İmkânsız Bir Aşk Masalı / Merve Sühan
Bir eylül çıkmazında dar geçitli bir yoldan geçtim, aklımdakilerin sağ kalan yanlarına tutunup, sol tarafımın hep bir adım sana yaklaştığını bilerek. Bu çorak yolda birbirimize denk gelmemiz tevâfuk buluşmanın ilk durağıydı. Ben imkânsız bir aşkın hikâyesini yazacaktım ömrün geri kalanına, sen ise her güne bir mum yakıp inatla beni biraz daha bekleyerek. Öyle öyle geçecekti zaman… Bir şiire adını verecektim sonra. Adınla başlayacaktı her cümle. Okudukça anımsayacaktın gittiğimiz yerleri. Gidip de dönmek istemediğimiz, adını bilmediğimiz sokakları. Gökyüzüne âmin niyetine dilekler dilediğimiz, kalabalık insanlar arasında yalnız nasıl bir olduğumuz, o karanlığın aydınlığıyla nasıl konuştuğumuz… Şimdi yanında olsam sarılsam, sarılsam… Avuçlarının terlediği yerden öpsem. Sonra gözlerinin sonsuz harflerini birleştirip bizi var etsem yeniden, yeniden…
Gecikmiş bir aşkın yalnızlığı bu. Dudaklarımın mühürlü tarafını bir ayinle sonlandırıp, gözlerimizin konuşmalarından anlıyorum. Hatıralar ne çok gözümde. Görüyor musun sende ansızın gözlerinde canlanan anıları? Neyi bekliyorsun artık. Git kurtar kendini bu körpe aşk çıkmazından. Kurtar bizi bu büyük yıkıntıdan. Bu yakınlık canıma karışacak. Sen ruhuma kazındıkça; imkânsızlık yazılacak ömrümüze, ölüm daha yakın gelecek. Git ve bırak bu pamuktan hayalleri. Bir gün bal kabağına dönüşmeden her şey, git. Git kalbim yenilmeden bu sevgiye. Toprağın sıcak yanına karışan yağmurla uyanalım yeniden. Yeniden dirileyim bir güne, sensiz… Maviye bulanmış pencereden umudu selamlayalım sabaha karşı. Kirpiklerimden düşenleri saymadan durdur gözyaşlarımı. Nasıl baş edebilirim bu yenilgiyle anlat. Seni unutmaya nerden başlayabilirim. Her gün biraz daha fazla uzaklaşmanın yoluna nasıl bulabilirim. Git derken bile diyememenin sancılı yanına yenilmek, bir imtihanın uyandırılmamış kâbusu gibi. Nasıl sustururum içimin sen kokan kederli çaresizliğini. İlaç kutuları uyutmuyor artık ruhumu. Dağ başının karanlık sessizliğine sığındığımız o akşamı hatırlıyor musun, yol bitmesin istedim. Avuçlarımı sardığın ellerinde sabahı güneşe kavuşturmak. Bir an umutsuzluğumuzu nar ağaçlarının birinde bir bez parçasına sarıp orada unutmak istedim. Bizi unutmak istedim o şehrin surları ardında. Gözlerin değdikçe gözlerime; ömrümü alıp uzatmak istedim, seni biraz daha görme isteğine. Durdurduğun bu zamanda kalıp anılarımıza bir yenisini daha eklemek… Tüm imkânsızlıklara rağmen seni sevmek, sana âşık olmayı istemek, yeniden.
Başımı koyduğum göğsün, tanrıya dua edip de kabul edildiğini bildiğim tek yer. Yüzün avuçlarımın tamamlanmış sözleri. Yoksulluk aklımın senli yalnız yanları. Yanımda olmadığın zamanlar sana niye yoksun diye soramıyorum, çünkü bu “imkânsız bir aşk masalı” biliyorum. Bir kederi gözlerinde bitirecek olmanın büyük sevinci içindeyim. Aslında büyük bir yalancıyım biz katında. Kötü bir yalancı… Kaçtıkça nasıl da sana bulaştığımın, nasıl da sarmaşık gibi sarıldığımın bu bilinmeze… Bir daha kimseye bu kadar güzel yenilmemek için, gözlerimin buluşacağı gözlerden kaçıyorum. Derdimi sevdim. Senden sonra en çok kendimi. Seversin diye bir gün dikeni, gülünden ayrı. Yağmuru ıslandığımız soğuğuyla. Geceyi sabah ettiğimiz tan yerinin üzerimize sinen gölgesiyle. Tam eksildiği yerden tamamlandığımız gözlerimizde. Varlığına ihtiyaç duyduğum her saat sana gel diyememenin ağrısı bu. Her zerremin seni yaşıyorken diline gelenleri söyleyememe acizliği. Dünyayı doğuruyor bir yanın, bir yanın kandilleri söndürüyor. Şimdi kime niye anlatmak gerekir ki bu meseleyi, biz bize yetiyorken. Yalnız ölüm en çok yakın bize. Sona yaklaştıkça umudum artıyor, bir başka dünyada kavuşma ümidine. İncinmesin yüreğin olur mu? Bir gülümsemene bin tane dağ çiçeği açıyor. Soldurma onları. Ben bir masal uydurdum kendime, yarım kaldığım her şeye inat tam olmaya. Bu bir rüyaydı elbette biliyorum. Bitmesini istemediğim bir rüyanın eşiğinde, gözlerindeyim. Bu gerçek değil sen de inan, bu bir aşk masalı, kavuşması hiç mümkün olmayacak imkânsız bir aşk masalı…