DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Beyaz Oda / Aslı Süheyla Poyraz

Beyaz  bir oda içinde beyaz bir gardırop. İçindeki giysiler dağınık mı yoksa bir kadın eliyle hizaya mı girmiş seçemiyor. İki küçük silüet bağdaş kurmuş, yüzleri de giysileri gibi beyaz. Biri çocuk yüzlü, diğeri kadın. İki çift kocaman mavi göz güleç güleç bakıyor. Yan odadakilere sesliyor telaşla.

-Koşun çabuk, gelin! gardırobun içinde iki tane cin var. Çabuk koşun. Sesine kimse gelmiyor.   Oysa biliyor duyduklarını.  Yetişip göremeyecekler, anlıyor. Nitekim korkmadığı ve ona sevimli gelen iki dertop beden yavaşça gardırobun derinliklerine çekiliyor. “Tühh yaa” diyor kapıdan ilk girene. “Niçin çabuk gelmediniz bak gittiler işte.” Biran ona inanmayacaklarından korkuyor. Serzenişi boş vermişlik ile karşılık buluyor. Şaşırıyor.  Oysa cin görebilmek büyük bir olay. Neden bu kadar umarsızlar?

Derken oda birden kararıp sahne değişiyor. Dört arkadaşını seçiyor. Uzanmış yatıyorlar Ama bir tuhaflık var zira her birinden iki tane görüyor.  Dehşetle sesleniyor.

– Kızlar kalkın yanınızda cininiz var! Uyanın!  Kötü oluyorum, okuyun beni ! Korkuyorum. Arkasından bir el kavrıyor bedenini. Çekiştiriyor. Dalga dalga ağrılar saplanıyor kalbine Kalbini avuçlayıp çevirmeye başlıyor, az daha sonra çıkaracak içinden sanki. Kıvranıyor.

-Uyanın ne olur okuyun beni kalbimi alacak yoksa, kalkın.!

Sevinç doğruluyor, karanlıkta yemyeşil parıldayan gözleriyle ikiz cinini bırakarak.

-Sen hakiki olansın diyor yalvarmaklı, gözlerinden belli.  Hadi çabuk oku beni!

Bedeni çekiliyor. Direniyor. Nefes alamıyor. Kalbini tutan el hızlanıyor. Okuyor sevinç. Sureleri duyamıyor. Mırıltıları sanki bir yere çarpmış ta kendine has şarkısını oluşturmuş yağmur damlaları gibi.

Aniden karanlık yatak odasına uyanıyor. Eli gayri ihtiyari göğsüne gidiyor. Kalbi orada. Ve işte o tanıdık, beklediği çarpıntı sesi..

-Çok şükür rüyaymış, çok  şükür rüyaymış. Ama bu kez nasılda değişik geldi. Yok bu sefer daha yakındı. Bu sefer başkaydı.

Abdest almaya koşuyor telaşla. Sureler zorlukla alıp içinde uzunca tuttuktan sonra saldığı soluğu ile dökülüyor dudaklarından. Üflüyor avuçlarına sıvazlıyor kalbini, başını, yüzünü. Bu sanrı bu kez geçmeyebilir. Kendisini gerçeğe düşün korkulu kollarından çekip alan nedir bilemiyor. Evin bütün ışıklarını yakıp aydınlığın eminliğine sığınıyor. Evinin boşluğunda tek dayanağı bu her şeye tanım düşüren aydınlık oluyor. Seccadeyi yayıp oturuyor. Durmadan okuyor, telaşlı, korkulu, birazdan öleceğine inanarak. Sesine uyanan sarı geliyor eteklerine sürünüyor. Kucaklıyor hayvanı, yumuşak tüylerine dokunarak kendinden gayrı bir varlığı duyumsamaya çalışıyor. İnsan bir nefese, bir sese böylesi ihtiyaç duyacağı zamanlara erişiyor demek ki diye hayıflanıyor. En son ne zamandı yalnızlığı??

-Anne iyi misin? Fenalaştın mı yine, Limon sıkayım mı suya? kızının sesi endişeli.

Zor aldığı nefesinin arasında bitkin sesliyor

-Oku kızım beni oku. Sonrada sık limon. Şefkat hissetmese de sarılan bir kolun sıcacık sığınağı. Dile düşen ayetlerin yüzüne üflenen nefes ile ”birinin” yanında olduğunu hissettiren rahatlığı.

-Bir çocuk yeter. Külfet biliyorsun günümüzde çocuk, hayat şartları zor. Bir tanesine bile iyi bir gelecek hazırlayamazken iki üç çocuk neyimize.

Kendi sesi ne kadar yabancı geliyor şimdi ona. Bu katı bakış. bu rahatlığa düşkünlüğün ifadesi cümleler sanki o an içinde bulunduğu durumla dalga geçiyor. İnsanın insana verdiği hiçbir kahrın, yalnız kalmanın ateşi kadar insanın içini yakmadığını kocası öldükten sonra tek kızı, nazlayıp çokça şımarttığı henüz yirmisinde iken ‘artık kendi hayatımı kuracağım, senin bana verebileceğin bir şey kalmadı’ diyerek evden ayrılan Sevdası öğretmiş, ona kocasını ayrılığının acısını bile unutturmuştu..

Sarı mırlamaya başlıyor kucağında. Kediyi yavaşça yere bırakıp kalkıp koltuğa oturuyor, tekrar yatmaya cesareti yok. Başını dayayıp hafif uyukluyor. Hiçbir sebep yokken irkilerek uyanıyor.. Abdest almaya koşuyor yine, yine nefesine yetişemiyor. Aynaya bakmaya korkuyor. Sanki hemen arkasında ona bakan bir ‘şey’ le yüz yüze gelecek. Allah’ım.. Kimin kapısını çalsam?.. On daireli binada gece yarısı kapısına gidip yardım isteyebileceği kadar yakın kimsenin olmadığını biliyor. Erkek kardeşi oturduğu uzak semtten kalkıp gelir mi bu saatte.? Ölse şuracıkta ancak kokudan anlarda bulurlar bedenini.

‘Ahh ne yalnızım Rabbim. Ne kadar yokum’.

-Anne, seslenişini özlüyor. ‘Ne pişirdin hanım bugün’ deyişini bir erkeğin. Hayatından çıkan her insanla bir yanının öldüğünü fark ediyor. Bizi bir tanımla var’layan aslında yanımızda olan kişiler imiş. Anne olmak için bir evlada gereksinim var. Oysa o çoktan kendi yaşantısının izinde şimdi. Kadınlığının ölümü de kocasının ölümü ile başlamamış mıydı? Süslenmeyi, arzı endam edip beğenilmeyi, güzel sofralar kurup erkeğine sunmayı nasılda özlemişti. ‘Kadınlığımı unuttum diye düşündü esefle. Kendi vücuduna gözü iliştiğinde cinsinin farkına varırdı anca. Şu kendinden gayrı kimsenin yaşamadığı evde her uyandığı buhranlı sabah günü bir kimsesizlik yükü olarak düşerdi aklına. Sadece kendine yaptığı yemek, aklınla içine konuşmaları, kimsesizliği ile kavgaları öyle yorardı ki onu kimi geceler işte bu geceki gibi yüreğinin sanrısı ile ölüyorum zannıyla uyanır, saçlarında gezecek bir şefkatli eli, onu sakinleştirecek usulca bir sese ölesiye ihtiyaç duyardı.

Sabah yavaş yavaş yaklaşmaya başladı. Yorgun kalbi uykuyu çağırıyor ama geri dönemeyeceğini düşünerek gitmeye korkuyor bu düşüncesizlik döşeğine. Oysa yalnızca uykuda hür ve düşlerde her tanımıyla var.  Bazen kızının gülüşlerini getirir, anne olur yeniden, bazen bir erkeğin aşkını bulur, kadınlığını yaşatır rüyalar ona. Bu geceki çok acımasızcaydı diye iç çekiyor.

Tüm algıları açık, güne biliyor kendisini. Şimdi ona düşen uyanık kalmak ve ölen yanlarıyla yaşamaya çalışmaktır.

Pencere önünde kocaman, soğuk taş binaların içlerindeki kıpırdaşan insanları sokağa kusmasını seyre başlıyor.

Kırlaşan seyrek saçlarına şefkatli bir sabah güneşi düşüyor..

Ve yaşlı kadın kolları çenesinin altında kavuşmuş, dudakları hafif aralanmış, horultulu geniş bir uykuya dalıyor..

Bu yazıyı paylaş:

3 thoughts on “Beyaz Oda / Aslı Süheyla Poyraz

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 2 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları