DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Eylül’ün Ardından / Dr. Hatice Kösecik

Duydum ki bir minik beden daha yol almış ötelere, konan göçmüş, göçen demir almış limandan sessizce…

Duydum ki bir can, bir evlat, bir kardeş veda edemeden sevenlerine bindi yolcu gemisine.

Sevinerek çıkılan sılahi rahim yolculuğu vedayla bitmiş bir yaz sabahı. Mevsim henüz hazan değilken erken gelivermiş minik Eylül’ün cansız bedeniyle sonbahar.

Her bir çocuk ölümü, hele de böylesi, mahzunlaştırır insanlığı. Ne zaman bu denli vahşet kokar oldu cennet vatanın verimli toprakları. Ekinlerin yetiştirilip mahsulün alınacağı bu güzelim topraklarda, ne zamandır bu kadar çok çocuk cesedi çıkar oldu ortaya?

Ülkem hüzünlü, insanımız şaşkın, aile perişan. Aile mağdur, hüsranda. Toprağa verilen canlarının masumane gidişi, hırpalanmış bedeni, ciğer parelerinin o mahzun hali gözler önünde…

Daha ne kadar aile ağlar, abla, kardeş, dede ağlar ki gidenin ardından?

Temennimiz hiç ağlamasın, bu tip vahşetleri duymayalım, içimizin köz olup yandığını, kor ateşlerin varlığını duymayalım yüreklerde. Son olsun bu elim olay, Eylül’ün gidişi ders olsun hepimize. Yöneticimizden tutun da, bütün insanımıza. Vatandaşlık görevimiz olsun okumuşların, eğitimcilerimizin, doktorumuzun, psikoloğumuzun, hemşiremizin…

Duyarlı olan tüm anne baba, büyük küçük hepimizin…

İlk doktor olarak tayin olduğum yerde adli tabiplik görevini yerine getirmeye çalışırken tanışmıştım bu vahşetle. İnsan önce şok olur sonra alışır ya duruma, zaman geçer küllenir ya bazı şeyler, ama hiç küllenmedi bu yara içimde. Her nerede olursam olayım, uyarmaya çalıştım aileleri, okullarda minik yavruları. Vücutlarının özel olduğunu, kimsenin o özel bölgelere dokunmaya, bakmaya, yaklaşmaya hakkı olmadığı gibi. Tabi şu anda bu bilgiler daha kolay ve etkin olarak okullarda, cinsellik eğitimi ders şeklinde verilmeye devam edildi. Mahremiyet eğitimi ise zaten evde başlayan bir eğitimdi. Yıllar içinde bakıyorum da bu bilgiler, eğitimler çoğaldı fakat ölüm haberleri de kat be kat arttı. Acaba sosyal medyadan dolayı mı, yoksa giderek artan bir cinayet tutkusu mu sardı insanlığı?

Eskiden olan olayları vardı da duyamıyor muyduk? Yoksa gerçekten seyrek mi görülüyordu?

Hiç düşündünüz mü zaman zaman? Çocukları  annelerini kesebiliyor, hunharca katlediyor belki parası belki de kızdırdığı  için. Ve de televizyon denilen, topluca millet olarak telkine uğradığımız ekrandan, elinde çekirdek, yanında çay seyrediyor insanımız hayretler içinde. Veee aklına düşebiliyor, beynine kazınabiliyor seyredenlerin arasında hasta ruhlu olanların. İleride bir gün, zorda kaldığında, çıkış planı oluverir bilinçaltında. Saklanır bu bilgi zamanı gelince kullanılmak üzere. Babasını bir sinir anında elinde bıçakla deşiveren çocuğu, soğukkanlılıkla anlatır da işlediği cinayeti, boy boy resimleri çıkarda gazetelerde etkilenen bir hastalıklı kişi atıvermez mi o dehşet görüntülerini beyninin loblarına…

Şimdi de internet ağı denilen aslında güzel ve de yerinde kullanılsa zararı en aza indirgenebilecek olan sistemde her türlü bu tarz vahşeti görüntüleyebiliyor kişi. Şiddete meyyal olan vatandaşa olayın en ince ayrıntısına kadar anlatılırsa dehşet, heveslenir mi acep hasta ruh? Olasıdır bizce. Küçücük bedenlerin katledilip torbaya, valize konup, arabayla ırmağa atıldığını görse heveslenir mi acep saplantılı ruhlar?

Amacımız korkutmak değildir, belki de hüznümüz bizi bu şekilde yazmaya itendir. Deve kuşu olamayız bizler, gerçeklere gözümüzü yumamayız. Ülkemiz insanı kaldıramadı belki de bu kadar bilgi çağını. Sapıttı, tabi ki meyli olan, yapmak isteyen, fırsat kollayan sapıttı. Yemek yedi kendini çekti koydu sanal aleme. Mutluyum imajı vermek için elinden geleni yaptı mutsuzken. Ta ki görülsündü, tıklansaydı, beğenilseydi. Bunlar belki sorumlu değil minik Eylüllerin mahzun gidişinden. Ama bütün bunlar yapılırken, sanal alemde dolanırken bizler, bazı şeyleri unuttuk. Aslımızı unuttuk. Zamanı unuttuk. Bizim atalarımız yediklerimizi belki yiyemeyen vardır diye ağızlarını bile şapırdatmazken yerken, bizler en şaşaalı restoranların, kafelerin, mekanların resimlerini çekip koyduk boy boy. Bakın bizler buradayız, mutluyuz, yer içer kam alırız dünyadan der gibi…

Bunlar mı suçludur gidenin yol alışından dediğinizi duyar gibiyim. Elbette suçlu değil, haklı haksız aramak değil derdimiz. Biz millet olarak neyimizi kaybettik? Ne zaman bu denli samimiyetsiz olduk biz? Ne zaman bu denli huzursuz olduk da huzuru sokaklarda arar olduk?

İnsanlığımızı kaybetmedik belki henüz ama bu vahşet tablosu, bu normal gibi görünen insanların yaşadığı ama görünenin ardında psikolojik olarak rahatsız tiplerin giderek arttığı yurdumuzda yaşamaya çalışıyoruz. Bunların artmasının tek suçlusu medya, televizyon, sanal alem değil fakat; örnekleri görülüyor gerisi çorap söküğü gibi geliyor sanki. Suçu işleyenleri caydırıcı bir ceza verilmiyor bu da durdurucu olamayabiliyor belki de. Kabil kardeşini, ilk cinayeti işleyip, bir hırs uğruna bir kıskançlık adına katlettikten sonra cesedini ne yapacağını bilemedi de bir karga gelip ona örnek oldu hatırlayın. İşte anneyi vuran, babayı öldüren bir evlat, küçük bedenlere işkence ederek sahip olan sadist ruhlar da örnek almaz mı olaylardan sanırız?

Yazılacak çizilecek, olaylar küllenecek taa ki yenisi gün ışığına çıkıncaya dek.

Biliyorum ki benim insanım her ne düşünceye sahip olursa olsun milletine sahip çıkacak vefalı insandır. Düşeni yerden kaldırır, misafire canını verir, yemez yedirir, masumun yanındadır. Sevdalıdır, vefalıdır, insani duyguları gelişmiş Türkoğlu Türk’tür. Yaşanan acılar içlerini dağlar, o acıyı yaşar en derininden, en duygulusundan. Ama insanız işte. Unutmamalıyız, yardım edebilecek ne varsa yapmalıyız. Her bir birey kendi içinde bir damlacık şeklinde başlasa bu yardıma giderek büyüyecektir bu hareket. Zamanı gelince damla nehir o da okyanus olacaktır…

Elimizden ne gelirse yapacağımıza inancımız tam bizim.

Sevgili yavru Eylül;

Senin hüzünlü gidişinin ardından gözlerimizi açma vaktinin geldiğini yazmak utandırıyor beni. Bir hekim olarak, her ne kadar senin gidişinin, yazgının böyle yazıldığını bilsem de içim acıyor. Şu anda cennet çocuğu olduğunu bilsem de katilinin tepeden tırnağa acı içinde kalmasını istiyor olabilirim. Her ne kadar yapan kişinin ruhsal hasta olduğunu bilsem de bu tip kişilerin artık bu kadar rahat suç işleyip, ‘ aklım başımdan gidivermiş.’ gibi sudan bir bahaneyle birkaç yıl sonra serbest kalmasını istemiyorum. En caydırıcısından, en etkili neyse o şekilde muamele görmesini istiyorum ve de hiç de acımıyorum o şahsa. Onun kimliğinde diğerlerine de…

Onlar bunu yaparken seni hırpalarken acıdılar mı ki?

Artık “DUR!” demeliyiz bu sapkın güruha.

Çocuklarımızı kız erkek demeden uyarmalı, onları bilinçlendirmenin yollarını aramalıyız korkutmadan.

Ne acılarla ne kahramanlıklarla destanlar yazan bu millet, bu ümmet insanına sahip çıkandır her daim.

Peygamber Efendimiz (sav) şu halini görüp te üzülmez mi ‘’kardeşlerim’’ dediği insanlığın. Bizler Onu görmeden sevdik, inandık, dediklerini yapmaya çalışan insanlarız vesselam.

Aslımızı, özümüzü unutmadan devam edelim yaşamımıza.

Bir Müslümana yakışır tarzda, en insani vasıflarla devam edelim hayatımıza.

Hayat en güzel hediyedir bilene …

 

 

 

Ey minik beden,

Yattığın yerde huzurla uyu.

Lal olmuş dudakların,

Üzüm gözlerin sırlanmış.

Laleler, selviler bekler başını…

 

Ülkemizin idari yöneticilerinin bu tip suçları en etkili şekilde cezai yaptırımlarla ödüllendireceği ümidiyle.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş:

One thought on “Eylül’ün Ardından / Dr. Hatice Kösecik

Semiramis için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 28 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları