DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Taksim Camii ya da “Asayı Taşa Vurmak” / Abdulbari Karabeyeser


            “Ve bir zamanlar Musa kavmi için su istemişti: Biz de, “Değneğinle taşa vur demiştik.” Bunun üzerine ondan on iki pınar fışkırdı. Her grup, kendi su alacağı kaynağı bilmişti. Allah’ın rızkından yiyin için, bozgunculuk yaparak yeryüzünü karıştırmayın.” (Bakara,2/60)

            Allah, Peygamber dahi olsa kimseye emeksiz, alınterisiz bir şey vermiyor. Musa, kavmi için Allah’tan su istiyor ama Allah suyu vermiyorum demiyor. Sadece “Değneğinle taşa vur.” diyor. Bu önemli bir ayrıntı! Evet, yarınlara dair umutları olanlar, mucizeler bekleyenler çalışmalıdırlar, Asayı taşa vurmalıdırlar.

            1994 Belediye seçimlerinde İstanbul’daydım. Zeytinburnu Mensucat Santral Lisesi’nden mezun olalı henüz bir sene olmamıştı. MGV başkanımız Mustafa Mert ağabey idi. Seçimlere birkaç ay kala kolları sıvamıştık. Canla başla çalışıyorduk. Herkesin bir görevi vardı. Herkes işini cihad aşkıyla yapıyordu. Benim görev yerim Zeytinburnu Dikilitaş seçim bürosuydu. Bütün günümüz orada geçerdi. Kendimizi Medine’ye gönderilmiş İslam’ın ilk öğretmeni Musab b. Umeyr gibi hissediyorduk. Samimiydik, içtendik, dava delisiydik.

            Büroyu açıp kapatmadan tutun, çay, şeker ve temizlik işlerine kadar her tarafa koşturuyorduk. Yorulmak vesaire kelimeler yoktu lügatimizde. Çünkü biz mücahittik ve bu kirli düzenin panzehiri bir hareketin mensubuyduk. Başımızda Şevki Yılmaz ağabeyin ifadesiyle “Günde ancak iki, üç saat uyuyabilen büyük komutan Necmettin Erbakan Hoca” vardı. Kocaman bir aile olmuştuk; et tırnak gibi…  Çok mutluyduk.

            İlk dönem muhaddislerinden Abdullah b. Mübarek (v.181 /797) Kufe‘de bulunduğu yıllarda uzun bir süre evinden dışarı çıkmamaya, insanların arasına karışmamaya çalışır. Tüm vaktini kitap okumaya verir. Yakınlarından birisi kendisine bu küçücük evin içerisinde tüm gün kaldığından dolayı sıkılıp sıkılmadığını sorunca İbn Mübarek şöyle cevap verir.

            “Hazreti Peygamber ve ashabı ile beraber vakit geçirirken niçin sıkılayım?”

            Evet, bizler de o günler de, abartısız olarak bu haleti ruhiyeye sahip idik. Akşama kadar ilahi çalıyorduk. “Şehit tahtında Rabbe gülümser”i dinliyor, merhum Abdurrahim Karakoç’un “Hak Yol İslâm Yazacağız” marşıyla coşuyorduk.

            Kör dünyanın göbeğine
            Kuşların göz bebeğine
            Yaprak yaprak, çiçek çiçek
            Hak yol İslâm yazacağız.

            Hele bir tane başı açık bayan gelip üye olduğunda yeni bir Bedir Harbi kazanmış kadar mutlu olurduk. İşte o günlerde Taksim Camii konuşuluyordu. Reis meydanlarda imanından aldığı güçle haykırıyordu: “Taksim’e cami yapacağız” diyordu. Onlar da “Asla yaptırtmayacağız! Sizi kandıran bu hayalpereste sakın ola ki kanıp oy vermeyesiniz” diyorlardı. Nihayetinde halkımız kimin yalancı ve sahtekâr olduğunu tez zamanda gördü ve tüm o yalancıları Haliç’e gömdü. Kazanan Reis oldu. Sadece Reis mi? Taksim Camii kazandı, Ayasofya kazandı, Çamlıca Camii kazandı, mazlum ve mağdur sessiz yığınlar kazandı, Türkiye kazandı, ümmet kazandı. O gün başlayan yürüyüş tüm engellemelere, tehditlere, şantajlara, komplolara ve hainliklere rağmen hala da devam ediyor ve devam edecek çünkü “Hak geldi batıl zail oldu.” (İsra, 17/81)

            Hani der ya büyüklerimiz “Su görününce teyemmüm bozulur” diye. Evet, RTE su idi. Halkımız gerçek suyu görünce teyemmümden vazgeçti. Tarihiyle, kültürüyle, diniyle, diyanetiyle, değerleriyle barışık Recep Tayyip Erdoğan’a sarıldı, o gün bugündür onu hiç yalnız bırakmadı. Onun yanında duranları ihya, durmayanları da imha etti, tarihin çöp sepetine attı.  Reis de ona güvenenleri asla mahcup etmedi. Verdiği her sözü, her vaadi yerine getirdi. 28 Mayıs 2021 tarihinde açılan Taksim Camii’de işte bu vaatlerden biriydi. Allah, kendi dinine pire gölgesi kadar olsun fayda sağlayanları asla mahcup etmez. “Uğrumuzda mücadele/mücahede edenlere yollarımızı açarız. Allah iyilerle beraberdir.” (Ankebut, 26/69)

            Gemiyi terk edenler, küsenler, mızıkçılık yapanlar, ene putuna sarılanlar bilsinler ki bu dava Hakk’ın davasıdır; Kudüs’ün, Mekke’nin, Medine’nin, Bağdat’ın, Şam’ın, Kurtuba’nın, Bosna’nın, Diyarbakır’ın, Doğu Türkistan’ın, Payitaht İstanbul’un davasıdır. Siz gittiniz diye bu tekerlek bu tümseklerde kalacak değildir; Allah’ın vadettigi günler çok yakındır ve zafer müminlerindir, zafer Allah’ın dinine yardım edenlerindir. Davayı bırakıp küçük hesapların peşine düşenler şunu bilmeliler ki bu asrın Fatih‘i, Selahaddin’i, Alparslan’ı, Necmeddin Erbakan hocamızın yiğidi Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bugün “hikmet ilmi” ona verilmiştir ve Allah “Hikmet’i dilediği kimseye verir ve kime hikmet verilirse ona çok hayır verilmiş demektir.” (Bakara, 2/269). Bir zamanlar “Hikmet ilmi neden Talut’a verildi de bize verilmedi?” diye onu terk edenlerle sizin aranızda hiçbir fark yoktur. Onlar da “ene” putunun kurbanı oldular, sizler de…

            Aklı başında olan Müslümanların yolu bellidir. Dava mazlumların davasıdır. Bugünkü modern Türkiye’nin, mağdur ve mazlum İslam dünyasının “urvetü’l-vuskası” belli olmuştur.

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 15 eseri bulunmaktadır.