DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Kayıp Kıta Atlantis’te Kaybolmak / Yusuf Kazak

Dünyanın her köşesi, bir gizem emaresi ve sırlı bir fısıltı taşır. Bu fısıltıları duymak ve anlamak, kulak kabartmakla değil; ancak ruh kabartmakla mümkün hale gelir. Asırların yoğurduğu ve son şeklini verdiği insanlık, dünya üzerinde nice yolculuklara girişirken; aynı zamanda tarihin karanlık dehlizlerine ve çoktan unutulmuş hadiselerine de bir seyahat etme içgüdüsü taşır. Bu bakımdan, insanı en çok derinlerine çağıran ve sırlarını keşfetmeye davet eden yer, Kayıp Kıta Atlantis’tir. Bu yerin sulara, kayıplara ve karanlıklara karışması hikayesi; insanlığın da özünü ve ruhunu yitirmesinin hikayesidir tam manasıyla…

 İşte, ben de ruhumu kabartarak Atlantis’e yolculuğa başladım. Onların, ‘Güneş’in Evlatları’ olduklarını duymuştum. Oraya gider gitmez tüm sokaklarda, kraliyet ikâmetgâhlarında ve bayraklarda bambaşka bir güneş gördüm. Kendi dünyamda yaşarken, her sabah gökyüzüme konuk olan güneşten çok daha farklı bir güneş… Atlantis sokaklarında yürümeye başladım: Her köşede bir şatafat emaresi ve itaatkâr sessizlik… Sonrasında, Atlantis halkının, kendilerinden çok daha geride kalan insanlıktan oldukça yükseklerde olduklarını gösteren sembolleri ve anlatılarıyla bezeli, devasa sütunların eşlik ettiği bir meydandaydım. Burası, gezegenler ve galaksiler arasında dolaşıp evrenin sırlarına ilmek ilmek ermek hissi veriyordu. Nice geceler, düşlerimi engin ve beni de gezgin yapan, evrenin her köşesine ulaşmak arzusu ve telaşı, burada yerini; okyanusların volkanlara temas etmesi gibi bir dinginliğe ve sükunete bırakmıştı. Meydanın ortasındaki bir tapınak ve tapınağın yanındaki esrarlı kuyu dikkat çekiciydi. Kuyu, görünen zifiri karanlığın, bilinmeyen ötelere yolculuk için bir geçit haline dönüştüğü yerdi. Buraya yaklaşınca, kadim zamanlardan beridir atalara ve ululara sunak yapılıp feda edilen insanların haykırışlarıyla irkildim. Gözlerimin esir olduğu karanlık, bir ‘acı naralar’ dünyası idi. Tapınağa girince, tüm zamanların kutsanmış ruhlarına temas etmek duygusuyla kuşatılmıştım. Burası, sunulmuş ve kurtulmuş ruhların bir istirahatgâhıydı. Tapınağın tavanındaki göğe doğru açılan boşluk, oldukça ilgi çekiciydi. Bunun, gezegenlerden ve Sirius Takımyıldızı’ndan gelen esrarengiz enerjinin bir geçiş yeri olduğunu öğrendim. Ruhlar ve ücraların gezegenleri, bu özel boşluk sayesinde bütünleşmekteydiler. Bütün bu gördüklerim, yeryüzü ile gökyüzünün nasıl muazzam bir uyum ile Atlantis’te bir araya geldiklerini anlamamı sağlamıştı.

Tapınaktan çıktıktan sonra, ötelerde bulunan dağlardaki yeraltı şehirlerine uğradım. Bu yeraltı dünyasının merkezinde bulunan ‘Bilgeler Konseyi’, Atlantis’in ve evrenin tüm sırlarının saklandığı yerdi. Burada, konuklara sunulan ‘dünyadışı’ içkileri içerken, aynı zamanda boyutlar arasında yolculuk yapmanın, gezegenlere uğramanın ve apansız kaybolmanın hikmetine ve şaşkınlığına vardım. Bilhassa, dış dünyada tüm sonsuzluğuyla uzanan gökyüzünün, bu yeraltı dünyasında da var olduğunu görmem, yerler ile göklerin gözlerime sunduğu enfes bir gösteriydi. Sonrasında, bazı ‘zaman muhafızları’ tarafından, bu yeraltı dünyasının yerüstü dünyasına çıktığı yedi özel geçit ve bazı sırlar gösterilerek uğurlandım. Yerin en derinlerinin, göğün en yükseklerinin sırlarına nasıl bu derece ulaşabildiği, tüm fani zihin becerilerinin çok ötesindeydi.

Yolculuğumun bir diğer safhası ise, Atlantis halkının tüm sulara ve göklere meydan okurcasına inşa ettiği gemilerin, heybetli bir şekilde yüzüp ve ayrıca havalandığı yeri görmek oldu. Gemiler iç içe geçmiş birkaç katmandan oluşmuştu. Bu, uzak evrendeki göksel katmanların iç içe girip dünyamızın ahengini oluşturmasını sembolize etmekteydi. Bütün bu şahit olduklarım, yıllar boyu süren bir rüyadan uyanamamakla tıpkıydı. Biraz sonra, bir özel gemi beni alarak Atlantis’in ‘Su Dünyası’na sürükledi. Gemiyle birlikte okyanusun en derinlerine indikten sonra bizleri, alınlarında güneş renginde inciler taşıyan bazı su muhafızları karşıladı. Daha sonra, bedeninde ve gözlerinde taşıdığı sayısız parlak sarı incilerle, güneş ışıltılarını suyun berraklığıyla buluşturmuş ve adeta cennetimsi bir şölen sunan ‘Sular Kraliçesi’ne konuk oldum. Bu berrak alemde, en tarifsiz su lezzetlerini tatmamın yanı sıra, tek bir adedine bile tüm insanlığın gıpta edeceği inciler hediye edilerek yolcu edildim. Sular dışına çıktıktan sonra afallayan bedenim ve zihnim, hangi alemde olduğunu artık ayırt edemez bir haldeydi. Gökler, sular ve yerlerin bana bahşettiği yeni efsunlu dünyam ile öylece Atlantis’e veda ettim.

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 7 eseri bulunmaktadır.