Kadına Şiddet / Nur Dinçkan
Yıllardır bir şekilde sürüp giden ve gitgide önüne geçilmez bir sorun haline gelen “kadına dayak” konusu, aslında sebep-sonuç bağlamında ele alınması gereken meselelerin başında gelmektedir.
Yeni çıkan kanunlarla her ne kadar kadın, savunulmaya ve korunmaya çalışılsa da, alınan yanlış tedbir ve uygulamalar, bu kez de erkeğin mağduriyetine sebebiyet vererek içinden çıkılmaz bir hal almıştır.
Acaba kadına şiddet; “aileyi kurtaran tedbir mi?”, yoksa “aile de huzurunu bozan şey midir?” Bazı olaylar üzerinden ailede şiddet meselesi, yazılı ve görsel medyada çok sık bir şekilde ele alınmaya başlanmıştır. Özellikle vahşice katledilen kadınların hüzün bırakan hatıraları sebebiyle hassasiyet arz eden bir konunun tartışılması, buna bir çözüm bulunması elzemdir.
Toplumsal şiddetin bütün yükünü aile üzerinden tartışmak ve özellikle şiddet haberleriningetirdiği bir telaşla aileyi birbirine düşman ve her an çatışmaya hazır kadın-erkek portresiyle tanımlanır noktaya getirmek, bütün suçu kocaya yıkmak, çözüm olarak da hukuk yoluyla ya da polisiye önlemlerle kocanın hizaya getirilmesi tedbirlerinin alınması gerektiğine dair bir beklenti oluşturmak, en basit bir ifadeyle insafla bağdaşır bir durum değildir.
Bu zihinsel savrulma sebebiyle nerdeyse Kur’an-ı Kerim şiddetin kaynağı olarak suçlanır hale geldiğinden, Nisa Sure’sinin 34. Ayetinde aile içinde uyuşmazlıklarda tedbirlerden birisi olarak öngörülen “darb” kelimesini anlamlandırmada da zorluklar ya da zorlanmalar yaşanmakta, halk arasında son derece anlamlı olan sözler bile şiddetin referansı sayılıp eleştirilmektedir. Mesela; “Kızını dövmeyen dizini döver”, “kızını iyi yetiştirmeyen sonunda “ah vah” eder, üzülür.” Ona iyi terbiye vermede titiz olmak gerekir.” şeklinde anlaşılması gerekirken şiddetin referansı olarak görülmektedir.
En başta kadına dayak; din, ahlak ve hukuk bakımından asla kabul görmemiş bir eylemdir. Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Peygamber’in kadını yücelten ve ona özel bir değer atfeden duruşunun şiddeti engelleyici bir etki yapabileceğinden asla şüphe yoktur.
Ancak “kadına dayak” konusuna, batılı formlara bağlı kalınarak çözüm getirilemez. Bunun yerine toplumdaki dayak sorununu içeriden tespit edip, onlara yer vermek ve yine içeriden bir bakışla çözüm önerilerinde bulunmak daha isabetli olur.
Bununla beraber batı dünyasındaki standartlara göre belirlenmiş ve dört kategoride ele alınan şiddet ifadelerinin bizim toplumumuzda ne kadar uyum arz ettiğini bilmek gerekir.
Fiziksel şiddet; itip kalkmak, tartaklamak, tekmelemek, kesici vurucu aletlerle ya da yakıcı maddelerle vücuda zarar vermek, yumruklamak, sağlıksız koşullarda yaşamaya zorlamak. Psikolojik olarak da yine; bağırmak, hakaret etmek, yok saymak, çirkin olduğunu söylemek, kimlerle görüşeceğine karar vermek, tehdit etmek, diğer insanlarla ilişkileri kısıtlamak, kadının kültürel farklılıklarını yok saymak. Cinsel şiddet olarak da; istemediği yerde istemediği biçimde cinsel ilişkiye zorlamak, kürtaja ve fuhuşa zorlamak, cinsel organına zarar vermek, başka kadınlarla kıyaslamak. Ekonomik şiddet olarak; kadının çalışmasına izin vermemek, istemediği bir işte zorla çalıştırmak, az para vererek çok şey beklemek, kadının parasını, kişisel mallarını elinden almak, kadının kariyerini engelleyen kısıtlamalar getirmek, iş toplantılarına, gezilerine engel olmak. Bütün bunlar kadının bedeninde, ruhunda yıkıcı, telafisi zor hasarlar bırakmakta ve kadını tüketmektedir. Cehalet aynı. Yüz yıllarca yıl önce de şimdi de.. Hatta modern cahiliye daha beter.
Bu şiddet kategorilerini toplumumuzla ilişkilendiren uzmanlara bazı sorular sormak gerekir. Evet, bu saydığımız kadına yönelik şiddetler, kabul edilebilir şeyler olmasa da hangi şartlar ve durumlarda bu mevzuları değerlendirmek de ayrı bir konu.
Erkeği zıvanadan çıkaran, kadının dayağı hakettiği durumları da göz önünde bulundurup, bir değerlendirme yapmak ve sonuca varmak, en adil olanıdır.
Müslüman Türkiye’de gerçekten dini açıdan günah, ahlaki açıdan ayıp ve hukuki açıdan suç kabul edilebilecek durumda olan fiziksel şiddetin yani dayağın oranı nedir?
Kocanın, eşinin giyimi ile ilgili teklif ve uyarılarını kadının dikkate almaması, evini çocuğunu bırakıp iş gezmelerine gitmesini istememesi, yine kariyeri uğruna ailesini feda etmemesini istemesi, eşine yönelik bir şiddetin delili midir?
Peki evliliğin temelinde cinsellik büyük bir önem arz etmesine rağmen, “eşe tecavüz” diye bir kavram geliştirmek, ailenin mahrem ve özel alanına dışarıdan müdahale etmenin naslardaki dayanağı nedir? Hatta daha da ileriye gidilerek kadına eşi tarafından cinsel dokunulmazlık getirilmesini kanunlaştırarak erkeği zora sokmayı ve aileyi sarsıcı ve yıkıcı düzenlemelere gitmenin izahı nedir?
Karı-koca arasındaki cinsel hayatı dışarıdan düzenlemeye kalkmak, ona kurallarla sınır çizmeye çalışmak ne derece mümkündür?
Cinsel hayatı bile hukuk üzerinden inşa edip, müzakerelere bağlamanın aile hayatı ile bağlantısını nasıl kuracağız?
Kadın; kıymettir, değerdir, Allah’ın erkeğe emanetidir. Korunmaya ve sevilmeye muhtaçtır. Kadını; yıkıcı, yıpratıcı, kötü yola sevk eden hiçbir eylem asla kabul edilemez!
Ama diğer taraftan yukarıda değindiğim, erkeği kadına şiddete yöneltecek durumların gözden geçirilmesi ve göz ardı edilmemesi gereklidir. Sebepler sonuçları doğurur.
Şiddetin adı ne olursa olsun, sebebe giden yolları kapalı tutmak da elzemdir.
Unutmayalım! Kadın-erkek eşit değildir. Siz bu eşitlemede ısrarcı davranırsanız temelini kadının oluşturduğu toplumsal düzeni altüst edecek, şiddete kapı açacaksınız… Sonuç; yine hezimet.!
O yüzden kadın-erkek ilişkisi eşitlik değil, adalet üzerine inşa edilmelidir. Vesselam.