DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

 Neden Dinlemek?/ Gamze Boynueğri

    “Dinlemek, çivisi çıkmış bir dünyada adalete talip olmak demektir. Dinleyebilen insanlar ötekine karşı daha adil olur. İnsanın insana duyduğu ahlâki sadakatin özünde, dinlemek vardır.” (Kemal Sayar)

Dinlemek gerektir önce anlamak için, idrak edebilmek adına dinlemek ve elbette söylemek için, anlatmak için satır satır, dize dize duyguları, hislerin tercümanı hatırına dinlemek…  Hayatımızın yarısından çoğu açık bir literatür gerçekliğini baz almış bir objektifliktedir,  konuşmakla zamanımızı harcadığımız… Elbette konuşacağız… Konuşmazsak, iletişim kurmazsak ve anlaşamazsak nasıl hayatla olan mücadelemizin üzerinden geliriz ya da nasıl derdimizi, hüznümüzü, sevincimizi, mutluluğumuzu anlatabiliriz öyle değil mi?

Benim bahsettiğim ve yakındığım ise boş konuşmaktan, gereksiz konuşmaktan yanadır sadece… Bu koskoca gibi görünen ömür, bir kum saati misalidir. Aslında anlatılmaz ancak ve ancak yaşanır… Nefes, salise gibidir gelip geçer… Koca bir israf yapıyoruz boş konuşmaktan yana… Hâlbuki ne de yazık şu vaktimize… Kulaktan dolma onca işe yaramaz, bir hurda parçası misali lafı, sözü hepsini anlamadan, dinlemeden başımızı sallayıp karşı tarafa bir de onay çakıyoruz “Evet, haklısın… Evet, evet seni dinliyorum tabii… Anlatmaya devam et sen güzel kardeşim benim…” Ne şaşar kanar bu işe nede beşer…

Okumaktan ve yazmaktan geri kalan toplum silueti olarak bu gerçeğin de eklenmesi gerek bence “Dinlemiyoruz”…

Toplum olarak, taraflar olarak dinlemiyoruz, dinleyemiyoruz…

İnsanlar çok da bilincinde ve farkındalığında değiller ama ne acıdır ki dinlememekten ötürü oluşan bir engelimiz ve bir özrümüz bulunmaktadır… Koca sığ duvarları bariyer yapmışız etrafımıza maalesef aşamıyoruz ve aşmak isteyen, yardımcı olmak isteyen bu husustaki bilgi sahibi ya da bir nevi gönül ferdine bir adım atmaktan yana birazcık şans dahi vermiyoruz…

Peki, ama neden? Neden aşamıyoruz?

Sadece işimize yarayan taraflara bakınıp bir gazeteci hareketi misali ‘hop’ deyip cımbızlayıp alıyoruz…  Ee tabii genel itibari ile kulaktan dolma haberleri dolma misali insanlara tarafımızca daha kolay servis yapmak için almıyoruz öyle ya… Ya geri kalan eksik parçalar onların akıbeti nedir? Onlar da nereden çıktı şimdi? Bizler zaten o konuşmalara ise hiç aldırış etmiyoruz ki… Sadece arada sırada eksik olan bilgilerin yanına yalan yanlış yama yapıyoruz… Sonra da yanlış bilgi, yanlış algıya sebebiyetten ya başımıza gelmeyen kalmıyor, ya da işin içerisinden kurtulmak için topu tekrardan lafı anlatan karşı tarafa paslıyoruz suçlayarak… O tutmazsa “tutacak bir yol vardır” elbet deyip bir misal beyin jimnastiğine başlatıyoruz akabinde…  Dahası yetmezmiş gibi stratejik planlarla bir üretkenliğe erişim sağlıyoruz… Yeni senaryolar yazıp çiziyor, yalanla dolanla, üçkâğıtçılıkla günümüzü gün ediyoruz… Oh vallahi ne ala…

Dinle kardeşim, dinle, dinlesene yahu!

Dinlemeden, anlamdan neden “aman buda böyleymiş, falancada şöyle demiş…  Yahu bu bilgi bu şekildeymiş ona, şuna, buna böyle anlatmış” diyorsunuz… Ya da  “ben böyle duydum… Ben öyle biliyorum” ayağını bir geçiniz artık rica ediyorum…

Eksik bir bilgi söz konusu ise konuşanı tam anlamıyla dinlemediyseniz daha güzel kalıplarımız var mesela onları kullanmaya davet ediyorum sizleri “Bilmiyorum, anlamadım, hakkında bilgim yok, haberim yok, bilgim dâhilinde değil, ilgilenmiyorum” gibi…

Toplumu toplum yapan bizim birbirimizle olan iletişimimiz ve aktivitemizdir… Yanlış düşünce insanı daima yanıltır ve yanlışa sevk eder… Yanlışa sevk edilen kişi dolayısıyla yanlış hareket eder… Şuna öncelikle bir müsaadenizle değinmek istiyorum…  Toplum olarak her konuda mutlaka mercimek tanesi kadar da olsa bir fikrimizin olduğu aşikârdır öyle değil mi? Zaten bu objektif bilgiyi yeri geldikçe de defalarca tekrar ediyorum… Ancak kişinin asıl idrak etmesi gereken gerçek şudur ki; kişinin her konu hakkında bilgi sahibi olması ne yazıktır ki onun her konu hakkında mutlaka tam yeterli bilgisi olduğunu asla kanıtlamaz… Ayrıca bu hususta ise “Benim her konu hakkında bilgim tam” şeklinde ifadelere yer veremez…  Kesinlikle eksik bilgilerle kişi ispata gidemez…

Bizler de insan olarak elbette her konu hakkında bilgimiz vardır… Her şeyi de tabii ki yerli yersiz tam anlamıyla bildiğimizi iddia etmiyoruz… Bu nokta da zaten insan fıtratımız gereğince de beyinde ki yeterli kapasite alanımız olduğu ortaya çıkıyor…  Bir bilgisayar hafızası gibi düşünün… Yeni bilgiler öğreniminde eski bilgiler ya silinir ya da bilgisayar hafızası gibi geri dönüşüm kutusuna atar… Siz tekrardan o bilgiyi hatırlamak istediğinizde ise bilgiler ket vurum olarak tekrardan yapılandırılır ve siz o bilgiyi düşünce lobunuzu zorlayarak hatırlarsınız… Şimdi bu noktaya kadar paylaşmış olduğum bilgileri lütfen bir kenara koyunuz…  İlerleyen konu akışımızın sonlarına doğru ise bu bilgilerle bütünleştirerek olayın sonuç bölümüne ulaşacağız…

Dinlemek güdüsünün ilk temel eğitimi ebeveynler tarafından verildiğini elbette herkes gibi biliyoruz… Güdü, çocukta var olan bir dışa vurum sürecidir… Aile de ise bu süreç, çocuk üzerinde yapması gereken bir hareket halini alır… Çocuğun, aile eğitimi düzeyinde ilk temel eğitiminin verildiğini ve aile yaşantısı içerisinde gelişim kayıt ettiğini asla unutmayınız… Perspektif düşüncelerden uzak, subjektif olan aile içi eğitimlerinden ibaret bulunmaktadır… Ebeveyn çocukla iletişimi anında çocuğun kanalına bir mesaj gönderiminde bulunur… Kanala ulaşan mesaj her ne konudaysa çocuk onu dinleme hareketini uygulayarak ebeveynine cevap verir… Nasıl ki veriş olduğum kanal, mesaj örneğinde dinlemek çocukta o etkiyi bırakarak cevap verdirmeye, harekete geçirmeye sebep oluyorsa çocuk gördüğü aile içinde de o davranış kimliğine bürünerek hareket ediyordur… Gerek sosyal yaşamlarda olsun gerek gittiği ortamlarda olsun ve gerekse ilerdeki yetişkinlik sürecinde olsun o davranış biçimini sergileyecektir… Yani insanları dinlememe hareketi, iletişimin yarı da kalması, iletişim bozukluğu olması gibidir…

Mesela bir psikolojik şiddet örneği temasıyla konuyu aydınlatmış olursak eğer “Patron çalışanına, çalışan bir eş koca ise eşine, eşi ise gün içerinde annelik rolüne girmesinden ötürü anne olarak çocuğuna ve son olarak çocuk ise oyun saati içerisinde oyuncağına psikoloji şiddet baskısı uygulayacaktır”… Psikolojik şiddet baskısı altında maruz tutulan birey, zincirleme akışına daima birilerini de o etkenin içerisinde olmaması gerekiyorsa bile zincirleme ilişkisine dâhil ederek tarafına mutlaka muhatap kılacaktır…

Temel eğitim olarak evde ebeveynler tarafından nasıl gelişim sağlıyorsa çocuklar… Bir birey olmaya,  toplumun bir simgesi olarak nefer olmak içinde eğitim çatısı altına gitmektedir… Büründüğü öğrenci kimliğiyle çocuk, öğretmenini dinlemiyorsa işte ben buradaki problemin ana yarasına basmış olurum…  Bugüne kadar gelmiş geçmiş devirleri göz önüne alarak artık olmuşla ölmüşe yapacak bir şeyimiz yoktur diyebilir miyiz? Elbette diyemeyiz… Çünkü evvel zaman insanları konuşmadan önce dinliyor, dinlemeye önem veriyor ve birde üzerine kırk boğum dedikleri yani “kırk defa yutkun, bir defa konuş” prensibini yaşatıyorlardı… Nitekim şu içerisinde bulunduğumuz süreçte ise sanki “kırk defa konuş, bir defa dinle” prensibi önemlilik arz ediyor…

Önemle altını çizerek belirtmek istediğim tek bir nokta vardır o da çocuklarınıza dinlemeyi, dinlerken anlamayı, anladıktan sonra idrak etmeyi, idrak ettikten sonra ise aktarmayı mümkün mertebe dikkat etmeleri yönünde uyarınız, kontrol altına alınız… Ebeveynler olarak eğitimizi bu çerçeveler içerisinde, bu hususlar içerisinde yetiştirerek veriniz… Geri kalan muhtelif kişiler, yani toplumun aşınmış yarası olan bizler ise dinleme konusunda büyük hassasiyet ve çaba sunmamız gerektiğini bunu yaparken de ilk madde olarak dinlemenin tarafımıza olumlu getirisi olacağını göz önünde bulundurarak hareket etmeyi önemsemeliyiz… Akabinde ise yine bu tutum çerçevesinde ki hareketimizi dolayısıyla topluma, çevremize, kişilere, arkadaşlarımıza, akrabalarımıza, yeni tanışıp, yeni konuştuğumuz insanlara dinlemek gerektiğinin aşısını yaparak bilinçlendirmeliyiz…

Nasıldır ki bir sebepten, bir nasip çıkarmamız gerekir yani yaşanan olaylardan, başımıza gelebilecek farklı yaşantılardan ya da bir sözden, bir konuşmadan iyi tarafımıza da kötü tarafımıza da bir nasiplenme edinmemiz gerektir insan fıtratımız gerekince bu düşünceyi de nasip konusu gibi algılayıp harekete geçmelidir…

“Damlaya damlaya göl olur” atasözünü de yine bu noktada değerlendirmeye alabiliriz bakış açımızı genişleterek… Bir insan, iki insan, üç insan derken bir de bakmışız ki dinleyen, anlayan, idrak eden ve bunun neticesinde harekete geçen toplum olmuşuz… Oh ne güzel bir dünya…

İnsanlar yalnızca konuşa konuşa değil… Dinleyip, anlayıp, idrak ederek konuştuğunu, konuşması gerektiğini de unutmaması gereken mücevheratlardır…

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 4 eseri bulunmaktadır.