Çınarın Çakır Gölgesini Soluyan Fotoğraf / Ahmet Doğru
Ulu çınarın yapraklarından dökülen gölgenin altındayım. Sunmayı istediğim sözcükler dolanıyor dilimde mırıltılarla ve gürül gürül bir serinlik! Yaz uzadıkça çınar da ululanıyor gözümde. Çay, ayran birbirine karışsa da ne içtiğimizin farkındayım ne içilenin…
Kaç yüz çınarın gölgesine konuk oldum; Allah bilir! Buz gibi serin gölgeliğine yayıldım, düşlerimi yaydım, hülyalar kurdum. Çocukluğumu getirdim, oyunlar oynadım. Gençliğimi getirdim, sevdalarıma ağladım. Gönlümü sarmalayan hoşlukla hem bir minnet duygusu içinde oldum çınara. Şiirler karaladım çakır gölgesinde. Soylu ilhamlar ağırladım. Yenilerin yanında eskileri de ihya ettim. Yalnızlığı yüceliğini, zenginliğini çınarla öğrendim.
En çok o çınarın konuğu oldum. O cami bahçesinde, uçurumun başında. Vadiye bakan bir bank vardı ne zaman gitsem boş buldum; çınarı yüceliğinde rüzgârla sarhoş… Vadinin içindeki dere taşkındı hep. Suların azimle taşları dövmesine baktım; taşa çarpıp çarpıp dağılan, sonra toplanıp tekrar yola koyulan su. Bir suya, bir başımın üstünde dev gibi duran çınara… O vadinin öteki yüzündeki konuk olduğum Ali Amca. Bembeyaz sakallarıyla okuduğu duaların arasında durup mütebessim bir çehreyle; “daha kaç yıl var” dedi. Koca koca devrilen iki yıldan sonra baktım; “bir yıl var” dedim korkuyla. Sesim kısılıverdi ağzımdan çıkarken, duydu mu; emin değilim. O sadece bembeyaz güldü. Vakit yaklaşmıştı. Kıştı, bembeyaz bir karla döndüm çınarın altına. Deli çay kara kışa aldırmadan devam ediyordu taşları dövmeye. Çınar yapraksız; üşüyor gibi, titriyor gibi geldi bana. Ben de yeniden çekildim yalnızlığıma, odama kapandım; o dama aldırmadan…
İnsan sevdalanınca herkesi sevdalı sanır. Çınarı da sevdalı sanmıştım ben de. Cılız kavakların yelini sevdaya yoran âdem, niçin çınar yelinden habersizdi? Oysa o serinliğin altında kaynayan bir sevda gördüm ben. Binlerce yaprağın birden ürperdiği, birden titrediği bir sevda. Dökülen sarı yaprakları tepelerken çıkan ahın bini bir paraydı çünkü.
Şimdi yine bir çınarın altında beklerken bütün bunları fotoğraflamak, seçerek çerçevelemek epey yoruyor insanı. Hem bu çınar şehrin göbeğinde, ışığı engellese de sesi engelleyemiyor. Bakıyorum o geliyor; on yıl evvelinden kalan bir masa, iki ahşap sandalye öylece bekleşiyoruz.
Oturuyor. Dostluk, arkadaşlık masadan eskide olsa müthiş bir soğukluk var. Çınarın çakır gölgesinden olabilir belki. Belki başka şeyler de…
Otomobil seslerine karışarak metalikleşen ses: “Aşkı kapattın mı?” diyor. Kuş cıvıltıları içinde sesleniyorum: “Aşka kapandım!”
O an orada kalıyor her şey; karşımdaki bir çift göz, ulu çınar, dumanlar içinde kıvranan şehir, tökezleyen otomobil, sırasını bekleyen otobüs, kalkmak için kampanasını asılan lokomotif, denizle el çırpan feribot ve söylediklerimi duymak için yanıma sokulan martı…
Ben fotoğrafın içindeki yerimi alıyorum yeniden, dudaklarıma kuşatan uçuk bir tebessümle, öylece bakakalıyorum.