DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Ölüm ve Diriliş / Fatih Oruç


8.1.2020

1                                                                     

 “Her can ölümü tadacaktır. (Enbiya, 21/35)

“Yaşayan her canlının öleceği” gerçeği ihtilafsız bütün insanlar tarafından kabul edilmiş. Fakat ölüm, kapalı ve gizemli bir gerçek olduğu için farklı inançlardaki ve farklı kültürlerdeki insanlar tarafından değişik şekillerde yorumlanmış ve farklı şekillerde algılanmıştır.

Ölüm korkusu aşağı yukarı bütün toplumlarda istenmeyen bir durumdur.

İnsanlar yüzyıllardır ölümsüzlüğün peşinde koşmuş, kendisini daima diri tutacak bir mucize ilacın izine düşmüşlerdir.

Seküler inançta ve modernitede ölüm kelimesi bir tabudur, konuşulması, gündeme getirilmesi hiç sevilmeyen bir kelimedir. Düşünülmeyecek kadar ürkütücü bir gerçektir.

Ölüm, ancak hazırlıksız ya da yanlış hazırlık yapan insan için korkulacak bir durumdur.

Ama ahiret nimetlerini kazanmak için de bir servet yurdudur.
O halde, dünyada iken ahireti ve orada yapılacak İlâhi sorguyu, suali düşünerek hareket eden insana ölüm ne yapabilir?

İslâm inancında kaçınılmaz olan ölüm, bir yok oluş değil, ruhun bedenden ayrılışıdır. İslâm kültür ve medeniyetinde ise özellikle de tasavvuf kültüründe bir ‘vuslat’tır.

Doğum, aynı zamanda ölümün ilanının bir başlangıcıdır. İkisi birbirinden ayrılmaz bir bütündür.

Yok oluş da yeniden varoluşun ve doğuşun müjdecisidir. Ölüm, geçici, sanal bir yaşamdan kalıcı ve gerçek bir yaşama ilahi bir yolculuktur.

 “Diyorlar ya; korkar mısın ölmekten? İnsan hiç korkar mı yalan bir ömrün ardından tadacağı tek gerçekten.” Mevlana

Ölüm;

Müslüman için ilahi bir ayettir. Hakka yürüyüştür. Bir vuslattır. Yani yeniden varoluştur. Aynı zamanda bir hesaplaşma günüdür.

Ne hazin bir gerçektir ki, Müslümanlar da ölüm korkusunun etkisi altında kalmaktadır.

İslâm inancında insanlar, ölümle devamlı hatırlanmaya ve yüzleşmeye davet edilir. Hayatın meşgalesi, kaygısı ve güzel yanları bu kaçınılmaz gerçeği sürekli ötelemeye çalışır.

Aslında ölüm gerçeği, hayatımıza bir anlam, bir derinlik ve bir değer katar. İmtihanı başarıyla geçmemiz için nefsimizi sorgulamamıza, öz eleştiri yapmamıza ve kendimizi disipline etmemize vesile olan bir gerçektir. Ölüm, artık “korku ile ümit” arası bir çizgidir.

Zaten ölmek için yaşamıyor muyuz ve yeniden sonsuzluk âleminde yaşamak için ölmüyor muyuz?

İlahi yolculukta toprakta yok oluş ve yok oluşta diriliş, dirilişte de Hak’ta vuslatı yaşayış.

Özetlersek, ölmek için yaşamak ve yaşamak için ölmek ilahi bir kader.

Ölümü güzelleştiren şair; Yahya Kemal Beyatlı “Rindlerin Ölümü” şiirinde diyor ki;

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

Burada geçen rind, kalbini ve ruhunu temizlemiş kişidir. Dünyanın peşinde pek koşmayan, onunla çok ilgilenmeyen, onunla ilgili uzun planlar ve ameller beslemeyen kimsedir. Onun felsefesine göre geçici dünyaya fazla meyletmek, kaygı taşımak kendisine ayak bağı yapmak olarak inanır. Rind, ilâhi aşkla mest olan ve o yolun yolcusu olan bir derviştir.

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;

Şair burada ölümü, üzüntü ve sıkıntılardan uzak huzurlu bir bahar ülkesine İlâhi ve ebedi bir yolculuk olarak düşünmektedir. Toprakta yok oluş, yok oluşta diriliş, dirilişte vuslatı yaşamaktır. Bu yolculuk rindleri hiç korkutmaz.

Ölüm, kaçılacak ve her an korkusuyla yaşanacak bir şey değildir. Mukadder sonun korkusuyla kendimizi cendereye sokacağımız bir şey değil. Dingin bir asude ülkesine açılan bir kapı.

Her canlının kaçınılmaz gerçeği, tedirginliklerle ve korkuyla değil, aşkla, özlemle ve bir vuslat olarak karşılamak. En dolu hislerle aşkın zirvesini yaşamaktır ölüm. O İlahi aşkı yaşadığında ölüm korkusu da yok olur.

Rindler inanırlar ki ölüm sevgiliye kavuşmaktır ve gönül bunun için yanıp tutuşmaktadır.

Her canlı ölmek için yaşamıyor mu ve aynı zamanda yaşamak için ölmüyor mu?

Bu yolculuğumuz bir imtihan yolculuğu, ölümü de, dirilişi de takdir eden âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.

Bu dünya çok da değer verilebilecek bir yer değil. Ebetten gelip ezele giden, üzüntünün, acının, zulmün, haksızlıkların ve adaletsizliklerin hüküm sürdüğü bir yer. İnanan insan, haksızlıkların ve adaletsizliklerin hüküm sürdüğü bir yerden, hiçbir haksızlığın yapılmadığı adaletin merkezine yolculuk yapmak istemez mi?

Bu yolculuk bir imtihan yolculuğu. Cehenneme çevirdiğimiz, adaletsizliklerin, zulümlerin ve katliamların yapıldığı bir dünyadan şairin dediği gibi, asude bir bahar ülkesine yolculuk.

Ölüm artık bir son değil, sıkıntı ve üzüntülerden uzaklaşıp, rahat, huzurlu ve dingin bir ülkeye yolculuktur. En dolu hislerle aşkın zirvesini yaşamaktır ölüm. O İlahî aşkın içerisinde ölüm korkusu ve kaygısı da yok olur.

Bu duygu ve hislerle kim istemez ölümü?

15.1.2021

2                                                                       

Ölümden sonra yeniden diriliş.

Kur’an-ı Kerim de buyruluyor ki;

“Hiç kuşkusuz ölümden sonra diriltileceksiniz.” (Hûd,11/ 7)

İnsanoğlu dünyada hangi günah ve suçları işlemişse ahirette alacağı karşılık da günahına uygun bir şekilde olacaktır. İnsan yeryüzü tarlasına neyi ekmişse ahirette onu biçecektir.

“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür.” (Zilzâl,99/7)

“Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür.” (Zilzâl,99/8)

Büyük İlâhi mahkeme!

Herkesin amel defteri açılıp okunacak ve hakkında hak ettiği İlâhi hüküm verilecektir. Kimliğine bakılmaksızın İlâhi mahkeme önünde herkes eşit olacak. Burada görülmeyen hesaplar, mahkemede, bir büyük mahkemede, Mahkeme-i Kübrâ’da görülecektir. Âlemlerin Rabbi, sizi o mahkemeye sevk etmek için yeri dirilttiği gibi yine diriltecektir. Dünyada yapılan en küçük hayır veya şerrin bile kaybolmayacağını, ahiret gününde bunların insanlardan hesabının sorulacağını, karşılığının da ödül veya ceza şeklinde verilecektir. 

Mahkeme-i Kübrâ’da! İlâhi adalet!

Zalimlerle hesaplaşmak için randevumuz var.

Dünyayı cehenneme çeviren Firavunlar, Karunlar, haydutlar, ürettikleri korku, kaos, ekonomik kriz, işkence, suikast, katliam, işgal ve sömürüyle dünya kaynaklarının tümünün üstüne çökmek için her türlü haksızlığı masumlara ve çaresizlere reva görenlerle buluşma vakti.

Emperyal amaçları için devletleri haraca kesen, bütün yeryüzünü savaş, işgal ve göçe gark ederek, kan ve gözyaşına boğanlarla hesaplaşma günü.

Her gün binlerce insanı, genç, yaşlı, kadın, erkek ve çocuk demeden teknolojik ölüm kusan silahlarını bunların üzerinde deneyerek katledenlerle intikam alma günü.

Ülkelerde, kentlerde, kasabalarda ve köylerde taş üstünde taş bırakmayarak milyonlarca insanın ölümüne, milyonlarcasının sakat ve çaresizlik içerisinde kalmasına, yerlerinden yurtlarından göçmesine sebep olanlara hesap sorma günü.

İnsanlık tarihi boyunca sahneye çıkan tüm zalimlerin cezalandırılmaları Allah’ın bir kanunudur. Âşıklar sabırla beklemez mi o günü. Mazlumlar, suskunlar, ezilmişler, yerlerinden yurtlarından edinenler İlâhi mahkemede konuşacakları günü özlemez mi?

Zalimlerin hükümdar olduğu, delaletin itibar gördüğü ve zilletin saltanat sürdüğü bir yerden, terazinin çok hassas olduğu bir beldeye yolculuktur ölüm.

Kimsenin kimseye zerre kadar zulüm ve haksızlık yapamayacağı adaletin merkezine bir yolculuğu kim istemez ki?

Zalim değilsen, zulmetmiyorsan, dünya kaygısı taşımıyorsan Rabbinle yan yana, huzurlu ve adil bir yaşama kavuşmak istiyorsan,  kim nasıl istemez ölümü?

Çünkü İslâm inancında kaçınılmaz olan ölüm, bir yok oluş değil, ruhun bedenden ayrılışı, yeni bir hayatın başlangıcıdır.

Allah ve ahiret inancına sahip İslâm, Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerinde farklılıklar olmakla birlikte, esas ölüm korkusunun kaynağı ölümden sonraki ahiret hayatına duyulan kaygıdan kaynaklanmaktadır.

Kültürümüz ve şiirlerimizde de ölüm konusu eskimeyen ve önemli bir temadır.

İnançlı şairlerimizde ölümün aslında korkulacak bir şey olmadığını, aksine yaşanması gereken güzel bir hadise olduğunu dile getirirler.

Bunlardan Erdem Bayazıt ölüm hakkındaki düşüncelerini şu mısralarla dile getirmiştir.

Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm

Şairlerin Sultanı Necip Fazıl Kısakürek de ölüm hakkındaki düşüncelerini şu beyitle dillendirir:

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber…
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber.

İnsanlar için en güzel nasihat olan ölüm, aynı zamanda insana verilen en büyük bir lütuftur.

Ölümü hatırlamak, ona göre azığımızı doldurmak, korkuyu korkutmak, ölümü içimizde öldürmek ve bunu içselleştirerek beklemek her Müslümanın yapması gereken bir olaydır.   

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 2 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları