Yazmasak mı? / Aysel Akkanat
Son günlerde yaşadıklarımızı, depremi, daha enkazı üzerimizde dururken birden çıkan siyasi çekişmeleri, masaları, gelenleri, gidenleri…
Sosyal medya üzerinden boy boy yapılan deprem ajitasyonlarının üstünden günler geçmemişken, hatta likeları devam ederken masa için yas tutanları;
Yazmasak mı?
Bu yıl başımıza gelen felaketler zincirine eklenecek kuraklığı; bir mevsimin en güzel manzarası olan kar tanelerini göremediğimizi, gördüğümüzde de ‘acaba sokakta kalan kardeşlerimiz üşürler mi?’ diyerek endişe ettiğimiz, soğuk havaların korkusuyla geçen günlerin, her birinin bir kayıp olduğunu da;
Yazmasak mı?
O kar taneleri ki; sessizliği ile büyülü, görselliği ile huzurlu ve dingin, yüzümüzü gökyüzüne kaldırdığımızda, aslında o kısacık anlarda bile ne denli mutlu olduğumuzu bize hatırlatırken, hüzünle gülümsettiğini de,
Yazmasak mı?
90 saniyede evlerini, canlarını ve tüm yaşamlarını kaybeden insanların hallerinden ibret almamayı, sokakta kalmış bizim yurttaşımız, bizim kardeşimiz, ‘dışardalar, soğuktalar’ diye düşünmeden, bu durumdan bile fırsat yaratıp kiralara yaptığımız zamları da,
Yazmasak mı?
Tüm gün sadece sosyal medyada oturup, bol bol sörf yaparak; o, az yardım yapmış, bu yapmamış. Kendi görüşündekileri gökyüzüne çıkarırken, diğerlerini yerden yere vurarak, klavye başında günlerce ahkâm kestikten sonra, hızla yönünü siyasete çeviren, gündemden gündeme hiçbir duygusu olmadan yazan, çizen, paylaşan, o bilindik kesimi de hiç mi yazmasak?
Depremde yarı yıkılmış evlere girip; ‘mal canın yongasıdır’ diyerek, kalan eşyalarını kurtarmaya çalışırken can verenlerden ibret alamadığımızı da,
Yazmasak mı?
Yapmamız gereken bütün işleri hakkıyla ve dürüstçe yaptıktan sonra; siyasette de, mühendislikte de, müteahhitlikte de, acaba sonrasına mı kader desek?
Başımıza gelen deprem, gözleri bilime, uygarlığa döndürürken, bunun dozunu arttırarak ilahi gücü görmezlikten gelenleri ve özellikle bunu vurgulayarak, duruş sergileyen yazmamazlıktan, görmemezlikten gelen aydınlarımızı da,
Yazmasak mı?
İnsanlığa faydası olmayan, bilakis zarar vermek için kullanılan bilime de mi hayran kalalım?
Nükleer silahların her ülkenin birbirini tehdit olarak gördüğü bilimi de mi kutsayalım?
Kovit 19 belası da bir laboratuvar kaçağı değil miydi?
İlk kez maskesiz bir bahar yaşayacağımızın sevinciyle tam da bir ay öncesinde tarihin en uzun şubat ayını yaşarken Kovit 19 sürecinden daha uzun geçen günlerde, enkaz altından çıkan her bir canın sadece bir rakam olmadığını da,
Yazmasak mı?
Bu ortamlarda, insanın bahara umutlu bir şeyler yazması ne zormuş. Acaba doğal afet denecek kadar basit mi yaşananlar? Yoksa insanlık kendi sonuna hazırlık mı yapıyor? Sahi dünyayı başka ne bekliyor?
Eğer insanlık gerçekten kendisiyle savaşıyorsa, şimdiden kaybetmiş olduğunu da,
Yazmasak mı?
Bilimi de ilmi de emreden bir dinin mensubu olarak; böylesine önemli bir konu hakkında olumsuz tek sözcük yazmak istememekle birlikte, üzülerek, insanların faydalı bir amaç uğruna yaptığı çalışmalara saygımızı vurgulayarak, insanlığın geldiği son noktada bilimi değil, kötüye kullanımı eleştirdiğimi de belirtmek isterim.
Tabiat işte tam da bu şekilde canlanamaz. Bahar gelmez. İklimler bilindiği gibi yaşanmaz. Bilim kisvesi altında kötüye, kendini yok etmeye kullanılan bu bilime de dur mu demeli?
Umutsuzluk, depresif haller, korku, endişe her biri ayrı hikâye. Korkularımızdan sızan ışık, insanın telaşı, duaya kalkan eller, virane bedenler…
Felaketler karşısında cenin pozisyonunda, küçücük, çaresiz kalıyoruz.
Ellerimiz duada yazmaya meylediyoruz…