DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Bana Engeli Anlat / Asuman Oğuz

Eylül aynı zamanda hazan, yani hüzün ayı.. Her yere sinmiştir rüzgârın sert kokusu. Sokakta yürürken her an ayağınızın dibinde, bir zamanlar yemyeşil olan sararmış bir kuru dal değmektedir. Sararmış kuruyan yapraklar zamanla bir çoğalıp kâh havada uçuşur kâh kaldırımlarda bir dağ gibi çoğalıp çöpçülerin faraşında öbek öbek yığılırlar.. Eylül şairlerin ilham aldığı en melankolik aydır. Bu mevsimde okullar açılır yeni eğitime -öğretime merhaba denilir.  Bu mevsimde kış hazırlıkları yapılır salça, konserve, tarhana çalışmaları ev hanımların hamaratlığına şahit olur. Bu mevsim sanki hüzünle başlayan bir başlangıç ayıdır da denilebilir. İnatçı yağmurların başlaması ile doğa bambaşka bir sarıya bürünmüştür.

Eylülün bu günlerinde atamam olan okula giderken ayağıma takılan sararmış yaprakları yine de ezmemeye dikkat ediyordum. Bana verilen özel eğitim sınıfım ve çocuklarımla tanışalı henüz bir hafta olmuştu.  O meleklerin öğretmeni olmak ne büyük ayrıcalıktır ancak anlayabildim. Yaklaşık dört yıldır bu branşta eğitim veriyorum. Her yıl değişik vakalarla karşılaşıyoruz her bir öğrencinin farklı bir özel eğitim gerektiren sorunu var. Ona göre program yapıyor, ona göre eğitim veriyoruz. Dosyalarını, raporlarını uzun uzun okuyor analiz ediyor bir yol çiziyoruz söyleyebiliyorum. Bu dosyaları incelerken serabral parsi hastası olan meleğim Meryem ile tanışalı henüz bir hafta olmuştu. Önceden sabah grubundaydı sonra öğlenci grubuna dahil edilen Meryem sınıfta sırada asla oturmuyordu sürekli camdan dışarıyı seyrediyor, eğitime katılımını sağlayamıyorduk. Bir yolu olmalıydı o’na nasıl ulaşsam diye kendi kendimi yiyip bitiriyordum. Bir gün çok kuvvetli yağmur yağıyordu yağmur sağanak olarak sınıfın camlarına vuruyor göz gözü görmüyordu dışarıda.. Meryem her zaman ki yerini aldığı camda yağmuru seyrettiğini istemsizce gülüp istemsizce el kol hareketleri yaptığını izledim. Yanına gidip bende yağmuru izlemeye başladım bu birkaç dakika sonunda Meryem bana bakarak gülümsüyordu sonra bana sarıldı ve birlikte yağmuru izledik. Meryem bak yağmur yağıyor dedim anlamış ifadesi ile başını salladı gel şimdi oturalım yağmurun resmini çizelim dedim yine kafasını salladı ve elimi tutarak sıraya oturdu. Serabral parsi hastalığı Meryem’de el kasları ve bacak kaslarını tutmuştu yürümekte zorlanma ve el kaslarında zayıflık vardı ve belirgin artikülasyon sorunu (konuşmada güçlük) vardı.. Elini tutarak bir resim çizmeye çalışıyorduk çabuk sıkılacağını ve hemen cama doğru yöneleceğini bildiğim için şarkılarla resimimizi tamamlamaya devam ediyorduk. O’nu sırada oturtmanın bir yolu olmalıydı ama nasıl? işte bu da özel eğitim alanının becerisi olmalıydı her şey akademik bilgilerle olmuyor bu işin mutfağı cidden zormuş…

Günler geçiyor, Meryem yavaş yavaş sınıfa dahil olmaya başlıyordu sürekli ilgi beklediğini bildiğim için diğer çocuklarıma da haksızlık yapmamak adına o’na her uygun fırsatta özel zamanlar ayırmaya çalışıyordum. Bazen krizleri geldiğinde onu yönetmek zordu ailesinden yardım alıyordum.  Eğitimimiz devam ediyor çocuklarda az da olsa bir değişiklik göstermeye başlamışlardı. Elbette bu gelişmeler veliler tarafından sevgi ve minnetle teşekkürle karşılık buluyordu bu da öğretmen olmanın en harika sonucu diyebilirim. Ancak Meryem’le gönül iletişimizde çok büyük farklılıklar oluşmaya başlamıştı mesela ona kakaolu süt aldığımda ödül olarak o da eline kalemi tutmaya çalışıyordu bana teşekkür etmek için sarılıyor öpücük atıyor sevgi seline boğuyordu beni meleğim, güzel evladı… Çok büyük mücadele etmiştik defalarca pratikten sonra ilk (A) harfini yazdığında okulu tavaf etmiştim sevinçten bir elimde Meryem bir elimde, yazdığı defter diğer elimde idarecilerle sevincimi paylaşmıştım. Hayatımın en mutlu günlerinden biri diyebilirdim başardık birlikte başardık ne keyif ne büyük can suyu mesleğime… İşte o günün ertesi günü bu büyük sevinci hüzne boğan o hadise oldu…

Okulda mesaim bitti eve dönmek için otobüse bindim iki ya da üç durak sonra otobüse orta yaşlı bir hanımefendi ile özel çocuk olduğunu anladığım 15 yaşlarında kıvırcık saçlı el ve ayaklarında belirgin arazları olan bir aile bindi. Onlara yer veren olmadı kendi yerimi verince yanımda oturan genç de kalkmak zorunda kaldı bir süre sonra çocuk bağırmaya ve elleri ile annesine vurmaya başladı ve avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Kadın çaresiz onu susturmaya krizini yönetmeye çalışırken etraftan sesler duyulmaya başladı.  “Hanım şu çocuğu susturun!” ya da “İnin otobüsten! Sizi çekmek zorunda mıyız?”,  “Ay çok ses yapıyor..” vs. vs. sesler çoğalınca otobüsün şoförü çaresiz “Hanımefendi susturun çocuğunuzu rahatsız oluyor yolcular..” dediğinde cidden artık Venedik tacirindeki Shylook’un tiradı gibi bağırmaya başladım. “Ya lütfen artık bu hanımın üstüne varmayın otobüse bindi benden başka yer veren olmadı, belli değil mi zaten özel çocuğa sahip olduğu belli ki kriz geçiriyor ve kalabalıkta sıkıldı ne yapsın bu kadıncağız imkanı olsa zaten özel araba ile gider gideceği yere lütfen empati yapın…” diye  konuşurken arka sırada oturan bir genç kalktı ve bana sert bakarak “Biz de saatlerdir yoruluyoruz çekmek zorunda mıyız, çok istiyorsanız  inersiniz  tutarsınız   bir taksi  yardımcı olursunuz  ne diye söyleniyorsunuz  bize..” diye çemkirip oturdu yerine sanki Roma’yı keşfetmiş gibi… diğer yolculardan çıt çıkmıyordu… derin bir sessizliğe bürünmüşlerdi…

Ne diyeceğimi bilemedim söylenecek çok söz vardı ancak anlayana.. Toplumun bakış açısı bu denli vicdansız ve dar görüşlü idi. Kadına eğilerek sordum: “Nerede ineceksiniz?” Kadın; “Az kaldı bir durak sonra babası bizi gelip alacak. Allah sizden razı olsun herkes sizin gibi olsa baksanıza herkesi de rahatsız ettik ama anlayışsızlar sanki bilerek mi yapıyor rahatsız engelli ne yapayım atayım mı? Evladım o benim..” diyerek gözlerinden yaş akarak çocuğunun saçlarını okşamaya, elini öpmeye ve onu sakinleştirmeye devam ediyordu. “Hanımefendi ben de Özel Eğitim öğretmeniyim sizi çok iyi anlıyorum ancak herkesin anlamasını bekleyemiyoruz ne yazık ki toplumun bakış açıcı ve gelinen nokta böyle maalesef..” dedim. Kadın: “Biliyorum, keşke herkes sizin gibi eğitimli olsa biz engelli anaların durumunu anlasalar..” deyip otobüsün durma düğmesine bastı ve indiler. Arkalarından bakakaldım. Ve arkamı dönüp en dipte rahatsız olan genci gözlerim aradı yoktu. İnmiş demek ki. O’na Aşık Veysel’in şiirini okumak isterdim ..

 

“Beni hor görme Gardaşım
Sen altındın ben tunç muyum
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben sac mıyım?

Ne varise sende bende
Aynı varlık her bedende
Yarın mezara girende
Sen toksun da ben aç mıyım?

Kimi molla kimi derviş
Allah bize neler vermiş
Kimi arı çiçek dermiş
Sen balsın da ben çeç miyim?

Topraktandır cümle beden
Nefsini öldür ölmeden
Böyle emretmiş yaradan
Sen kalemsin ben uç muyum?

Tabiata Veysel aşık
Topraktan olduk Gardaşık
Aynı yolcuyuz yoldaşık
Sen yolcusun ben bac mıyım?”

Ah ozanım rahmetli Aşık Veysel bu nasıl öngörüdür ruhun şad olsun ..

Otobüsten inip eve yürürken o kadın ve çocuğu gözümün önünden gitmiyordu…

Bir engelli bireyi anlamak için ille de bu işin eğitimini almak gerekmiyordu ki.. Bir iğne ucu kadar gelişim gösteren özel gereksinimli öğrencilerim için ben mutluluktan havalara uçarken otobüste özel çocuğun krizine tahammül edemeyen yirmibeş yaşlarındaki çemkiren bu genç ve otobüs dolusu suskun insanlara nasıl evrildik? Bize toplum olarak neler oluyor?

Dünyadaki en güzel şey kalpteki insan sevgisidir. Ne ara kalbimizde ki insan sevgisini kaybettik biz nerede hata yaptık?  Farklılıklara davranma şeklimiz ne ara bu kadar acımasız oldu? aslında özel gereksinimli bireylere yönelik tutumların değişmesi kesinlikle gönüllerin değişmesine bağlıdır. Ne güzel söylemiş Şems’i Tebriz’i: “senin gönlün değişirse, Dünya değişir.”

İyi de toplumun bu tutumlarını nasıl değiştireceğiz? Çünkü tutumlar doğuştan kazanılmaz ki öğrenme yoluyla sonradan kazanılır. İlk eğitimi veren Anne, Baba sonra Arkadaş, Çevre iletişim araçları, kişisel yaşantılar bu tutumların oluşturulmasında en büyük faktörlerden bazılarıdır.  Yıl 2020 özel gereksinimli bireylerlere yönelik tutumların istenilen düzeyde olmadığını şu otobüsteki yolculardan görmedik mi? ne yapmak gerekir özel gereksinimli bireylerin ve Ailelerin yaşadıkları bu sıkıntıları bir nebze olsun azaltılması adına toplumdaki her ferde bu bilinci nasıl sağlarız? daha engelli asansörüne sadece engellilerin bineceği bilincine varmazken bu nasıl anlatılır?

Kafamda sorular sorular…

Geçmiş yıllara göre özel gereksinimli bireylerin toplum içinde kabulüne yönelik farkındalık çalışmaları arttığı ortadır ancak yeterli değildir. Çünkü yukarıda anlattığım gibi otobüste yaşadığım örnekleri çoğaltmak mümkündür.  Basında okumuştum halk otobüsünde işitme engelli bir genç tekme tokat dövülmüştü ve hiç kimse buna tepki göstermemiş sessiz kalmıştı.ve ne yazık ki halen Down sendromlu bir Anne çocuğunu parkta oynatamıyorsa, otizmli bir çocuğu olan aile alışveriş merkezine sokulmuyorsa, bedensel engelli birey rahatsız edici bakışlara maruz kalabiliyorsa toplum olarak daha çok yolumuz var demektir.

Özel gereksinimli bireylere karşı tutumların olumlu yönde değiştirilmesi amacıyla çalışmalar yapılması lazımdır. İyi de bunu nasıl başaracağız?  Elbette çocukları eğitmekle mümkündür. Önce Ailede sonra da okullarda Duygu Eğitimi Seferberliği yapılmalı kanımca..

Çocuklar çok soru sorar büyüme çağlarında inşallah daha çok soru soran çocuklar olsun özellikle çocuklar anlatımı, öyküyü çok severler hayal dünyalarını genişleten söylemlerdir öyküler ben şahsen tüm çocuklarımızın Annelerine şu şarkı sözleriyle seslenmesini isterim.  “Bana sevmeyi Anlat”

Daha farkındalıklı toplum ve bireyler olmak için ne duruyoruz hadi hep bir birlikte söyleyelim “Bana Sevmeyi Anlat”…    “Bana Engeli Anlat”.

 

17 Ağustos 2020

Maltepe…İstanbul

Bu yazıyı paylaş:

One thought on “Bana Engeli Anlat / Asuman Oğuz

Nur için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 10 eseri bulunmaktadır.