DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Kosova-Prizren / Elif Özbey

Doğduğum şehre, Bursa’ya benzerliğiyle, ölmeyi arzu ettiğim bir şehir oldu görür görmez.

Sanki tüm güzellikler hayatıma ikindi vakti doğuyordu. İkindi güneşinden üstüme düşen pay mı, yoksa Hz. İsa’nın da bir ikindi vakti Şam’daki Emevi Camii’nin beyaz minaresine kıpır kıpır, üzerinde ıslaklığın hissi olan saçlarıyla ineceğinden mütevellit mi?

İkindi vakti ulaşmıştım dedelerimin geldiği topraklardan bir toprak olan, Balkanların küçük sevimli şehri Prizren’e. Sırtını Şar dağlarına vermiş şehrin ortasından geçen, halkın kendi arasındaki isimlendirmesi ile “Ak Nehir” Bistrica Nehri öyle berraktı ki… Nakşibendi yolunun usulünde geçen “Aklı başında olanın bakışları ayak ucunda olur“ ikâzı aklımda, eğildim Bistrica’ya doğru.

Şu Olympos Dağı’nın eteklerinde bir gölün yansımasında kendi suretini görüp aşık olan Narkissos misali ben de şehrin suretine vurulup kaldım.

Dönen felekler geçti sudan, gökler, nice talihler, devrilmiş küpler, çatlamış hokkalar, kırılan kalemler, üzerinden duman tüten mahalleler, burçları kırık saraylar, cinlerden başkasının bilemediği nice yeraltı defineleri, lâl kesmiş, hiçe dönmüş mamureler, yağma edilmiş mescitler,
iki gözü iki çeşme ağlayan yaşmaklı kadınlar, zulmetin devirdiği koca çınarlar…

Ve gelinler… Başını göğe kaldırmış halde yanı başında uzanan Vardar’ın suyuna duvağını atmış gelinlik kız gibi gözyaşlarını zirvelerden Bistrica’ya akıtan Şar Dağları gibi gelinler.

Pırıl pırıl havanın başınızı hafiften döndürdüğü, Şar dağının eteklerine kurulmuş şehrin samimi ve doğal çehresi karşılar sizi sonrasında. Şehrin en hakim tepesinde oldukça geniş gövdeli bir kale kendini belli eder. Bizans dönemi eseri olan bu kale uzun yıllar Osmanlıların da tahkimat için kullandığı bir yer olmuştur.

Balkanlarda birçok cami sayabilirsiniz, fakat Sinan Paşa Camii gibisi hiçbir yerde yoktur, zira bu caminin minaresi Balkanların en uzun minaresidir.

Arasta meydanına ulaştığınızda bir de bakarsınız ki, ortada kocaman bir minare durmaktadır ama etrafında ne bir cami ne de mescit vardır. Savaşta yıkılmış ve sadece minaresi kalmış bu öksüz emanet size adeta hüzünlü bir şekilde “Hoş geldiniz” der.

Ön tarafta bulunan Sufi Sinan Paşa’nın yaptırdığı caminin arkasına düşen boşlukta Ortodoks ve Katolik kiliseleri, dinlerin kadim geçmişinden birer nişan olur, size geçmiş uygarlıkları düşündürür seyre dalıp gittiğinizde.

Üç tarafı dağlarla çevrili şehrin ortasından geçen Sufi Sinan Paşa’nın babası Ali Bey, Bistrica (Ak) Nehri’nin üzerine muazzam bir köprü kurmuştur. Bugün bu köprü “Taş köprü” olarak bilinmektedir. Tek katlı ya da iki katlı evleriyle, yazları bahçenin köşesinde bulunan mutfağında pişirilen yemekleri ve içten içe hiç sokağa çıkmadan birbirine avludan açılan kapılarıyla, samimiyeti barındıran şehre uyumlu, iki yakayı birbirine bağlayan temeller atmıştır Bistrica’ya.


Sonra şehrin orasına, burasına takılır gözünüz. Estetik, incelik, imar, tarih dolu bir şehir. Bu güzel şehrin ayasını hangi yetenekli eller yoğurmuştur, bilinmez. Sıcacık gülümser bu şehrin kaldırımı, çeşmesi, evi, konağı, dükkanı, yolu.

Sanki Amazonlardan toprak kayması etkisiyle Balkanlara kaykılmış da ayaküstü kalmış gibi bir his… Hatta ülke bulamamış da bir kaşıklık nüfusuyla ülke olmuşluğun gururunu taşıyan Atina’ya zorla kabul edilmiş gibi mülteci bir acı…

Dünya atlasında gösterime girmemiş anakaradan gelmişlik de, tarif edememişlik hissi de vermiyor değildi bu iller.

Bizimdi işte buralar düne kadar…

Buralar…

Şu bahçesindeki şadırvana karpuz konulan avludan içeri adım atar atmaz insanın içini bir sükunetin kapladığı, kapısındaki çeşmesiyle nice güzelleri, nice yakışıklı, incecik dal gibi Arnavut delikanlılarla buluşturduğu medrese kadar bizimdi.

Köftenin çüfte olduğu, gelinlik kızlara kiloyla altınların takıldığı, sarmaşıklarla arapsaçlarıyla bezeli balkonlar, merdivenler, verandalar ve taraçalarla dantel titizliği ile düzenlenmiş mis gibi temizlik kokan avlularıyla bizdendiler.

Vardar’ın Şar Dağları’ndan bir anda hızla çıkıvermesi ve ardına bakmadan koşa koşa Ege denizine gitmesi gibi 500 yıllık maziyi hiçe sayarak ellerimizden çarçabuk sıyrılmasıyla değil, anavatana yakınlığın getirdiği coşkuyla, derin anlamlı bilge haliyle kulağıma fısıldamasında Buldum prizreni.

Prizren bizim sütannemizdi

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 1 eseri bulunmaktadır.