Kabuk / Muzaffer Ceylan
bir hatırayı anar gibi yaşattım seni buralarda
çünkü mevsimsiz bir yağmur ıslattı sürekli geçmiş günleri
yaşlanan kişilerin yalnızlığını sarma girişimi say bunu
şiveli konuşmalarla ilgisiz insanlara çay ocaklarında
gece kulüplerinde yahut bir mezarlıkta bayram günü
gözlerini kapatırlar bastırmak için alçılı ağrılarını
bir tavus kuşu görmüştüm ecnebi bir kentte geçen yaz
düşüvermiştin aklıma yerine getirilmemiş bir söz gibi
birden sıcak basmıştı caddeleri üstelik temmuz sonuydu
oysa ben elma bahçelerini özlemezdim sen bilmezsin
soluklanarak çıkmazdım hatta ahşap merdivenleri
ipek gömleğini bir kez göreydim üstünde rüyalardan öte
zahmetsiz akardı parmaklarından kuru incir reçeli
gök mavisine öykünen düşlerimiz vardı seninle hatırla
ilki deniz simit çay üstüne bir üçleme
güler yüzlü bir boşluktu içine çeken kırmızı bir bisikleti
şimdi cam kırıkları mı kül mü bastılar ön sözüne yağmurun
sonuçsuz bir özleyişti işte nisan günlerini ikiye eşit üleştiren
bir hatırayı anar gibi yaşattım seni uzak şehirlerde
sen bilmezsin üstelik işte o kadar çok şey var ki
parkta oynayan bir kız çocuğu var saçları hepten papatya
sonra Anadolu türküleri var şehirler arası yolculuklarda
gece üç beş nöbeti tutan bir asker gibi unutmam
gemileri palamarsız rıhtımı nerde uslu bir deniz görsem
alıp başımı yaşlı kişilerden dert dinlemeye giderim
mesela Emirgan’a giderim sırf seni düşünmeye
sönmemiş bir yıldızdan bir parçayı koparmışım
kopartmışım da iç cebime saklamışım say bunu
ama bir üşüme hissi gelip yerleşiyor içime işte aniden
rengarenk bilyeler dökülüyor cebimden hala İstanbul’a
bir hatırayı anar gibi yaşattım seni tam şuramda