DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Biraz “Aralık” Bırak Kendine, Yüreğin Nasiplensin Kıştan! / Elif Ekşi Zorer

Günaydın sabah. Günaydın hayat. Günaydın penceremin ardında kalan yaralarım, hiç bitmeyecek sandığım dertlerim, ağlamışlıklarım.

Halime dayanamayıp uyanan umutlarım günaydın… En deli yanım, huzur denen o güzelliğe bıraktığım yüreğimin, yüzüme çizdiği resme günaydın… Kendi kendine konuşan, kendiyle tartışan o gizemli cümlelerim, ellerinden tuttuğum hayallerim… Günaydın günüm…

Koca bir sene bitiyor, sayılı günler var yeni yıla. Hüzün mü desem, yoksa umutlara kapı aralamak mı? Geçen mutluluklar en sıcak tebessümlerini imzalamış yüreğime, en tatlı hatıralar lezzetini bol kepçe serpiştirmiş. Hani bahar geliyor diye çocuklar gibi şendik, yol kenarında gördüğüm papatyalar gözlerim de baharın resmini çizmişti ya, “durdur arabayı baba, noluur resmini çekmeliyim bu güzelliklerin “diye yalvarmıştım ya hani. Gözlerime inanamamıştım hani. Sonra sırayla cemreleri saymıştık, yaza adım adım yürürken. Adımlarımızı takip eden kır çiçekleri gönlümüze çoktan yazı getirmişti bile. Denizlere bir parça daha mavi, yeşillere biraz daha yeşil sürülmüştü. Gökyüzü cıvıl cıvıl kuşlarıyla alkışlarken, bu güzellikleri görememek nasıl bir nasipsizlik.

Ayakkabılarını çıkarıp, içeriye girmişti artık yaz, nasıl naif, nasıl nârin her rengiyle, kıpır kıpır her şey. Tadına doyulmaz o uzun günler, serin rüzgârlarıyla ruhumuzu okşayan akşamlarıyla, sevilmez mi hiç? Temmuz, sevilmez mi o sıcakkanlı Ağustos. Sonra pencereler kapanmaya başlanır, önce kuşlar vedalaşır yazla, göçmen kuşlar hisleri de götürür bazen. Mutlulukları yazda bırakır, uzun bir uykuya dalar renkli çiçekler. Bu ayrılığa dayanamaz ağaçlar, kurumuş yapraklarıyla, saçlarına aklar düşen dertlilere döner. Sarılar ayrılık şarkıları söyler, hazana boyanır yürekler.

Zaman bu his döngüsüyle bir varmış, bir yokmuşlu masallar yazar bize, farkında olmadan okuduğumuz. Doğum günleri, amansız vedalar, çaresiz hastalıklar, en mutlu anlar, hasretle beklenen vuslatlar, ideallerimiz, heyecanlarımız, korkularımız her şey, her şey sebebi olur bu masalın. Yazarı biz, okuyanı biz. Ocakta pişen bir yemek gibi bırakırız benliğimizi zamana, çok pişmekle, yanmamak arasında bir dengeyle nefes alır her şey. Yeni bir yıla yaklaşmak bu muhasebeyi gerektirir elbet, şimdi yaşadıklarımıza, fikirlerimize, adımlarımıza biraz Aralık…

Ne yapıyoruz, bu gidiş nereye diye sorgulamalara Aralık… Pişmanlıklarımızın telâfisine, mahcubiyetlerimize, eyvahlarımıza Aralık… Mevsimlerden kış; hava buz tutmuş rüzgârlarıyla, elini eteğini çekmiş renkler, alabildiğince gri, gökyüzü sisli, puslu, dumanlı.

Sükûnetin içinde duyulan çığlıkları var rüzgârın, camları titreten. Hüzün biriktirmiş, ağlayan bulutların yağmurları var bardaktan boşalırcasına. Ve beyazlara bürünmüş karla kaplı yürekler…

Hadi Aralık bırak kalbine, nasiplen kıştan. O sert rüzgârlarda yürü silkelen hatalarından, soğut kinini, nefretlerini, kaybettiklerine ağla. Hadi nasiplen, üşümelisin, değerini bilmediğin sevgilerin yokluğuyla titremelisin, zerresine kadar buz tutmalı hüzünlerin. Şimşekler çakmalı yüreğinde, yüzüne tokat gibi vurmalı soğuk… Kendine Aralık bırak, kendini Aralık’a bırak hadi. Ancak bu şekilde kavuşursun o sıcacık yaza, bahara.

En son; karlar yağdır üzerine, beyazların masumiyetiyle boyansın yüreğin, karla kaplı hislerine göz kırpsın bir kış güneşi ve bu da senin yüreğinin yazı olsun, mevsimlerden kış, aylardan Aralık da olsa.” Yüreğin hep bahar koksun”…

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 30 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları