DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Tanışamadığımıza Memnun Oldum / Nuri Tarkan

Adam anlamsız bakışlarla batmak üzere olan güneşi izliyordu. Güneşin yılgın şuaları dünyaya son ışıklarını gönderirken, adam, oturduğu yamaçtan ufka doğru bütün görebildiği alanı gözleriyle taradı. Garip hissetti kendisini. Sanki kendi gözlerinin arkasına saklanmış, kendi vücudunun içinden bir başkası bakıyordu. Bakan kimdi gören kimdi bilemedi. İşte tam da bu zihinsel karmaşası yüz ifadesine yansımışken yanında duran çiçeği fark etti. Çiçek de kafasını hafifçe güneşe doğru çevirmişti, ama adamın tersine mutlu ve huzur dolu bir ifadesi vardı. Aslında bu akşam güneşinin altında, bir dağın hafif eğimli yamacında, iki canlı yan yana oturuyordu, ikisi de güneşi izliyordu. Ama birisi karışık ve yılgın görünüyor diğeri ise tam tersi umut ve huzur dolu…

“Acaba bu anlamsız mutsuzluğumun sebebi benim düşünüyor, onun düşünemiyor oluşu olabilir mi?” diye söylendi kendi kendine. “Mutluluğunun sebebi nedir?” diye sordu çiçeğe yüksek sesle. Cevap alamayacağını biliyordu. Meltem çiçeği hafifçe dalgalandırdı. Cevap veriyordu sanki; ‘hiçbir şey değil, sadece yaşıyorum bu anı’ der gibi. İnatla daha da neşeli görünüyordu artık, hafif rüzgâr narin yapraklarının altından geçerken. Adam: “bir çiçek olsam neler hissederdim acaba” diyerek yüzünü güneşe doğru çevirdi ve gözlerini kapattı, öyle ya çiçekler görmüyordu. Gözlerini kapattığında etrafındaki çiçeklerin kokusu ciğerlerine doluverdi. Görüntüler kaybolunca diğer duyuları daha aktif bir hale geçti. Rüzgârın tatlı okşamalarını hissedebiliyordu, meğer ne çok sesi varmış doğanın. Farklı farklı kuşların sesleri, rüzgârın, ağaçların yapraklarının arasından geçerkenki fışırtısı, cırcır böceklerinin yavaştan yükselen sesleri, hemen üzerinde oturduğu toprağın sertliği, (yo yo toprak değildi aslında o; dünyaydı, evet aslında dünyanın üzerinde oturuyordu ama bunu şimdi idrak edebiliyordu. Kafasında, dünyanın üzerinde oturan, dünya kadar büyük olan bir adam resmi canlandı.) ve dahası. “Evet” dedi adam, “buldum. Ufukta, çok uzakta duran güneşin mükemmelliğine dalmışım ben, etrafımda, çevremde bulunan birçok şeyi görmezden gelerek güneşin kusursuz daire oluşuna takılmışım. Çevremdeki hemen yakınımdaki güzellikleri kaçırmışım meğer.” Dedi ve çiçeğe dönüp bir teşekkür tebessümü attı.

Adam çiçeğin yaprağına sevgisini belirten bir okşama bıraktı ve tekrar güneşe baktı. “Evet dedi, “çok güzel.” Alaca gökyüzünün altında, bir dağın yamacında mutlulukla bakıyordu artık doğaya, ta ki aklına şu soru gelene değin; ‘çiçekten tek farkım görme yeteneğim mi yani?’ gözlerini kapattığında gerçekten çiçeğin neler hissettiğini anlayabildi mi dersiniz adam? Çabuk tükenen mutluluğu yüz kaslarında gerilmelere yol açarken “hayır dedi “çiçek görmüyor, duymuyor, koklamıyor, dokunmuyor, tatmıyor, benim gibi nefes bile almıyor. Nasıl gözlerimi kapadığımda onu anladığımı savunabilirim ki?” Adam tekrar güneşe döndü, iki elinin serçe parmaklarıyla burnunu, başparmaklarıyla kulaklarını tıkadı, gözlerini kapattı ve derin bir nefes alıp içinde tuttu. Yok, hayır olmuyordu, rüzgârı hala hissedebiliyordu. Nasıl olabilirdi nasıl anlayabilirdi onu? Bütün duyularını nasıl saf dışı bırakabilirdi? Ölmek gibi bir şeydi bu, hatta ölmek gibi değil bildiğin ölmekti. “Tam olarak, öldüğümde anlayabileceğim galiba seni …” dedi çiçeğe. Ölmek anlaşılabilen bir şey miydi acaba, ya ölmek farkında olunan bir şey değilse. “O zaman seni hiç anlayamayacağım galiba” dedi üzgün bir ses tonuyla. “Gerçek olamayacaksın benim gözümde. Senin adına çok şeyler anlatacağım seni gerçek yapma adına, rengini anlatacağım insanlara, yapraklarının duruşunu, ne kadar mağrur olduğunu anlatacağım, ne kadar da güzel koktuğunu anlatacağım, hiç haddim olmayarak sana bir isim bile vereceğim, köklerini göremediğim halde köklerinin olduğunu söyleyeceğim. Bundan sonra sen, sen olmaktan çıkacaksın, kendin olmaktan çıkacaksın ve tıpkı kendi zihnimde kalıplaştırdığım gibi bütün insanların da gözünde kalıplaştıracağım seni. Her şeyi böyle yapmadık mı, renklerle anlattık; kara da beyaz dedik, süte de ama kar ve süt tanımlarındaki ortak kelimeden ötürü birbirlerine hiçbir zaman benzemediler, hiç aynı olmadılar, büyüklükleriyle anlattık, her zaman o şeylere aynı uzaklıktan bakıyormuşuz gibi, şekillerini anlattık daire nedir biliyormuşuz gibi. Sahi az önce güneşe kusursuz daire demiştim değil mi? Gerçekten tıpkı diğerleri gibi ben de çok gülünç olabiliyorum, oysa güneş daire bile değil ki, olsa olsa küre demeliydim ki tam küre de değil, sadece buradan bakınca daire gibi görünüyor hepsi bu, ama bu durum güneşi daire yapmaz ki, hem de kusursuz… Benim üzerine oturduğum, senin köklerini batırdığın şu dünya bile küre değil biliyor musun?… Pekâlâ, daire olmayan güneş, daire olmadığı halde daireye örnek olabilir mi? Yani ben olmadığım bir şeye veya bir duruma örnek olabilir miyim? Mesela sadık olmayan bir insan sadakate örnek gösterilebilir mi? Aslına bakarsan çiçek, benim cevabım hayır, hiçbir şey olduğu şeyden başka bir şeye örnek gösterilemez, çünkü o odur, bu da budur, her şey sadece kendisidir. Bir insanı anlatırken, diğer bir insanı örnek vererek yapamam, eğer yaparsam anlattığım insanın varlığını kabul etmemiş olurum, çünkü örnek gösterdiğim insanı anlatmış olurum aslında.” dedi adam ve heyecanla çiçeğe tekrar dönerek anlatmaya koyuldu;

“Bak çiçek ‘tanım’ kelimesinin sözlük anlamı; ‘Bir varlığa, bir şeye özgü niteliklerin belirtilmesi, bir kelimeyi belirleyen, açıklayan anlam, tarif’ şeklindedir. Yani aslında bir şeyi tanımlıyoruz derken bütün cüretimizi kullanarak onun görüp duyabildiğimiz, hissedebildiğimiz hallerinden, durumlarından, niteliklerinden bahsediyoruz. Bu durumda şöyle bir karmaşayla karşı karşıya kalıyoruz; senin kokun bana güzel diğerine kötü gelebilir, sarı renginden nefret eden birileri olabilir. Yani duyularımızla yaptığımız hiçbir tespit seni sen yapan gerçeğe götürmüyor beni. ‘Ama rengimin ve kokumun oluşu doğru’ der gibi bakıyorsun bana. Benim bahsettiğim şey bu değil, ben seni tanımak istiyorum. ‘Tanımak’ kelimesinin sözlük anlamı ise; ‘Bir kimse veya şeyle ilgili, doğru ve tam bilgisi bulunmak’ olarak geçer. O zaman benim seni tanıyabilmem için senin hakkında doğru ve tam bilgiye ulaşmam gerekir ki seni tanıyabileyim. Tam bilgiye ulaşabilmem de duyularım yetersiz kalıyor, ama işin şöyle de bir üzücü tarafı var duyularım olmadan sana ulaşabilmem de imkânsız. Galiba ilk etapta seni duyularımla algılamalıyım, daha sonra da aklımla anlamalıyım ve tüm vücudumda, benliğimde seni hissetmeliyim, yani ben sen olmalıyım.” Adam anlatmaya devam ediyordu; “Yunancadan Fransızcaya, Fransızcadan da dilimize geçmiş empati diye bir kelime var. Sözlük anlamı ise; ‘halden anlama,  kendini başkasının yerine koyma’ şeklindedir. Hangi insan kendisini tam olarak bir başkasının yerine koyabilir sence. Koyabildiğini farz edelim, bu durumda bir katili yargılayan hakim ona idam cezası verebilir mi, hatta daha da ileri gidiyorum onu yargılayabilir mi? Empati kurabilen bir hakim katili, katilin kendisini yargıladığı kadar yargılayabilir öyle değil mi? O zaman sorumuz şu olmalı ‘hakim kendisine idam cezası verebilir mi?’ tabi ki veremez. Bu durumda ‘İnsan empati kurabilen bir canlıdır’ önermesinin değeri su götürmez bir şekilde sıfırdır. Önermenin değeri bir olsaydı bütün dünya düzenimiz ve ahlak kavramımız tamamen farklı olurdu. Yargı olmazdı, hakim olmazdı, kanun olmazdı huzurlu bir dünya düzeni olurdu. Katil öldürmek istediği kişinin yerine kendisini koyacak ve öldüremeyecekti, katil kelimesi bile olmayabilirdi.”

“Yani çiçek aslında konuyu şuraya getirmeye çalışıyorum; ben kendi türümden olanı, insanı bile tam tanıyamıyorken, onu anlayamıyorken seni tanımaya çalışmam tatlı bir hayaldi galiba sadece. Hiçbir zaman bir annenin çocuğuna karşı ne hissettiğini tam anlamıyla bilemeyeceğim, sadece tahminlerde bulunacağım ve kendi içimde olan başka duygulara benzeteceğim, anladım zannedeceğim. Bir anne bile diğer bir annenin çocuğuna karşı ne hissettiğini tam olarak hiçbir zaman bilemeyecek, çünkü her insan kendi başına başka bir canlı esasen. Sadece insan için de geçerli değil bu, örneğin sende şu az ötede duran tıpkı sana benzeyen çiçekle aynı değilsin, ne kadar aynı gibi görünseniz de sen sensin o da o.”

“Biz böyle yapıyoruz işte çiçek; hiçbir bilgiye ulaşamıyoruz, bazı referanslar belirliyoruz ve belirlemiş olduğumuz bu referanslar doğrultusunda üzerinde yaşadığımız dünyayı, içerisinde yaşadığımız hayatı oluşturuyoruz, birbirimizi tanıdığımızı sanıyoruz daha da kötüsü bir şey biliyoruz sanıyoruz. Düşünüyoruz, bir şeyler bulmaya çalışıyoruz ama hiçbir zaman zihnimizin ve bedenimizin sınırlarını geçemiyoruz. Kendimizi anlayabiliyor muyuz dersin peki?… İşin aslını şuan çok iyi anlıyorum ki senin kendini tanıdığın kadar ben kendimi tanımıyorum. Sen köklerini dünyaya, yapraklarını gökyüzüne bırakmışsın ve olanca sakinliğinle, olanca sükûnetinle var oluyorsun, var olmaya çalışmıyorsun, sadece var oluyorsun. Bense düşüncelerimden dilime taşan bu konuşmayı yapmaya çalışırken bile içimde bir yerlerde dilime yansıtamadığım bir şeyler olduğunu hissediyorum, bulmaya çalışıyorum, ama yapamıyorum.” Güneş gitmişti artık ama gökyüzünde mordan kızıla bütün renklerini geride bırakmıştı. Adam bir süre sessizce oturdu ve birden toparlanarak “tanışamadığımıza memnum oldum” dedi. “Tanışamadık belki ama en azından hiçbir zaman tanışamayacağımızı da öğrendik ve inan bana sana imreniyorum çünkü sen benden daha gerçeksin.”

Adam yamaçtan aşağı inerken daha rahat ve mutlu görünüyordu, çünkü bedeninin içerisinde hapsolduğunu hissetmesinin nedenini de, göz çukurlarının arkasından dışarıyı görmeye çalışan birisinin olduğunu hissetmesinin nedenini de çok az da olsa anlıyordu. Ya da anlıyordu demeyelim de, kendisine empati kurmaya çalışıyordu diyelim.

Bu yazıyı paylaş:

3 thoughts on “Tanışamadığımıza Memnun Oldum / Nuri Tarkan

  1. Geometri, fizik, biyoloji ve felsefeyle harmanlanmış muhteşem bir yazı olmuş kalemine, yüreğine sağlık yazarım, kalemin kavi olsun.

  2. Kardeşim eline kalemine sağlık.Akıcı bir yazı olmuş.Başladım okumaya baktım bir çırpıda tanışamadığımıza memnun oldum.Sevgiler saygılar.

Mehmet Çakmak için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 5 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları