Eyüp Sultan’da Sabah Ezanı / Zekeriya Maral
Gün boyu yavan kalabalıkların bıkkınlığının verdiği rehavetle yığılıp kalmıştım gecenin koynuna. Gece yarısını bir kaç saat geçe, telefonum çalıyor, telefondaki dostum;
“Hadi kalk! Bugün, sabah namazına Eyüp Sultan’a gideceğimizi bilmiyor musun?”
Uykusuzluğun verdiği mahmurluğun eseri bir anda kaybolup gidiyor üzerimden. Bilmez miyim, seher vakti sabah namazında, Eyüp Sultan’da olmanın hazzını…
Namaza yetişebilmenin heyecanı ve şevki kaplıyor içimizi, acele ediyoruz… İnsanların yüzlerinde aynı heyecan ve huzur var… Böyle olmasa bu kadar insan, İsatnbul’dan ve İstanbul dışından kalkıp da bu saatte buraya akın eder miydi hiç.
İşte muhteşem Eyüp Sultan camî, tam karşımızda, her gelişimde sanki ilk defa gelyormuşum gibi farklı bir ruh hali kaplıyor bütün benliğimi…
Geniş avludan içeri giriyoruz, buram buram rahmet esintileri kucaklıyor ruhumuzu. Şadırvan; geçmişin rayihalarını üzerinde taşıyan bir ata yadigarı. Rahmet pınarlarını andıran çeşmelerinden abdest alıyoruz, arındırıyoruz ruhlarımızı ve şükrediyoruz Yüce Yaradana, Allah’ım sana binlece şükürler olsun, bize bu asude güzellikleri yaşattığın için.
Güvercinler, bir ev sahibi edasıyla adeta hoş geldiniz der gibi hû sesleriyle kanat çırpıyorlar gelen misafirlere. Zamanı eskiten kocamış ulu çınarlar, vakarlı bir o kadar da yorgun ve mahzun seyrediyorlar gelenleri. Ah şu ulu çınarların dili olsaydı keşke!.. Kim bilir anlatacak ne çok şeyleri olurdu, tarihe, vefaya ve siteme dair.
Yüzümüzü ve gönlümüzü okşayan, ötelerin lâhuti renk cümbüşüne eş Hz. Ebu Eyyûb el Ensarî (ra) nin türbesindeyiz şu an, tarifi imkansız bir duygu seli kaplıyor benliğimizi. Kainatın övünç kaynağı, Alemlerin Sultanı Efendimiz (sav) Medine’ye hicret ettiklerinde, O’nu evinde misafir eden ve “Mihmandar-ı Nebi ” diye anılan yüce sahabi. Efendimiz (sav)’in bazı savaşlarda, sancağı kendisine teslim ettiği, “Alemdâr-ı Rasûl” olan mübarek zat. İşte o sancağı bizans surlarına dikmek, “orayı fetheden asker ne güzel askerdir” müjdesine erişmek için yanıp tutuşan sevdalı gönül. Bu kutlu sevda için ta Hicaz’dan kalkıp, buralara kadar gelip ve şehit olan eşsiz kahraman.
Bütün bunları düşünürken ne düşünmekten yoruluyorsunuz ne de dupduru mekanda, nisbetin huzuruna kulak kesilmekten… Kargaşadan, şamatadan, zülumattan, dejenerasyondan, alacaktan, verecekten her şeyden uzak… Bir yandan bu kudsi atmosferi doya doya teneffüs etmenin hazzını yaşıyordum ki sabah ezanı ile irkildim. Muhteşem bir şey!.. Saba makamı ve dâvudî bir ses; yer ve gök yankılanıyor! Kainat vecde gelmiş, aman Allah’ım şu ezan ne harika bir sada!.. Ötelerden günümüze uzanan bu ulvi sesin feyziyle efsunlanır eşya. Herşey suspus, kuşlar suskun, çınarlarda bir huşu ve sükûnat, şadırvan ve kubbe pür dikkat bu çağrıya kulak kesilmiş nasılda dinliyorlar… Ruhlar kanatlanmış uçacak gibi… İstanbul… Ah İstanbul!.. Her sabah ezanlarla sefahat gecelerinin günahından yıkanır, saflaşır, berraklaşır… Bu arınmayı en müspet Eyüp Sultan seherinde iliklerinize kadar hissedersiniz.
Eyüp Sultan’da gönüller sırılsıklam, rahmet deryası bu arındırdıkça arındırıyor ve bazen bu rahmet gözlerden taşıyor. Bu eşsiz ferahlık ve ahenk ne lütuf biz günahkarlara Allahım!
Bizleri affeyle, hatalarımızı setreyle ve bizleri her daim rahmetinden ve merhametinden mahrum eyleme.
Amin…
Amiinn… Allah ziyaretinizi kabul etsin…