DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Adım Ayla / Dr. Hatice Kösecik

“Ben tımarhaneye yatmak istemiyorum doktor hanım. Burası tımarhane biliyorum.”

-Neredeyiz Ayben Hanım? Hangi şehirdeyiz?

-İstanbulda, oğlum ve gelinim getirdi beni, oysa evde bakıcılarla kalıyordum. En son akciğer enfeksiyonu geçirdim, hastanede yattım, biraz daha iyileşeyim diye getirdiler beni buraya.

Oysaki Bursa’da güzel bir bakım evindeydik. İlk geldiğinde burasının Bursa olduğunun farkında değildi belliki.   İstanbulda iki bakıcısıyla elli yıllık evinde kalan, ancak son zamanlarında ciddi bir akciğer enfeksiyonu sonucu hastaneye yatan, son dört ay içinde eşini kaybetmiş, bir yıl önce de kanserle mücadele eden biricik kızını son yolculuğuna uğurlamış Ayben  Hanım. Onu bize getiren oğlu ve gelininden öğreniyoruz durumunu. Ara ara bağırıp ani tepkiler  verdiğini söylüyorlar, ve ekliyor oğlu;” Annem ve babam sanki bir kedi köpeğin sürekli dalaşması gibi sürdürdüler evliliklerini. Yaşadılar mı yuvarlanıp gittiler mi bilemiyorum ama kendimi  hep bir kenarda köşede büzülerek izlerken hatırlarım onları. Tartıştıkları vakit giderdim babamın yanına, annemin yanına gitmemi ona destek olmamı isterdi. Aynı şekilde annem de öyle yapardı, sanki çok severlerdi birbirlerini ama ölesiye de üzerlerdi…”

Yıllarca yaşanılmış, anlaşılmayan bir ilişkiymiş onların ki. Izdırap dolu, bir o kadar da hüzün dolu, arada anlamlı anların da bulunduğu… Neredeyse  tartışmasız geçen gün parmakla sayılır tarzında bir ev…

Çok gün görmüş geçirmiş olduğu her halinden, konuşmalarından anlaşılıyordu. Lakin çok zor gelmişti bakım evine. Burasını, aynen yıllar önce, ilk evlendiği zaman İstanbul’da Bakırköy’de kalan kayınpederinin olduğu mekanla eş tutmuştu zihninde. Kayınpederi şizofrendi zira, ve onun en büyük korkusuydu Bakırköylü olmak… Öyle anılmak…

 

İlk gece biraz zor geçeceğe benzerdi, malumunuz. İlk konuşmalardan, tanışmadan sonra yolcu edilen oğul ve gelin ardından, odaya çıkarılan Ayben Hanım küçük bir kriz geçirdi. Deneyimli elemanlarıyla kolayca atlatılan olay sonrası hastane, ilgili bölümler derken Ayben hanım hızla iyileşme yoluna girdi.  Gözle görülür bir iyileşme süreci, ilk geldiğiyle son anları kıyas bile edilemezdi. Ayaklı kütüphane sanki kendisi. Ne sorarsan haberdardı, hani kitap gibi kadındı vesselam. İlk önceleri  arada bir hafızasındaki karışıklığa rağmen kendini toparlayan Ayben  Hanımla uzun uzun konuşma fırsatı bulduk. Hayata dair, insana dair.

-Celal bana hep delisin derdi doktor hanımcım. Oysa babası yatıyordu Bakırköyde, ondört yaşındaydım  evlendiğimde. Aileme çok bağlıydım, memleketteydik, kalıplı, biraz da balık etli, gösterişli  bir çocuktum. Babam erken demedi verdi beni, bende itiraz etmedim. Babadır dedim, en iyisini o bilir. Çünkü iyi bir aileydi Celal’in  ailesi, varlıklı, İstanbul’da yaşayan. Ama çok çok zor geldi bana baba ocağından ayrılık, babamdan ayrılmak. Gözleri doluyor ilk seansımızda Ayben  teyzenin, hemen lafı değiştirip ilgisini farklı bir alana çekiyoruz.

-Ama her zorluğa rağmen dayanmışsınız, nasıl baş ettiniz, hem de iki çocukla  ve de çok gençken

-Çünkü laf gelsin istemedim aileme, onlar benim en değerlilerim, ağlasam bile hep gülerek konuştum telefonda. Dayanmak da rol yapmak da çok zordu. Celal’in  akrabaları çok sevdi beni, hep yanıma geldiler, destek oldular. Biraz da onların desteğiyle kaldım ayakta, büyüttüm çocuklarımı. Celal’e  rağmen.

Birden ağlamaya başlıyor Ayben  Hanım, belli ki kızı geldi aklına. “Ah yavrum, canım kızım benim, ne çok seveni varmış biliyor musun doktor hanım. Doldu taştı cenazesi, kanserden kaybettim onu, dayanamadı artık vücudu. Peşinden de Celal’in  gidişi boşlukta bıraktı beni. Bir kuyuya düştüm sanki, buz gibi suyu olan, üşüyorum hem de çok.”

-Eşiniz, Celal  Bey çok mu kıskanırdı sizi? İlişkiniz nasıldı, sohbet eder miydiniz, nasıl bir insandı?

– Tuhaftı o,  hem de çok tuhaf. Hep deli olduğumu söylerdi, beni hep doktorlara yollardı, giderdim bende. Onlar da, sorarlardı ama anlatmazdım, hatta bir keresinde doktor bey bana içimde bastırdığım bütün duygularımı anlatmamı, burada onun bizi duyamayacağını söyledi. Ama anlatamadım ben, ayıp diye düşündüm kocayı anlatmak, sadece yutkundum…

Deli deli, diye bağırınca Celal, üzülürdüm, oysa ben onun babasına yemek yapar götürürdüm, çok nazik bir beydi. Benim başım açıktı, bir eşarp veririlerdi, boynuma fular yapar, oraya giderken de takardım kafama.  Orada öldü babası, hep orada kaldı, Celal de bana hep sen delisin deli dedi, yıllarca… Benim insanlarla ilişkimi, onun akrabalarıyla sohbetimi, kendi ailemle olan alakamı hiç çekemedi, hep söylendi, son anına dek.

Uzaklara bakıyor pencereden Ayben  Hanım, bulutlarda arıyor sanki geçmişini…

– Helalleşemedim onunla, ölmeden önce, son kahvaltımızı yapıyorduk. Ben peyniri çok severim doktor hanım, bir parça peynir aldım ağzıma, baktı bana, baktı baktı.. Sonra da terbiyem müsaade etmez, o kelimeyi söyledi, “… ye” dedi. Tıkandım o anda, peynir elimde, bakakaldım ona. Oysa fakir değiliz, elimizde avucumuzda vardı çok şükür. Ama o giderayak yaptı yapacağını, son sözü de o oldu bana. O zaman yürüyebiliyordum, gittim mutfağa ki görmesin beni, ağladığımı bilmesin, sevinmesin.

Bağırdı bana içeriden,” Ayben  bana birşeyler oluyor gel.” diye. Odaya girdiğimde, yığılmıştı, kalbini tutuyordu. “Bir şeyin yok, birazcık fazla kaçırdın ekmeği, sıkıştırdı seni.” Dedim, dedim ama alıp götürdüler hastaneye, bir daha da çıkamadı oradan.

-Helalleşemedim doktor hanım, bilemedim gideceğini. Bir kere götürdüler beni yanına, yoğun bakımdaydı, anladı ben olduğumu. Her tarafı hortumlara bağlı, zor alıyor nefesini, işte insan değil mi bir nefeslik… elini tuttum, sıktı zayıfça, çok çok zayıftı, sanki gitmişti de bekliyordu benim gelmemi, bakıştık sadece, gözünde bir damla yaş, sanki üzgünüm der gibiydi. Ama ben hakkımı orada helal ettiğimi söyleyemedim ona, içim buna yanıyor. Her peynir yiyişimde boğazımda zehir gibi bir acı ve uzaktan Celal geliyor sanıyorum. Rahat uyusun yerinde… gözleri ufukta Ayben  Hanımın…

-Helal ettin mi hakkını Ayben Hanım, affedebildin mi Celal  Beyi? Nasıl hissediyorsun, neren ağrıyor?

-İşte tam da şurası deyip kalbine işaret ediyordu Ayben Teyze. Uzaklara dalıp giderken, affetmesem vicdan azabı çekerim, helal ettim hakkımı, okuyup dua ediyorum ona da, ardında bırakıp giderken bile  kendini düşündü. Ona dua edeceğimi bildi de, bir keresinde bana” sen benden çok iyilere layıksın ama işte bana düştün.” Demişti. Biliyordu zor adam olduğunu, eziyet ettiğini. Ama huylu huyundan vazgeçmezmiş. İnat olanla, cimri olanla yaşamak da pek zormuş, yaşayan bilir yarasını…

-Ayben Teyze, bana hayatın anlamını soruyorlar, sence nedir, hayatın anlamı?

-Huzur, ailem, mutluluk, ama ailemin yanımda olduğunu hissetmek, sevgi, vefa, anlayış…

– Şimdiki evlilere,  bir şey olunca hemen gideceğim diyen evlilere ne dersin ki Ayben  Teyze, herşeye rağmen devam etmeyi denesinler mi yoksa ilk anlaşmazlık da elveda mı desinler. Basıp gitsinler mi?

-Biz bilmedik gitmeyi, biz yaşadık, kol kırılsa da yen içinde kaldı. Yutkuna yutkuna boğazım acıdı, ama kaldık evde, biz olmuştuk çünkü. Hayatın her anı güzel, yaşamaya değermiş, ama her şey de boşmuş. Para da boş, makam da mevki de.  Bomboş, kızımın gidişi yaktı beni…

İçinden ağlıyor Ayben Teyze, ama artık öyle her sese tepki vermiyor. Daha bir dingin, daha bir sükut halinde, izliyor, izliyor, yazıyor beynine. “Bir gün buradan evime çıktığımda diyor, yarım kalan kitabımı bitireceğim. ‘Ayla Benim Adım’. Kitabımın adı.”

-Ayla kim Ayben Hanım?

Bakıyor buğulu, anlamlı, derin gözleriyle. Çok görmüş geçirmiş olduğunu belli edercesine yüzündeki kırışıklıklar daha bir belirgin hale geliyor sanki. Cevap vermiyor, kalbini tutuyor onun yerine, “Bana  kalsın o da doktorcum.”diyor, sessizce…

-Ah bizden bıktın mı yoksa diyoruz? Naz edercesine, sevildiğimizi duymak istercesine…

– Olur mu, burası benim için çok önemli, Rabbim burayı çıkardı karşımıza, tedavi  oldum, kendime geldim, burası bir harika, personel süper, arkanızdan söylemeliyim, insan yüzüne karşı övülmez diyor, sevgili, gün görmüş teyzemiz.

Her hayat bir kitap adeta, her insan da bir kitap konusu. Okuyabilmeyi öğrenmek gerek, ilişkilerde iyileşmek gerek, huzur da yaşayıp huzurda  iyileşmek gerek…

İyileştiren  huzuru duyabilmek gerek…

Bazıları şifadır bazılarına. Bazıları  tam insandır bildiğiniz üzere. İsimlerini duymanızla çepeçevre sarıp sarmalanmanız bir olur. Sıcacık ılık bir duygu akıverir içinize. Sanki çok yakınınızmış gibi. Uzak olsanız bile, akar  durur o yandan artık her daim. İşte tam da o insanlara ihtiyacımız vardır. İyileştiren huzuru tadabilmek için…

Hepimizin şifamızı bulabilmemiz dileğiyle….

 

 

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 28 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları