DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Bir Bayram Hikayesi / Ahmet Çiçek

Ânın zamana dolduğu,
damlanın okyanusla buluştuğu,
çirkinin güzele dönüştüğü gündür bayram.
Bayramlar şekeri dilde eritmek, sevgiyi gönülde mayalamaktır.

Gönül almak için gönle akmak, matemlerin civarında dolaşmak, dertlilerin dertleriyle dertlenmek değil midir?

O gece bir rüya gördü. Hiç olmadığı kadar mutluydu kendinden bi haber. Koşmak istiyordu delice, kavuşmak için koşmak.  Dağın buluta, dalın meyveye, öksüzün anneye olan hasreti gibi kavuşmak. Bir damlaydı okyanusta, zaman bile sayılmayan an’dı.

üç saniye sürmüştü rüyası kafasını sağa çevirebildi sadece, göz kapakları açıldığında babasının kütükte oturmuş halde tıraş olduğunu gördü. Suratında biçtiği kıllarını önünde diz kırmış paslı leğene akıtıyordu.

Kalkmak ister misin? Sorusu onu ürküttü.

Kalkmak?  Nasıl olacaktı ki?

Ses etmeden kafasını tavana dikti gözyaşları yastığa değil içine aksındı sebep. Bu bayram onun için ekstra acıları olan gündü. Toprağa düşmüş acıları vardı. Gelir miydi acep? Sever miydi? Bu bayram sabahı tarar mıydı saçlarımı? Ah annem öyle özledim işte seni.  Meyve olmayan dalı kim ne yapsın. Meyvesi olmayan bir  dal’ım.

Babası elinde kemikten yapılmış dört dişi eksik tarakla  hadi kızım saçlarını tarayalım dediğini duydu. Tam başlamışken ‘’Allah-u Ekber’’ sesleriyle bırakıp koştu.

Bayram koşmaktı, kavuşmaktı, babası köylülerle bir araya toplanmak için camiye koştu. Onun için anlamı buydu sadece yani köylülerle bir araya toplanmak. Birden kapının açıldığını duydu. Gelen anne yarısıydı yani ablası, gözlerinin içine bakıp kucak dolusu sarıldı kardeşine. Babasının bıraktığı yerden devam etti saçlarını taramaya. Tomurcuk kokuyordu elleri kim bilir anne kokusu nasıldı. Bayram başlamak üzereydi öyle söyledi ablam çünkü bayramın namazla birlikte başladığını söylermiş büyükler. İçeri girer girmez “Tekabbelallahü minnâ ve minküm; diye söylendi babam. Allah sizden de bizden de kabul etsin” demekmiş. Cümlesini bitirir bitirmez ayna karşısındaki beni gördü. aynanın görünen yüzüydüm artık. Sanki çok eskilerden tanıdık bir sima vardı karşısında.

-Ne kadar güzel olmuşsun tıpkı bayram şekeri gibi deyip hemen sustu. Annem bana ‘’bayram şekerim’’ derdi hep.

Namaz bittiğine göre başlamıştı bayram. Biliyorum şeker toplayamayacaktım ama el öpebilirdim. Babamdan başlayabilirdim mesela. Ablam  önde , ben dört kız kardeşin üçüncüsüyüm  iştima eder gibi. her defasında ‘’el öpenleriniz çok olsun’’, ‘’çok bayramlar göresiniz’’i işitiyordum. Ben ona gidemedim el öpmek için, o bana geldi ve gözlerimden iki kez öptü. Anlamıştım biri annemin yerineydi.  Evin asıl kadını hariç tüm bireyler kahvaltı sofrasında, biriken ekmek kırıntıları kadar değersiz hissetmiştim birden, bugünün bayram olduğunu unutmuşum. çünkü bayramlarda herkes çok  mutludur, herkes kıymetlidir kendince düşünsenize o mutluluk ve inanmışlıkla dargın olduğun insanlarla bile bayramlaşabiliyorsun. Yakın arkadaşlarım olan dört kedim birlikte bir köşede kahvaltılarını yaparlarken gördüm. Her gün hırlaşan bu hayvanlar bile bu günü barış içinde geçirmeye kararlıydılar sanki. Küçük bir masa önümde tek başıma kedileri de kıskanarak çabucak bitirmek istiyordum kahvaltımı. Onların da bayramı var mıydı? Bayramlaşmak istedikleri, hasret kaldıkları, kavuşmak istedikleri… Hani bayramlar kavuşmaktı ya sevgiliye, eşe, dosta, akrabaya işte ondan. Şeker tadında mıydı her şey?

Annem, bayramını hicret ettiği yerden mi kutluyordu tıpkı peygamber gibi.

Muhacir gittiği yerlerde eminim beklemekteydi bayramını kutlamaya gelecek dört yavrusunu, dört kınalı kuzusunu, kurban edilmişti dört kınalı kuzusu anlamsız törelere. Gerçi kızlardan kurban bile olmazdı demi, kızlar o kadar mı değersizdi, hiçbir anlam yüklenemez miydi? Oysa zavallı annem?   Mekana doğru yola çıktığımızda babam ve biz dört kardeş çil yavrusu gibi sıralanmıştık, dört gölgeyle birlikte. Babamın sırtı kadar yer kaplamıştı bedenim. öyle mutluydum ki ayaklarım yerden kesilivermişti sanki, kuş hafifliğindeydi bedenim. Sımsıkı sarılmıştım tutunamadığım duygulara. Tutun kızım az kaldı vuslata derken gülmekle ağlamak arasında gelgitler yaşıyordum, meğer sadece bacaklarım değil ruhumun da eksik kaldığını hissettim. Nerede başladığını bilmiyorum ama nerede biteceği belli galiba. Başlangıç ile son arası ne kadar ki acaba? Rabbimin bize reva gördüğü bu kadar kısacık zaman diliminde her anımız bayram olsaymış keşke.

Şükür Bayramı bugün evlatlarım diyen,  elinde asasıyla yere paralel gezen gölgesi dahi olmayan ninenin sesini işittim birden. Nereye gidersen git ‘’Ayaklar kalbin gittiği yere gider.’’ Deyince ne demek istediği anlamıştım galiba. Dünyanın yükü yarısı onda yarısı bendeydi sanki. İkimiz de eksik, yarım kalan yanlarımızı tamamlamaya çalışıyorduk. Usulca yaklaşarak küçük kardeşimin elindeki makarna poşetine biriktirdiği diğer şekerlerin içine kırmızılı şekeri koyarken gözlerimim içine  bakıp; gittiğiniz yerin konak sahibine selam eyleyin dedi bir kaplumbağa edasıyla uzaklaştı. Uzaklaşırken arkasını dönüp dönüp bakıyordu. O, bende geçmişini, ben onda geleceğimi görüyordum galiba.

gidiyordum,
gelmeyen yere doğru gidiyordum,
rüzgarlarım başka iklimlerde esiyordu artık,
gözlerin çıkıyordu sabahlarıma,
bir tek söz kaldı,
kavuşabilir miydik bu bayrama…

bayramlar kavuşmak mıydı en sevgiliye, yoksa terk etmek miydi  hatıraları diye düşünüyordum

ablamın  işte geldik annemin köyündeyiz artık, demesiyle irkildim birden. Annemin köyü; sessizlerin çığlık attığı, kimsesizlerin kimsesizlerle bayramlaştığı, yastıkları beton, yorganları topraktan olan sessiz bir köy. Beklediğimden daha kalabalıktı, belli ki onlar da bayramlaşmak için çıkmışlardı evlerinden. Bayram ziyaretleri, el öpmeler, kimi erkek kimi kadın, kimi yaşlı, kimi çocuk, kiminin sol yanı yaralıydı, kiminin kolu bacağı kesik, kimi ruhu elinde geziyordu, anadan üryan doğmaydı duygular. Ne garip bir köydü burası.

Kalabalık arasında onu gördüm.Bu oydu galiba,  Allah’ım özene özene bezemiş. Musallada kılmıştı namazını, şeker biriktirmiş kursağında, okşamak istemişti saçlarımda, sarılmak, öpmek, ölmek pahasına kavuşmak. Neydi ki kavuşmak? Nasıldı? Musallaya el sürmek mi, bir mezar taşıyla konuşmak mı? Bilemedim ki , bizim onunla ilk kavuşmamız olacak ayrılıktan sonra. Yatağıma akıtamadıklarımı mezar taşına akıtmıştım gönlümün gözesinde. Kavuşmuştuk artık, el öpenlerin çok olsun olmuştu, vuslata ermişti ruhlarımız.

bayramımız bayram olmuştu…
bende başlayan yolculuk onda bitmişti.

deste deste hüzünler biriktirdim gelecek bayramlar için
gün dolandı,
payımıza gene ayrılık düştü…
bir yanım bayram bir yanım hazan…

 

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 2 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları