Aziz Dost / Abdulbari Karabeyeser
Aziz dost, şehrin en eski camisinde cumayı kılalım dediğinde sükût etmek düştü payıma. Şehir, ruhumu kanatan bir diken tarlasını andırıyordu. Ruhum, çarşı pazar dolaşan öksüz bir varoş çocuğu gibiydi. Cacabey Meydanı her zaman ki gibi sıcak ve uğultu karnavalı.
Deve dikenleri gibi önümüzü kapatan kalabalığı yararak ilerliyorduk ki müezzin efendinin davudi sesiyle yankılandı sokaklar. Sokaklar, yollar, arabalar, sesler derken şehir, cumaya çağıran ezandan çok daha öte bir uzaklıkta, pusudaydı. Kulakları tıkalı bir bahçe duvarından başka bir şey değildi. Duvar, bahçeye ne kadar yakınsa şehir de camiden o kadar uzaktı. Bunu da bugün, aziz dost ile yürürken anladım.
Nehirler akıyordu dudaklarından aziz dostun. Mavi, yeşil, turuncu renklere dönüyordu kelimeler. Bir nehri dinler gibi dinliyordum onu. Baharlar taşıyordu mevsimlerden gün aşırı yorgun ruhuma. Turnalar havalanıyor, bengisu ufuklara şairler nefes katıyor ve ben çokça aziz dostun cümlelerinde buluyordum yitiklerimi; yitiklerimi seyrediyordum sonra aziz dostun söz meclisinde.
Tarihi caminin merdivenlerinden içeriye girerken hayal kırıklığı yaşıyorum. Dışarının kalabalığına inat burası sessiz ve bir o kadar da sakin. Aralardan yol bularak ilerliyoruz. Tarihi ve eski caminin duvarlarından akan deruni bir iklim okşuyor ruhumu. Ruhum içeride ama aklım dışarıda! Aziz dostun sesini duyuyorum içimden geçenleri okumuşçasına: “camilerin sayısı arttıkça cemaat artmıyor” Öyle ya! Oysaki daha az önce her yere bir cami ve mescid yapılmalı haberini okumuştum yerel bir gazetenin baş sayfasında. Teori ile pratik birbirine ne kadar da zıt tıpkı gece ile gündüz gibi. Yapacak bir şey yok payımıza düşen sükût azığı.
“Diz çökemiyorum diyor” Aziz Dost köşeden kaptığı iskemleye kurulurken. Yanına oturduğumu görünce de “burası sakatların köşesi” diyor aynı hızla. İskemle, cemaate tepeden bakan fildişi bir kule gibi bunu biliyorum ama cevap olarak da “benim de gönlüm sakat” demeyi tercih ediyorum. Usul usul kuruluyoruz yerimize. Sesler dağılıyor, cemaat uğultu senfonisi, merkezi sistemle konuşan vaiz efendi tabir yerindeyse ısırgan otu. Gözlerim nemleniyor, ruhum mahrem, dilim benden ayrı bir vadi. O kadar kendimde değilim ki “şu duvarlardaki taşlar kim bilir ne kadar güzel yüzler görmüşler” dememiş olsa aziz dost kim bilir daha ne kadar uzağında kalacam o taşların tevhid tevhid diye çağıran sükûtundan.
Ah taşlar ah! Şu taşlar kadar sadık olabilseydim! Şu taşlar kadar kendim kalabilseydim! En zoru da bu galiba; bir taş kadar olsun sadık kalabilmek ve bir taş kadar olsun sadık bir dostu bulabilmek! Onun için hepimiz yalnızız ya! Yoksa dostu olan yalnız kalır mı hiç?
“Yalnızlık çok zor!” dediklerinde “insanlar daha çok zor” diye cevaplamış Ebu Zer. İyi ki Aziz Dostlar var yoksa hayat hiç çekilmezdi!
Aziz dost, yüreğinize sağlık..
Teşekkür ederim Ramazan hocam