DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Kuruluş-Osman Üzerine Psiko-Mitolojik Bir Yorum Denemesi / Ayşe Rahşan Gürel

Gerek fert, gerek kültür olarak insanı anlamak, mitlerin müziğine kulak vermekten geçer. Yaratılış ve kahramanlık mitleri, evrenin ve insanın tekâmül sürecinin, insan ruhunun eyleme dönüşmesinin yansımasıdır.
İslâm-Türk psiko-mitolojisi, bizde ihmal edilmiş bir alandır. Nerdeyse bir asırdır, mitoloji denince Eski Yunan-Roma ve Akdeniz medeniyetlerine dair bilgiler gündeme geldi. İslâmlaşmış Türk kültürünün özgün toplumsal eserleri üzerinde dikkat sarfedilmedi.

Halbuki masallar, mitler, halk hikâyeleri, milletlerin ortak bilinçaltının en çarpıcı ürünleridir. Eskilerin ‘ma’şerî şuur’ dedikleri kolektif bilinci harekete geçiren dinamiklere dair ipuçları bu çok-anlamlı eserlerde rahatlıkla takip edilebilir. Burada, iç ve dış gerçekliklerin birbirini doğrulayan biraradalıkları söz konusudur. Mitler, insan ruhunun yaratıcı eylemlerle yaptığı sıçramaları, nesiller boyunca canlılığını koruyan, ileriye açık kazanımlar şeklinde yansıtır. Bu ortak ürünler, insan bilincinin tekâmül öyküsünü ve zorlu süreçler içindeki korku, kaygı, umut, coşku gibi yaşanmışlıkları aynalar.

BİLİNCİN GELİŞİM ÖYKÜSÜ İNSANIN GELİŞİM ÖYKÜSÜ

Mitler, tür-insan’ın binyılları kapsayan gelişimini kültürel düzlemde aktarırken birey-insan’ın beşikten mezara sürdürdüğü hayat yolculuğunun serüvenine de değinmiş olur. Bu yolculuk, bir bakıma bilincin kendisini saran ‘bilinçli olmayan’ yanı içindeki varoluş kavgasıdır. Dolayısıyla bilincin gelişim öyküsü, insanın ve insanlığın gelişim öyküsüdür aynı zamanda.

İnsanın tarihsizliği, mitolojinin içinde doğal bir durumdur. Çünkü mitolojik insan, olayların içinde değil kıyısında olan kişiliktir. Mesela Dede Korkut, kahramanlarının kendisi değil, onlardan bir derece uzaklaşarak onları öyküleştiren zihnin taşıyıcısıdır.

BÜTÜN PARÇADAN YANSIR

Psiko-mitolojik diyebileceğimiz ortak toplumsal eserlerin, insanın ruhsal süreçlerini içine alan dinamik yorumlara ihtiyacı vardır. Zira bu eserler, yöreselde evrenseli, parçada bütünü yakalama kavgası içinde evrenin yaratılışını ve insanlık tarihini insan-kahramanın beden-ruh/bilinç-bilinçaltı gibi ikili çekim alanlarının eylemleri olarak görür ve yorumlar. Bilincin, bilinçli olmayandan özgürleşmesi, güçlenmesi ve zenginleşmesinin tarihi, insanlığın tarihiyle çakışır. Süreç içinde mitolojik olaylar çözüldükçe insan, kendini yeni bir dünyaya geçmiş hisseder. Yeni bir hakikat kavramı oluşturmaya başlar.

Bizim kültürümüzde Orhun Abideleri gibi Dede Korkut Destanları gibi, hatta Kutadgu Bilig gibi toplumsal ortak bilincimizi yansıtan dev ölçekli eserler vardır. Sonrasında ‘mesnevi’ denilen türün yazım imkânlarını kullanarak Leyla-Mecnun, Ferhat-Şirin, Vâmık-Azrâ, Tahir-Zühre gibi yüzlerce abide eser muazzam bir insicamla insanlık tarihinde yerini almıştır. Velakin bu eserlerin layıkı vechiyle yorumlanması yapılmadığı için birer edebî eser formundan ileri gidememiştir.

Mesela Dede Korkut Hikâyeleri, her ölümlünün yaşaması mümkün ve gerekli olan sarsıntılar zincirinin öyküsüdür. Kişinin dünyaya, nefsin ruha, kişisel gücün evrensel düzene çarptığı yeni bir iç-dış ilişki düzenlemesi ihtiyacının ortaya çıktığı bir karşılaşmalar zinciridir.

SON-İNSAN İLK-İNSANDA SAKLI

Burada bizi ilgilendiren konu şudur: Yaşanmış, halen yaşanmaktadır. Son-insan, psiko-kültürel genleriyle ilk-insanın taşıyıcısıdır. Hiçbir şey geçmişte kalmamıştır. Günümüzde varlığını ve geçerliğini sürdürmektedir. Yeniden yaşanarak geleceğe de aynı netlikte aktarılmaya devam edecektir. O zaman şöyle diyebiliriz: Geçmiş, hiçbir zaman geçmemiştir. Her zaman şimdide ve buradadır!..

Tarihte yeni bir dönem başladığında, çoğu zaman o dönemle ilgili bir mit de ortaya çıkar. Mit, o dönemde olacakların bir ön habercisi gibidir ve çağının psikolojik öğeleriyle uyum sağlayabilmek için gerekli bilgece öğütler içerir. Dede Korkut-Kahramanları’nın şahsında, sancılı coşkulu varoluş süreçlerinden geçmiş atalarımızı ve kendimizi buluruz.

KÖKLÜ OLAN GÖRKLÜ OLUR

2011’lerde yerli olmayan düşünce yapıları, kendi zihinlerindeki ‘Yeni Türkiye’ imajına uygun ‘Muhteşem Yüzyıl’ adı altında tarihi tahrif eden bir takım bilgi yüklemelerini ekrana taşıdı. Bu, Allah’ına, Peygamber’ine gönülden bağlı, Peygamberinin kadem-i şerifini sorguçlarına yerleştiren, çölde önünde Peygamber-i Zişan yürüdüğü için atına binmekten edep eden efsane-adamlar tarihi, köksüz, mesnetsiz, hatta edep sınırlarını çiğneyecek şekilde hayata aksediyordu. Köksüz olan, zamanın hakikat rüzgârına dayanamaz ve kırılır.

Sonrasında 2015’lerin başlarında köklerine sadık, ceddinin ruhunu şad edecek, millî-manevî değerlerimizi hakkıyla yansıtan dev ölçekli bir yapım sahne aldı: ‘Diriliş Ertuğrul’!.. Bu, küllerinden yeniden doğmaya çalışan Türkiye’mizde, çağa damgasını vuracak mitolojik bir diriliş formatıydı aynı zamanda.

Diriliş-Ertuğrul’un; şu anki çerçevesiyle ‘Kuruluş Osman’ın, destansı bir tarihi olan Türk milletinin, bütün dünyada asli itibarını iade eden efsane bir dizi olduğunu düşünüyorum. Gerek senaryosu gerek yapım kalitesiyle üzerinde himmet dokunuşları olan çok üst mertebe bir mesajı var. Tarihi filmler maddi manevi riskli ve külfetli yapımlardır. Emeği geçen herkese Türk Milleti olarak şükran borçluyuz.

Ertuğrul Gazi veya Osman Gazi karakterleri, yaşadığı geçiş şokunun sarsıcı-geriletici etkisiyle, ‘eski’ye daha sıkı sarılan ve kendini dar kalıplara hapseden Türk-insan bilincine karşı, ‘yeni’yi özümseyebilen daha ileri bilinç seviyelerine ulaşma umudunu temsil etmektedir.

Hepimizin içinde geçenden otuz geçmeyenden kırk akça alan bir Deli Dumrul var. Bir Ertuğrul Gazi, bir Osman Gazi, iliklerimize kadar tanıdık bildik bir Abdülhamid Han Gazi olduğu gibi…

Şu mühimdir ki her mit, yaşayan bir nesnedir. Her kişinin içinde yer alır. Eğer onun aslında kendi içimizde örülüp biçimlendiğini fark edebilirsek, mitin katkısız ve gerçek özü bize kendini açacaktır.

ERTUĞRULLAR GİTMELİ Kİ OSMANLAR GELEBİLSİN

Sonuç olarak Kuruluş-Osman, insanın insan olma sürecini ehliyetle yarınlara taşıyan ayrıcalıklı bir üsluba ve zihni disipline sahip üst bir yapım. Sürekliliği olan sürece yaygın bir format taşıyor. Buna göre, sürecin içerdiği kadro dönüşümleri doğal bir açılım olarak görmek gerekir. Baba Ertuğrul sahneden çekilmelidir ki evrensel ruhumuz, daha gelişkin formuyla oğul Osman’da tecelli edebilsin…

Maslow’un ifadesiyle; ‘İnsanlık gelişimini sağlayan büyük değişimler ancak yaratıcı sıçramalarla mümkün olur. Kültürlerin taşıdığı gelişim potansiyelinin açılımı, kendini sorgulayacak ve dönüştürebilecek kişisel eylemlere özerklik tanındığı oranda mümkündür.

Kuruluş-Osman, kendimizi aynasında seyredeceğimiz güzel bir dönüşüm öznesidir. Onun zihinsel ve ruhsal her sıçrayışı, bizim de içimizde yıkabileceğimiz kaleler olduğunun göstergesidir. Bir gerçektir ki ulaştıkları çözümleri, aşamadıkları engelleri hala yaşıyor ve tartışıyoruz.

TARİHİ KULLARIN RABBİ YAPAR

Bilge Kral Aliya’nın “Tarihi insanlar değil, Allâh yapar” dediği gibi tarihi yapımlarda Allâh’ın insanlık mülkü üzerindeki hüküm tarzını doğru okumak gerektiğini düşünüyorum.

Kitaplar, filmler genelde hatırlanmak için yazılır. İslâm-Türk insanının vazifesi ise hatırlatmaktır. Çünkü onun peygamberi, en güzel ‘müzekkir’dir; hatırlatıcıdır. Diriliş-Ertuğrul ile başlayan bu hasbi çağrının bütün dünya insanının ruhunda uzun soluklu ve sıhhatli yankılar bulacağına inanıyorum.

Yeni miladi yıla girerken ‘Türkler Geliyor’ Adaletin Kılıcı künyesiyle Fatih Sultan Mehmed Han’ı anlatan bir film çalışmasının dünya ölçeğinde dev ekranlara yansıyacağı basına duyuruldu. Tarih sahnesinde unutturulmaya çalışılan yapıcı onarıcı rolümüzü kesintisiz yerine getirdiğimizin nişanesi olsun diliyoruz. Öncü ruhların evvel emirde gök ekranlarına yansıması, bu aziz milletin yeniden dünya sahnesinde kâim kılınacağının alâmeti olur. Tabi mana erlerinin izniyledir bu işler. Fatih Sultan Mehmed Han’ın ve onu yetiştiren dava erlerinin izini olmadan çağrısı yankılanacak bir film yapılamaz. Nitekim izinsiz yapılan işlerin neticesini Fetih 1453 örneğinde olduğu gibi, halkın gönlündeki ikrah suretinde seyredebiliyoruz.

Umarım ki lâyık olabiliriz. Dilerim ki himmetleri daim üzerimizde olur. Biz o yüreklerine insanlığı sığdıran, dünya dolusu bakan efsane adamları seviyoruz ve ‘Kişi sevdiğiyle beraberdir’ müjdesinin kuşatıcılığına sarınıyoruz.

Şunu da ifade etmek gerekir ki her anlama çabası, bir kullanıma açma taslağıdır. Doğrulanabilir veya yanlışlanabilir. Burada dile getirilmek istenen, köklerini, kendini var eden değerlerini, vatanını milletini ümmetini dert edinen yerli köklü bir bakış açısıyla daha insani bir dünyanın kaim olması için ufku olan bir gönül birliğinin önemini vurgulamaktır.

Kalbinde iyilik azmi, ruhunda bu iyiliği harekete geçirecek bir irade bulunan herkes tarihi yeniden yazabilir diye düşünüyorum. Mesele o ‘diriliş ruhu’nu uyandırabilmekte.

 

 

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 23 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları