Şehidimin İncileri / Nevin Kılıç

Biricik oğlumu kucağıma verdikleri günü hatırlıyorum da, dünyalar benim olmuştu. Hastaneye nasıl koşarak geldiğimi bilemezsin. Kollarımda küçücük bir şey tutuyordum. O benim hayatımdı, kanım, canımdı. Hastaneden çıkartırken bir bayram havası yaşamıştık. Evde herkes seni bekliyordu. Ailemize yeni katılan ömrümüzün neşesini. Evdeki düğün havası ömrümde soluduğum en güzel havaydı. Yemekler yapılmış, akik kurbanı kesilmiş, helvalar çalınmıştı. Bizde ev helvası yapmaya helva çalmak denir. Misafirlerden evde oturmaya yer kalmamıştı. Büyük bir törenle adını ezanla kulağına okuduğumda, adaklar adadım. Soyumun devamı, neslimin direğiydin. Evimin güneşi, ocağımın sönmeyen ateşiydin. Sayende ocağım tütecekti, torunlarım olacak neslimiz devam edecekti.
Ne hayallerle büyüttüm seni. Yemedim yedirdim, giymedim giydirdim.
Üstüne kaban olup seni sardım. Seni bu günlere getirdim. Varımı yoğuma kattım okuttum. Ananın da benim de tek hayalimiz vardı o da üniversiteyi bitirmen ve öğretmen olmandı.
Üniversite sınavına girerken çok heyecanlıydın. Ama annen ve ben senden daha çok heyecanlıydık. Sana belli etmemeye çalışıyorduk. Sınav bitene kadar dokuz doğurduk adeta. Sınav sonunda kapıdan dalgın ve üzgün çıkınca biz de üzüldük sınav nasıl geçti diye sordum. Sen idare eder baba dedin. Ben de sana üzülme evlat kısmet sen çalıştın emeğin boşuna gitmez inşallah diyerek birlikte eve geldik. Yolda annen ben oğluma güveniyorum. Kazanacak ve öğretmen olacak benim oğlum diyerek yanağından öptü. Sınav sonuçları açılanana kadar heyecanımız devam etti. En sonunda müjdeli haberi postacı getirene kadar. Müjdeli haberi almış sınavı iyi bir dereceyle kazanmıştın. Öğrencilik dönemin başladı. Üniversite hayatın daha farklıydı. Delikanlı olmuştun. Sanki birden olgunlaştın. Uçuk kaçık gençlik heyecanların, davranışların, konuşman daha ağır ve olgundu. Derslerinde başarılıydın. Sene kaybın olmadan başarılı bir şekilde mezun oldun. Mezuniyet törenini anlatmaya gerek var mı? O gururu, mutluluğu nasıl anlatabilirim ki. Harikaydı. Okulu birincilikle bitirdin. Kep atma töreni ardından mezuniyet balosu ne kadar güzel olmuştu. Bütün öğrencilik dönemi bitmiş sıra görev almana gelmişti. Okul bittikten üç ay sonra göreve başlama yazın geldi. Müracaatın kabul edilmiş mahallemize yakın bir okula atanmıştın. Sonunda muradımız olmuştu. Göreve başladığın zaman sana belli etmedim ama öyle heyecanlandım ki kendimi tutamadım ağladım, beni ağlattın be oğul.
Üzülme bu gözyaşları gururumun gözyaşıydı. Sevincimin gözyaşıydı. Hayallerimin, onurumun gözyaşıydı. Sen bana bu gururu yaşattın ya ben senden daha ne isterim ki,
Evladıyla gurur duymanın onurunu yaşıyordum.
Biricik oğlumuz hayallerimizi gerçekleştirmiş öğretmen olmuştu. Takım elbise ne güzel yakışmıştı kuzumuza. Annen seni hep dualarla Uğurlardı. Bana da aynı duaları okurdu işe giderken. Birde dikkatli git gel der çocuk gibi tembih ederdi.
Sana emanet edilen çocuklar nasıl da seviyordu seni. Onlarda senin gibi öğretmen olmak istiyordu. Kimi doktor, mühendis, asker, polis olmanın hayalini kuruyorlar vatana millete hizmet etmenin onurunu yaşamayı istiyorlardı. Ve senin onların hayaline kavuşmalarında emeğin olacaktı. Seninle gurur duyuyoruz oğlum. Her akşam eve geldiğinde ne kadar mutlu oluyorduk. Mutluluğumuz bozulmasın diye de dualar ediyorduk.
Sen odana çekilince annenle senin evlenmen konusunda konuşuyor bir an önce yuva kurmanı istiyor hatta neler hayal ediyorduk.
Sonra bir gün yanında cici bir kızla geldin ve evlenmek istediğini söyledin. Nasıl şaşırtmıştın bizi. O an annenle göz göze geldik ne söyleyeceğimizi bilemedik sadece sana sarılmıştım. Bizi bir daha mutlu etmiştin be oğul.
Şimdi evimize bir gelin gelecek ve ailemiz genişleyecekti. Nasıl güzel bir düğün olmuştu. Bütün dostlarımız bir arada, ne de güzel eğlenmiştik. Beni bir daha gururdan ağlatmıştın. Bütün geleneklerimizi senin düğününle tekrar yaşadık. Kız isteme ardından nişan. Nişanımız Kurban Bayramı’na denk gelmişti. Şöyle güzel bir koç alıp süsledik. İnsanların nasıl da ilgisini çekmişti. Bizde adetti. Kurban bayramında geline koç alınır süslenir, mahallede bir tur attırılır. Gelinin evine gönderilir. Kaybolmaya yüz tutmuş geleneklerimizdi. Ve bizler yaşatmaya çalışıyorduk. Düğünden bir hafta önce gelin hamamı, kız evinde çeyiz serme ve gösterme yapılır. Çeyiz toplanırken de büyükler çeyize bedel biçerek yazarlardı. Bu kızın çeyiziydi. Ve adetti. Kına gecemiz harika olmuştu. Düğün mahallemize yakın düğün salonunda yapılmış ertesi gün de gelin alma yapmıştık. Tam elli beş araba vardı. Hepsi de süslenmişti. Peş peşe dizilip korna çalarak gelin almaya gittik. Dönüşümüz de muhteşemdi. Bütün dostlar komşular bizlerle beraberdi. En güzel komşulukları yaşıyorduk. Paylaşmanın birlik ve beraberliğin güzelliklerini.
Bütün bunların ne demek olduğunu sende baba olduğunda anlarsın.
Mutluluğumuza bir mutlulukta torun müjdesini verince kattın. Beni bir de o zaman ağlattın. Allah’ım her şey bir rüya gibiydi. Mutluluktan adeta uçuyorduk. Zamanın nasıl geçtiğinin farkında bile değildik.
—Gelinin sancısı tutup hastaneye koştuğumuz, biricik meleğimizi kucağıma alışım, anlatılması zor bir mutluluktu. Tıpkı seni kucağıma alışım gibi. O günleri yeniden yaşadım adeta. Evimiz, yuvamız şenlenmişti. Artık nereye gitsem fazla kalamıyor eve koşarak geliyordum. Beni de, hayatımızı da yuvamızı da nasıl şenlendirmiş, değiştirmişti. Melekle oynamak, yanında huzur bulmak için kahve alışkanlığımdan vazgeçtim. Hatta sigarayı bıraktım. Bu illet ancak beni ölünce bırakır diyordum. Hatırlarsın kahve ve sigarayı bırakmam için annen ne kadar uğraşmıştı.
Hatta bu yüzden tartışırdık araya sen girer bizi barıştırırdın. Aman anne! Babamın başka ne kötü alışkanlığı var ki bırak, adamın üstüne gitme, nasıl olsa zamanı gelince kendi bırakır demiştin.
—Evet, be oğul zamanı geldi.
Çünkü! Meleğimiz geldi. Ve ben meleğimin sayesinde bıraktım. Artık annenle bu konuda tartışmıyorum. Bana hiç zor olmadı. Hani derler ya torun evlattan daha tatlı.
—Evet, gerçekten doğruymuş be oğul.
Sakın alınma, kıskanma meleğimi, sen de doğduğun zaman benim pabucum dama atılmış, babamın gözü senden başkasını görmez olmuştu. Tabi ki herkesin yeri de sevgisi de ayrı. Kimse dolduramaz. Ben torunumla yeniden doğdum, çocukluğuma döndüm be oğul.
Meğer ne kadar çok özlemişiz çocuğu. Çocuk evin gülü, neşesidir. Senden sonra çocuğumuz olmadı. Yalnız sendin. Bütün sevgimizi sana verdik. Bizim her şeyimiz sen oldun. Sen ne kadar büyürsen büyü bizim hala küçük bebeğimizsin. Gözümüzün nurusun. Anne babanın gözünde evlatları hiç büyümez. Hep çocuk kalırmış. Ne kadar doğruymuş. Sen baba oldun ama hala bizim gözümüzde hiç büyümeyeceksin. Hep bebeksin.
Hayallerimizi, umutlarımızı sana bağladık. Belki bu aşırı sevgimiz, sana olan düşkünlüğümüz seni bunaltmış olabilir, üzebilir ama bizi hoş gör be oğul. Sen de baba olunca anlarsın bütün bunları. Eminim artık anlıyorsundur.
—Artık sen de bir babasın.
—Artık bize hak veriyorsundur. Sende evladını kendince yetiştirir bizde gördüğün şeyleri yaparsın. Bizim eksiklerimizi sen tamamlarsın. Meleğimize yaşatmazsın.
Ama sen Meleği bizim seni bilmeden üzdüğümüz gibi üzme. Bir baba için hayatının en büyük değerli hazinesi evlatlarıdır. Çocuğunun doğuşu, büyümesi, ilk adım atışı, sünneti, okula gidişi, her şeyi, Sen bizim en büyük hazinemiz oldun. Senin için ilk olan şeyler, konuşman, yürümen, ilkokula gitmen, lise, üniversite bunlar senin kadar bizim de heyecanımız, sevincimizdi. Biz seninle okula başladık, seninle tekrar okuduk ve bitirdik. Öğrenciliğimizi tekrar yaşadık. Seninle çocuk olduk seninle büyüdük. Bizim ikinci hayatımızdın. Okulunu bitirmen, öğretmen olarak atanman, evlenmen, torunumuz biricik kızımız meleğimizin doğuşu bunlar bizim servetimizdi.
—Seninle sevindik, seninle üzüldük, seninle mutlu olduk be oğul. Bir erkeğin en mutlu günlerinden biri, anlata, anlata bitiremediği, hayatı boyunca da anlatacağı anılardan biri de askerliğiydi. Askerlik belgesi geldiğinde içim burkuldu.
Ama Asker babası olmanın gururunu da yaşayacaktım. Askere seni güle oynaya, davullarla zurnalarla uğurladık. Bir düğününde eline kına yakmıştık, bir de şimdi. Asker kınası. Sen istemedin ama annen ısrarla yaktı. Komutanlar ne der, belki kızar dedin.
-Hiç kızarlar mı? Onlar alışkındır. Her ana evladının eline kına yakar askere yollar dedim. Sesini çıkarmadın kınanı yaktık. Bu da bir düğündü, gururdu. Onurdu. Biz bunlarla uğraşırken meleğin hali gözümün önünden hiç gitmiyor. Şaşkın, şaşkın bize bakıyordu.
Konuşabilseydi bize sorardı ‘Babama ne yapıyorsunuz?’ diye. Elindeki kınadan meleğin burnuna vurdun, çocuğun burnu kına olmuştu. Birkaç gün sonra çıkmıştı. Senin kınan hala duruyordu be oğul. Bir gurur daha yaşamıştım, evladımı askere gönderdim. Arkadaşların asker babası nasılsın demesi beni öyle mutlu ediyordu ki anlatamam. Arkadaşlarım, dostlarım benimle gününü sayıyordu. Bu ilgi beni ayrıca sevindiriyordu. Âmâ yine de günler öyle zor geçiyor hasretin içimi nasıl yakıyordu bilemezsin oğul.
Hepimiz melekle avunuyorduk. Melek olmasa ne yapardık. Yokluğunu onunla dolduruyorduk.
Melekle oyalanıyor hatta takvim yapraklarını tek, tek koparıp “Melek bu babanın geleceği gün baba bugün gelecek’’ demiştim. Melek o takvim yaprağını elinden hiç düşürmedi. Hep koynunda sakladı. “Baba bugün gelecek…” diyerek dolanıyordu. Takvim yaprağıyla yatıyor, kalkıyordu. Onun bu halı içimizi yakıyordu. Seni ne çok özledik, burnumuzda tütüyorsun be oğul. Hasretlik ne kadar zormuş, Hani üniversiteyi başka ilde kazanıp okuyorken ayrılığa dayanamayıp oradan ev tutup yanına gelmiştik. Eğer öyle bir şansımız olsaydı eşyaları toplayıp yanına gelecektik. Neyse ki telefon var da ara sıra sesini duyuyoruz. İçimiz rahatlıyor. Hele çatışma haberlerini duydukça ne hale geliyoruz tahmin bile edemezsin oğul. Ölüp, ölüp diriliyoruz. Senin telefon edip ben iyiyim deyince hayata geri dönüyorduk. Melek telefonu elinden düşürmüyor, öpüp kokluyor, koynunda saklıyordu. Uyuyana kadar elinden alamıyorduk.
Bilirsin… Annen sulu göz. En ufak şeyde hemen ağlar. Meleğin bu hali onu çok duygulandırdı. Yıprattı. Gizli, gizli ağlıyor bize belli etmemeyi çalışıyor ama ben kızarmış gözlerinden anlıyorum ne yapayım, sesimi çıkarmıyorum.
Gelin hanım ise annenden beter. Belli etmemeye çalışsa da ben anlıyorum. Annen gibi o da kuytu köşelere çekiliyor ağlıyor, sonra da “Gözüme bir şey kaçtı.’’ gibi bahaneler söylüyordu. Aslında utanmasam ben de ağlayacağım ya!.
—Ben erkeğim ya ağlamamam lazım. Yine de belli etmeden ara sıra gözyaşı döküyorum. Melekle oynuyor, onu öpüp kokluyor, birlikte günleri sayıyorum.
Ama ne yaparsın vatani görev. Sayılı gün çabuk gelir geçer. Her zamanki gibi ben hasretimi içimde saklayıp belli etmemeye çalışıyorum. Bir an önce tezkereni alır gelirsin be oğul. Sayılı günler çabuk geçer. Hayırlısıyla bu hasretlik biter diyerek bizde gün sayıyoruz.
Günlerimiz hep böyle geçiyor…
-Ara sıra akraba ziyareti yapıyoruz. Onlarda bize geliyor. Bazen meleği de alıp parka gidiyoruz. Salıncağı çok seviyor. Senin gibi salıncaktan indiremiyorum. Hava güzel oldukça biz de çoğunlukla parka giderek günümüzü değerlendiriyoruz. Tatil için seni bekliyoruz be oğul. Artık benim uzun yola gitmeyi gözüm kesmiyor. Zaten gözlerimde eskisi gibi değil. Uzağı fazla seçemiyor. Annen de seni beklememizi istiyor. Benim de işime geliyor açıkçası. Sen gelince bilsen ne planlar yapıyorlar. Arabayı, evi, değiştiriyorlar. Tatil listesi bile yaptılar.
Şimdiden kıyafetler alınmaya başlandı. Meleğimin kıyafetlerini bir görsen. Ne kadar güzel şeyler. Yaramaza da bir yakışıyor ki adı gibi meleğe dönüyor.
İki gündür gelinde ve annende bir tuhaflık vardı. Nedense içimiz daralıyor diyorlar. Bende havalardandır diyorum. Havalarda bir açık bir kapalı, ne yağmur yağıyor nede güneş var. İnsan kendini iyi hissetmiyor. Aynı kırgınlık bende de var. O zamanlar insanın aklına başka şeyler gelmiyor. Kötü şeyleri de üstüne de konduramaz ki.
O gün erken yattık. Saban ezan okunuyordu. Annen birden sıçrayarak uyandı. Rüyasında seni görmüş. Hayırdır inşallah dedik. Kalktık namazımızı kıldık. Daha yatamadık, uyku tutmadı. Kahvaltı yapalım diye mutfağa giderken meleğin sesini duydum. O da uyanmış, annesi yatırmaya çalışıyor, melekse uyumamak için inat ediyordu.
—Ben Melek, kuzum diye seslendim.
—Gelin hanım yatırma benim kızımı biz mutfaktayız, bırak gelsin dedim.
—Melek sesimi duyunca durur mu? Yataktan fırladığı gibi koşarak yanıma geldi ‘dede’ diyerek kucağıma oturdu.
—Dede ben babamı gördüm. Yanıma geldi, dedi.
Hanımla birbirimize baktık. Şaşırdık. Ne diyeceğimizi bilemedik. Annen de seni rüyasında görmüştü. Uyuyamamıştı. Allah’ım sen büyüksün hayırlısıyla evladımızı bize bağışla diye dua ettik. Allah bütün evlatlarımızı sevdiklerine, analarına, babalarına bağışlasın.
Onların acısını yaşatmasın.
Televizyonda şehit haberlerini dinledikçe içimiz yanıyordu annelerin, babaların, evlatlarının, bacıların feryatları ciğerimizi yakıyordu. Allah sabır versin. Ellerine kınalar yakıp, davullarla, halaylarla uğurladığımız, ne zorluklarla büyüttüğümüz, okuttuğumuz canlarımız, evlatlarımız, gencecik fidanlarımız tabut içinde bayrağa sarılı bize geri geliyordu.
Ateş düştüğü yeri yakar diye boşuna söylememiş atalarımız.
Bir evde cenaze olduğu zaman insan olarak hepimiz üzülür acılarını paylaşmaya destek olmaya çalışırız. Acısını dindiremeyiz gideni geri getiremeyiz ama hiç olmazsa biraz olsun acısını hafifletip rahatlatmaya çalışırız. Kolay değildir bir insanın sevdiklerini kaybetmesi. Toprağa vermesi. Topraktan geldik mutlaka geri toprağa döneceğiz ve her canlı ölümü tadacaktır. Bunu bilsek de, inansak da yine de yüreklerimiz dayanmaz acıyla yanarız. Bir yere gidince gelene kadar özlemini hasretini çekeriz sevdiklerimizin. Bu defa dönüşü olmayan bir yere uğurluyoruz. Artık onu göremez, sesini duyamaz, kokusunu hissedemeyiz. Sadece resimlerde ve anılarda kalır yaşadıklarımız. Bizlerin son haliyle hafızamızda kayıtlı şekli ve sözleri kalır. Yüreklerimizde yaşar ama acıları hiç dinmez. Yokluklarını her zaman hissederiz. Hatırladıkça da canımız yanar. Hayat devam ediyor kalanlar için. Acılarıyla yaşamayı da öğreniyoruz.
Hani, Hastadır. İyileşme süreci geçmiştir. Tıp da sizler de çaresiz kalmışsınızdır. İstemeyerek de olsa kabullenmiştir. Belki psikolojik olarak da hazırlarsınız kendinizi, bir gün sizi bırakıp gideceğini biliyorsunuzdur. Yine de kimse ölümü konduramaz sevdiklerinin üstüne. Hep yanında olacağını düşünür ve onlar üzerine ne hayaller büyütür. Hayatının anlamıdır. Umududur. Geleceğidir. Bütün dünyasıdır.
Bütün ölümler acıdır.
En acısı da ani ölümler. Hiçbir hastalığı sıkıntısı yok. Birdenbire kalp krizi, trafik kazası, ya da şehit olunca acılarımız binlerce katlanır dayanılmaz hale gelir.
Allah’ın cenneti müjdelediği sevgili kullarıdır şehitler. Vatanı, milleti, bayrağı, dini, namusu için şehit olmuştur. Gözünü kırpmadan canını vermiştir. Şehitlerimiz sayesinde bayrağımız dalgalanıyor. Vatanımız bölünemiyor. İç ve dış düşmanlarımızın tek amacı Vatanımızı, birliğimizi bölmek. Bizler bu toprakları kolay almadık. Türkiye Cumhuriyeti Bölünmez bir bütündür. Bizler bu toprakları kadını, erkeği, genci yaşlısı, Türk’ü, Alevi’si, Sünni’si, Çerkez’i, Kürd’ü, Laz’ı hiçbir ayrım yapmadan cephede sırt sırta vererek kazandık. Bir şehit haberi duyduğumda yüreğim daralıyor. Sanki ciğerimden bir parça kopuyor. Bir fidan gidiyor. Yeşermeden kök salmadan. Nice umutları hayalleri yarım kalıyor.
Artık dayanamıyoruz şehit haberi duymaya. Canımız yanıyor. İçimiz kahroluyor. Bir şeyler yapamamak çaresiz kalmak en acısı. Bunu yapanlara karşı İçimizde büyüyen nefret sığmaz hale geliyor yüreklerimize.
Ya geride bıraktıkları. Daha doğmamış bebekler. Babanın ne demek olduğunu bilmeden büyücek çocuklar. Hep yarım hep eksik kalacaklar. Bunların hesabını kim verecek.
Anaların feryatları, yanan yürekleri ve gözlerinden akan kanlı yaşlar dursun artık. Aklımız iyice karıştı. Düşüncelerimiz birbirine girdi. Hep aynı şeyi konuşuyorduk.
Bir ocağa ateş düşünce
Yanar derinden yanar
Küllense de ateşi
Tüter derinden tüter.
Söner ocağı yakanı yok,
Tütmez bacası dumanı yok
Bir oğuldur göz nuru
Ondan başka direği yok.
Kalmış yavrusu babasız
Ananın derdi dermansız
Kurşunu sıkmış imansız
İçinde Allah korkusu yok.
İnsan denmez ki bunlara
Hepsi Ermeni asala
Lanet olsun bu kargalara
Bunlarda insanlık yok.
Yerler ekmeğimizi içerler suyu
Şerefsizce Türk’e kazar kuyu
Askerime kurmuş pusuyu
İnsanlıkla ilgileri yok.
-Allah’ım ne büyük acı. Şehitlik en büyük mertebe. Kim istemez vatan için şehit olmayı. Eğer beni bu yaşımda askere alsalar koşarak giderim. Hele birde şehit olsam ne büyük ödül bana.
-İnsan kendi için bunları isterken konu evladı olunca kıyamaz işte. İstemez evladının eline diken batsın. Gerekirse evladına siper olur, onları her şeyden uçan kuştan, rüzgârdan korur.
-Anne baba olmak kolay mı?
-Evladını gözünden bile sakınır. Ama hain kurşun elinden alır. Buna hangi yürek dayanır.
Hangi anne, baba, gencecik kuzularına şehitte olsa ölümü yakıştırır. Hiç kimse evladına ölümü yakıştıramaz. Buna dayanamaz. Hasretle, sabırla evladının gelmesini beklerken, evladı tabut içinde geliyor. Bu ne dayanılamaz acı. Allah’ım Hasta ve ölümü bekleyen insanlar için bile ölüm zor gelirken, güle oynaya gönderdiğimiz taze fidanlara hangi yürek dayanır. Dayanabilir ki…
Her şehit haberinde yüreğimiz ağzımıza geliyor, içimiz yanıyordu. Aklımıza getirmeye korkuyorduk ama haberleri pür rikkat dinliyorduk. Elbette her şehit bizim evladımızdı. İçimiz yanıyordu. Şehit ailelerine Allah’tan sabır diliyorum. Kelimelerin bittiği, sözcüklerin yetersiz kaldığı bir olay. Ne denir ki. Haberlerden sonra hanımla “Allah’ım bizim kuzumuz yok.’’ diye buruk bir sevinç duyuyorduk. Başka aileler ağlarken, feryat ederken biz sevinemiyorduk bile. Kolay mı? Onlar da ana, baba, onlar da bizim evlatlarımız, bizim canımız, yüreğimiz yanıyor, içimiz kanıyor.
İnsanların bireyselleştiği ve bencilleştiği şu devirde kim kimin acısını yürekten paylaşıyor. Hepimiz aynı acıyı hissetsek bu savaşlar, hain saldırılar daha doğrusu kötülükler olmaz. Bu insanlar hangi akla hizmet ediyorlar bilmem ama ne yaptıklarını bilmeyen zavallılar bence. Keşke beni de askere aslar.
Her şehit haberinde “Yazık bugün de şehit var. Bir fidanımız daha gitti. Allah rahmet eylesin. Ailesine sabır versin.” Geride kalanlar gözü yaşlı eş, ana, baba, evlatlar. O çocukların hali gözümün önünden hiç gitmiyor. Daha baba demeden, babanın ne demek olduğunu bilmeden kalabalığın içinde kaybolup gidiyorlar. Anlam veremediği bir kalabalık, duymadığı anlayamadığı tezahüratlar. Büyüdüğünde “beni de alın askere” diyecek. Bütün bunların ne olduğunu anlayacak ama şimdi sadece her şeyi merakla, kalabalığın verdiği korkuyla olanları izleyen bebekler.
Başka çocuklar baba dedikçe O susacak. Çünkü bilmediği tadamadığı bir sevgiyi hayatı boyunca yaşayamadan büyüyecek. Arkadaşları sorduğunda “Benim de babam vardı. Ama şehit olmuş.” Bu büyük onuru taşıyacak, fakat asla baba sevgisiyle büyüyemeyecek,
Hep bir yanı boş kalacaktı.
- Onun da sol yanı acıyacaktı.
Kim bilir! Şehit olan babalar evlatları için ne hayaller beslemişti. Neler istemişti. Büyüdüklerini, okuduklarını, evlenmelerini göremeyecek, onlarla sevinip ağlayamayacaklardı. İlk adımlarını, ilk baba demelerini, onlar için önemli olan her şeyi…
Beraber yaşayamayacaklardı. Hepimiz biliriz ki onlar her zaman yanlarında olacak, onlara dokunamasalar da sarılıp okşayamasalar da şehitler her zaman aramızda, içimizde olacak. Onların sadece bedenleri toprakta ama ruhları hep bizimle olacaktır.
-Evet, biz hanımla bunlardan bahsediyorduk. Melek bizi dinlerken kucağımda uyumuştu. Gelin hanım Melek’i alıp yatağına götürdü. Uyumamak için inat eden meleğimiz şimdi mışıl, mışıl melekler gibi uyuyordu.
Bu arada gelin hanım da Melek’i yatağına yatırmış yanımıza geldi. Beraber sohbete devam ettik. İnsanın evinde eşiyle, geliniyle, çocuklarıyla uyumlu olması, kavgasız gürültüsüz yaşaması çok güzel. Arkadaşlardan duyuyordum. Bazı ailelerde kavga, gürültü bitmez, gelin kaynana didişmesi eksik olmazmış. Onları düşününce şükrettim. Bizim öyle bir problemimiz bugüne kadar olmadı. İnşallah olmaz da. Bu arada bize nazar değmesinden de korkmaz değilim. Herkes sorunlarını anlattıkça ben susuyordum. Nazara gelmeyelim diye. Bizler aklıselim insanlarız. En ufak şeyleri büyütüp kavga edecek değiliz. Şiddet neyin çözümü oldu bugüne kadar. Kime ne kazandırdı. Sohbet koyulaştıkça konu konuyu açtı derken saatte bir hayli ilerlemiş, öğlen olmaya başlamıştı.
Hanımla gelin öğlen için yemek yapmaya hazırlanıyordu. Hanım bana
- Bey biz yemeği hazırlayana kadar sen de ekmek alıp gel. Ben de
- Tamam Hanım emrin olur, diye takıldım.
- E. Ne yaparsın hamınlar ne derse biz onu yaparız. Hayat arkadaşım, can yoldaşım. Bana fazla kıyamaz, Büyük alışverişleri beraber yaparız. Yorulurum diye ekmek, gazete gibi şeyleri aldırır. Bunca sene kahrımı çekti. Düşünüyorum da gençliğin verdiği, cahillik mi diyeyim, delikanlılık mı diyeyim az eziyet etmedim ha. Ama yine de sesini çıkarmadı kahrımı çekti benim. Allah razı olsun bir güne bir gün karşı gelmedi. Şimdi daha iyi anlıyorum yaptığım hatalarımı. Aklıma geldikçe hanımdan utanmaz değilim, utanıyorum be oğul.
-İnşallah sen benim bu yanlışlarımı yapmaz hanımını da, kızını da üzmezsin.
Duymadım zannederek tekrar ‘İki Ekmek, bir de gazete al’ dedi. Tamam, hanım merak etme her zamanki rutin işlerim, senelerdir alıştım.
-Aman bey yine de dikkatli git gel. Arabalara dikkat et, dedi.
-Bilirsin oğul annen seni okula, beni işe hep böyle uğurlardı.
-Tam kapıya yaklaştım ki zil çaldı. Hanıma ben bakarım diye seslendim.
Kapıyı açtım. Karşımda askerleri görünce şaşırdım, dona kaldım. Sesim çıkmadı, Tükürüğüm boğazımda düğümlendi. Ne bir adım öne çıkabildim ne de geri. Bir an kendimi toparladım buyurun diyebildim. Askerler daha bir şey diyemeden; - Hanım Bey kim geldi diyerek yanıma geldi.
- Askerleri görünce Aman Allah’ım hayırdır dedi.
- Bense konuşamıyordum. Anlamıştım. Bu gelişin ne demek olduğunu. Askerlerin gelişini gören komşular kapının önünde toplanmışlardı bile. Kimse konuşmuyor ağlamaklı gözlerle bakıyorlardı ki gelinin feryadıyla irkildik. Girdiğimiz şoktan çıkabildik. Annenin, hanımının feryadı yeri göğü inletti be oğul.
- Gelin ‘hayır olamaz’ diye feryatlar ediyordu.
- Melek sesten uyanmış ağlayarak geldi.
Şaşırmıştı ne oluyor diye. Sırayla herkesi tek, tek süzdü.
Annesinin yerde komşuların kollarında ağladığını görünce daha çok ağlamaya başladı. Annesinin, babaannesinin ve Kalabalığın ağlamasından korkmuş olacak ki daha çok bağırmaya ağlamaya başladı. Yavrum benim herkesin neden ağladığını anlayamamıştı. Neden herkes ağlıyor, neden burada toplanmışlar, asker amcalar neden bizim evimizde o yaşta anlaması mümkün de değildi.
Tezkeresini alıp döneceği günü saydığımız, sabırsızlıkla beklediğimiz yavrum tabutta bayrağa sarılı geldi. Ne umutlar beslemiş ne hayaller kurmuştuk. Gözümün nuru, varım, canım, ocağımın direği, tek evladım şehit olmuştu. Hainler bizi can evimizden vurmuş, canımızı almıştı.
Bundan sonra ne denir ki, hangi söz teselli etmeye yeter ki. Sözlerin yetersiz, kelimelerinse anlamsız olduğu bir andı. Ne söylense ne yapılsa faydasız geliyordu o anlar. Allah’ım onun yerine benim canımı alsaydı. Keşke ben ölseydim. Daha çok gençti. Hayatının baharındaydı. Hayata evladına doyamadı, sarılıp koklayamadı. Bir daha gelmemek üzere gitmişti. Bu acı evlat acısı ne zormuş. Bunu yaşamayan bilemez. Yavrum şehit olmuş melekler arasına karışmıştı. Geride boynu bükük, yarım bir eş, yarım bir ana, yarım bir baba, yarım bir evlat bırakmıştı. Bu yarım kalan parçamız asla tamamlanmayacak her zaman sol yanımız boş kalacaktı.
Binlerce insan toplanmış, askerlerin omzunda ŞEHİTLER ÖLMEZ VATAN BÖLÜNMEZ Sözleriyle yavrumu toprağa verdik. Evladımın üstünü toprakla örtük. Anasının eleyip beleyerek büyüttüğü, pamuklar içinde sarıp sarmaladığı canımızı şimdi kara toprak sardı. - Ey kara toprak senden geldik sana döneriz.
- Ne olur yavrumu incitme. Sanadır emanetim.
Annenin bu sözleriyle oradaki bütün insanlar gözyaşlarını tutamadı. Bütün insanların bir olup gözyaşlarını birleştirdiği, duyguların sel olup aktığı en acı günümüzdü. Herkes taziyelerini bildirdi. Allah sabır versin diyerek mezardan ayrıldılar.
Annen de gelinde, meleğim de saatlerce mezarının başında beklediler. Toprağını öpüp kokladılar. Toprak seni öyle bağrına bastı ki oğul, anan ne kadar yalvardı yavrumu bana geri ver diye, ama toprak seni geri vermedi. Hangi giden geri gelebildi ki. O an beni de senin yanına koysalardı. Sen melek oldun bizi izliyordun öyle değil mi oğul? Biz seni göremesek de sen hep yanımızda olacaksın. Bizim de her zaman sol yanımız boş kalacak, sol yanımız acıyacak be oğul.
Ben geline hep “gelin hanım” derdim. Elbette benim kızımdı. Evladımdı. Senin gibi canımdı. Artık can kızım diyorum. İki evladım var artık. İki kızım. Biri can kızım diğeri Melek’im. Onlar da olmasa hayat nasıl geçer. Her zaman kısa gelen ömür bitmek bilmez. İyi ki onlar var. Hiç olmasa bana ve anana yaşama sebebi oldular. Halen Zil çaldıkça sanki sen gelecekmişsin gibi heyecanlanıyor. Kapıya koşuyoruz be oğul. Melek herkesten önce koşuyor. Dilimizin döndüğünce meleğin anlayabileceği kadar ona senin gelmeyeceğini şehit olduğunu melekler arasına karıştığını anlatmaya çalıştık ama yine de melek sen gelecekmişsin gibi umutla bekliyor. Sanki biz kabul edebildik mi ki melek anlasın kabul etsin. Şu an oyalamak kolay ama ilerde Allah büyük.
Melek de büyüdüğünde okuyup öğretmen olacakmış. Senin bıraktığın bayrağı meleğin taşıyacak oğul. Biz yaşlandık. Eskisi gibi dizlerimin dermanı yok. Annen de aynı, artık fazla yürüyemiyoruz. Doktor bize diyet verdi. O sayede senin sevdiğin yemekleri bizde yiyemiyoruz. Zaten Yemekler de önümüzde kalıyordu. Meleğimizi senin gibi yetiştirmeye okutmaya çalışıyoruz, Ömrüm olduğunca meleğimin her anını gelip mezarında sana anlatacağım. Senin yanına geleceğim günü sabırsızlıkla bekliyorum be oğul. Sol yanımdaki acı hiç gitmiyor.
SOL YANIM BOŞ, SOL YANIM ÇOK ACIYOR BE OĞUL ÇOK ACIYOR…
Seni kucağıma verdiklerinde,
Dünyalar benim oldu oğul.
Adını kulağına okuduğumda,
Adaklar adadım sana oğul.
Kahpe kurşun aldı seni,
Viraneye çevirdi hanemi.
Ciğerimden yaktı beni,
Öldürdün bizi de oğul.
Al Bayrağım sarmış göğsünü,
Şehitlik aydınlatır yüzünü.
Anan helal etti sütünü,
Gururumuz oldun oğul.
Ateş düşmüş ocağımı yakar,
Düşmanlar kenarlardan bakar.
Feryatlar yeri göğü yıkar,
Gittiğin yerden dönmedin oğul.