Bir An / Tuğba Karabulut
Birden Hayme Ana oluverdim. Devlet-i Aliye’yi kuracak yeteneğe sahip evladımı görmüş feraset sahibi bir kadındım. Anaydım. Anadolu’ydum. Sıkılıverdim. Hürrem edasında saray avlusunda buluverince kendimi debdebeli bir hayata bulanıverdim. Çok şey istemiyordum ki. Rus asıllı, cesaret ve kıvrak zekaya sahip bir kadın olarak şu şaşaalı ömürde sadece oğlumun iktidarını istiyordum. Hakkımda serenatlar yapıladursun yüzyıllar boyu. Ilık İstanbul akşamında boğazı saran erguvan kokuları eşliğinde çarçabuk beliriveren gamzelerimle gülümseyerek karşımdakine, hafif omuz kıpırdatışım… Saltanat kadınıydım.
Hayır, hayır! Safiye Sultan’dım. Alımlıydım, eteğimin ucunu tutmuş yürürken edalı şekilde paraya hükmetmenin eminliğini taşıyordum. Koskoca hazine emrinde olsun, fısıltılarla Ester Kira’ya haber uçur. Oğluna hükmet. Venedik entrikasını yürüt. Sonrasında parayı tutanın dünyayı tutacağı lafının yalanı bende keyfiyet bulsun.
Kösem Sultan oluverdim bir an. Tarihçileri bile dehşete düşürecek bir katakulli ile devletçi zihniyet eğreti durmamıştı üstümde. Atamalar benden sorulurdu. Herkes Hürrem’i konuşadursun, ruhuna rahmet okutacak cinstendim. Tarihçi Öztuna “tarih onun gibisini görmedi” yazacaktı.
Hafsa Sultan oluverdim. Aynada baktım kendime usulca. Edalı bildim kendimi, haddimi.
Hatice Tarhan olunca ben, ölüverdim hayatımdaki gibi gülümseyerek. Yeniçeriler bile ağlasın diye arkamdan.
Nurbanu Sultan olmak, namı diğer Hürrem’in gelini olmak, gözlerim az açık, dudaklarımı sıkı sıkıya kapatmış yummuş, süzgün bakışlarla mağduriyeti oynamak. Atik olmak… Terliğimi kaybetmişim. Ah! Hiç hayra alamet değildi bu. Koşuşturuyordum. Sümbül Efendi, Cafer Efendi, bostancı ağası Macar Gazanfer Efendi diyerek eteklerimi sürüye sürüye… ardımdan…
Biri beni sarsıyordu. -Uyan Evvahe!. Hangi ara uyudun çabucak?! Sen kalk sarayları gez, saltanat sahibi ol, dünyaya hükmet. Ama bir dokunuşla bitiversin her şey an gibi. Sonrası yüzyıllar boyu ta haşre kadar… Doğruldum yattığım yerden dirseklerime dayanıp söylendim:
– Sultan Abdülaziz’in hal’i gibi acele gelmişsin başıma… Saraydayım ben.
– Ooo! Sultanım, sen sarayda yemişsindir bir şeyler de, çay bitiyor!..
Doğruldum iyice, yüzümde beliren muziplikle. Bitişik ranzada yatan Hatice takva örtüsü başında eğmiş kendini yine, tesbih çekiyordu. Örtüsünün ucunu ranzaya bağladım. Bana bakan Dilruba’ya hemşire işareti yapıp,
– Sus, uçmasın, diyerek.
Alt kata inip Ayşe’nin bıraktığı kremine yakamdan çıkardığım iğneyle delik açtım. Az şaşırsın. Sonra Tırabzanlardan kaydım, tutunup. Merdivenler neden icad edilmiş ki?…