliya camisi. Selçuklu akınları sırasında şehit olduğu söylenir mübareğin. Gidip görülmeli, ruhaniyetlerinin bereketinden faydalanılmalıdır derdi Hasret’i, sevgili eşi Hüseyin Amcanın. Son zamanlarında; “İlahi canımı almaya Azraili gönderme, zira canımı ona veremem, bunu ondan almadım ki ona iade edeyim. Ben ruhumu senden almışım ve senden başkasına teslim etmem. ” diye dua ettiği söylenir hazreti Ebul Hasanil Harakani’nin…

Ahh dedi Hüseyin Amca oturduğu tahta sandıktan kalkmaya çalışırken, ikindiden beri buradaydı, sevdiğini bırakamamıştı kara toprağa yalnız. Peygamberi alan toprak, sultanları alan toprak şimdi de Hasret’ine kucak açmıştı işte. Soğuktu buz gibiydi hem de. Yüzünde acı bir tebessümle baktı yeni örtülmüş mezara, “Üşüme olur mu.” dedi içinden, şimdi gitmeliyim. Çocuklar endişeleniyor bir de ben üzmeyim onları, beni bekle olur mu? Yarın yine gelirim, sonraki gün ve sonraki gün de. Hani çok sevdiğin akşamsefası çiçeklerin var ya yarın ondan getirip dikerim toprağına her renginden, bilirim çok seversin onların kokusunu sen.

Ömrüm boyunca sana seni sevdiğimi diyemedim üzgünüm sevdiceğim, affet beni …

Etrafına bakındı, hava iyice soğumuştu, selvi ağaçlarının dalları rüzgarla beraber bir ritm tutturmuştu. Ayaz kendini belli ediyordu iyice. İşte ilk damla düştü bile, sabahtan beri tutuğu gözyaşları sel olmuştu sanki. Boğazı düğümlendi, dudakları kıpır kıpır, yüreğinde bir kor ateş, yanıyor inceden inceye. Eşi sağken hayattayken, kendisi gibi sevgisini dile getiremeyenler adına da yandı içi derinden derine. Koluna giren oğluna yaslandı mezarlıktan çıkarken,

Bir köpek havladı uzaktan,
Bir bebek dünyaya geldi ağlayarak,
Bir yıldız kaydı gökyüzünde aniden,
Asi oldu evlat anneye,
Ey fani dünya gelimli gidimli dünya…

Marifetname sahibinin sözleri dilinden dökülmeye başladı sessizce;

“Hak şerleri hayr eyler,
Zannetme ki gayr eyler,
Arif anı seyreyler,
Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler…”

Bu yazıyı paylaş:

One thought on “Seviyorum Diyemedim / Dr. Hatice Kösecik

Semiramis için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 28 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları