DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Şiirinin Efendisi: Abdurrahim Karakoç / Tayyib Atmaca

 

Şiirlerini okurken yüreğinizi güm güm attıran, sanki sizin söylemek istediğinizi sizin gönlünüzden geçtiği şekilde yüreğinden damıtarak kitap sayfalarına aktaran hayranı olduğunuz bir şairle ilk karlaştığınızda –bir de siz şairseniz- ne yapardınız bilmiyorum.

Her devrin üç beş şairi olur, diğer şairler ise arada turaçlanır gider. Abdurrahim Karakoç işte o üç beş şairden birisidir. Diğer şairlerden ayrılan tarafı ise o halk şiirinin efendisidir

Hüzünlerin Düğünü şiir kitabım 1980 yılında yani Ticaret Lisesi son sınıftayken yayınlanmıştı. Yaz tatillerinde Afşin’de çalışıyordum. Çalıştığım iş yerine Abdurrahim ağabey gelmişti. Elini öpmeye çalıştım öptürmedi. Şiir yazdığımı söyledim kitabımı takdim ettim. Kitabı imzalamamı söylemiş, kan ter içinde kalarak ve ellerim titreyerek kitabımı imzalayıp vermiştim.

1987 yılında Beşinci Mevsim çıkmıştı. O zamanlar muhtemelen Sincan’a yeni taşınmıştı. 50 adet kitap istemiş ve kitabı tabiri caizse peynir ekmek gibi birkaç gün içinde satmıştım. Bana imzaladığı Beşinci Mevsim’de; “Coğrafyada hemşerim fikirde gönüldaşım sanatta meslektaşım Tayyib Atmaca’ya en içten sevgi başarı dileklerimle. 10.06.1987” imzasına tekrar okuyunca kafam birden bire Hasan’a Mektuplar kitabına gitti.

Bu kitabı daha önce çalıştığım kurumda şiirle hemhal olduğumu bilen bir kurum amirim okumam için getirmişti. Kitabın kapak kompozisyonu Abdurrahim ağabey’e ait. Kitabın kapağındaki Postacı şiiri akıp gidiyor. İlk baskısı on bin olan Hasan’a Mektuplar 1969 yılında Fedai Yayınları arasında 2. baskısını yapıyor. Eski para ile fiyatı 4 lira olan bu kitap yıllardır kitaplığımın en kıymetli kitabı olma şerefini muhafaza ediyor.

Abdurrahim ağabey, Ekinözü (Cela) diğer bilinen adı ile İçme’de kaynayıp tüm Anadolu coğrafyasındaki gönülleri sulamaya başlayan bu şiir ırmağıdır. Bu ırmak sadece;

“Sarı saçlarını deli gönlüme
Bağlamışım çözülmüyor Mihriban” diye dilden dile, gönülden gönüle akmazdan evvel doktorların kelle kesen baç alan birer tepegöz olduğu dönemlerde:

“Avrat yeğin sayrı benim karnım aç
 Keyf için gelmedik bura tohdur beğ.
Fukara harcından ver de bir ilaç
Olsun derdimize çare tohdur beğ” şiiri ile dillere destan olan ırmak değildi. Abdurrahim ağabeyin:

“Gene tehir etme üç ay öteye
Bu dava dedemden kaldı hâkim beğ
Otuz yılda babam düştü ardına
 Siz sağolun o da öldü hâkim beğ…” şiiri de dilden dile dolaşan şiirler arasında oldu.

Ya bir neslin dilinde düşmeyen:
“Bucak bucak, köşe köşe
  Kara taşa kor ateşe
 Yıldıza aya güneşe
 Hak yol İslam yazacağız” şiirini şimdi bile ezberinde saklayan milyonlarca insan var. Ya İsyanlı Sukut şiiri; mazlum Anadolu insanının devlet dairelerinden içeriye girince kasketini karnının üstüne koyup esas duruşa geçip hali pürmelâlini anlatmaya çalışmasının uzun metrajlı bir film senaryosuydu desek yeridir.

Ahmet Kaya’nın yeni yeni meşhur olmaya başladığı zamanlarda, Kaya Kuzucu’nun -ülkücü Ahmet Kaya da derlerdi- O zamanlar gerçekten bir ülkü uğruna mücadele edenlerin duygularına Karakoç’un yüreğinden dökülen:

“Ezanlar buz tutmuş minarelerde
/Yaylalar sorarmış töremiz nerde
Yolların hasretle bittiği yerde
Her dağ yamacında bir mezar üşür” şiiri, Hasan Sağındık’ın söylediği:

“Yıldızlar kayar yüceden
Renkler sıyrılır geceden
 Yüreğim sızlar inceden
 Ben hep seni düşünürüm

ve

“Buluta yaslandım ışığı tuttum
 Seni hatırladım seni unuttum
 Düşümden düşüme girdim dün gece
 Kendimi kendime sordum dün gece”yi unutmak mümkün değil.

Osmaniye’de esnaflık yaptığım zamanlarda plakçı yan komşumuzdan, kulaklarıma sözleri tanıdık bir türkünün gelmeye başladı. Türküye dikkat kesilince

“Unutmak kolay mı deme
 Unutursun Mihribanım
Oğlun kızın olsun hele
Unutursun Mihribanım” dizelerini duydum. O zamanlar cep telefonu yoktu evini aradım. Şiirinin bestelendiğini söyledim kendisinin de haberi yokmuş. Söyleyen aklımda değil ama Söz: “Anonim” diye yazılmıştı. Şiir bestekârların eline geçince kendine göre ölçer, biçer keser. Bakın 1969 yılında ikinci baskısı yapılan Hasan’a Mektuplar kitabında yukarıdaki üçüncü son dizesi “Düğün bayram gelsin hele” şeklindedir. Şair odur ki sevdiğini dile düşürmeyendir. Abdurrahim ağabey hayatta iken Mihriban ile ilgili bir çift söz etmedi. Ölümünden sonra Mihriban ile ilgili bir sürü yazıldı çizildi. Her sevenin yüreğin bir mihribanı (şefkatli, güler yüzlü, yumuşak huylu, dost) vardır. O zaman öküzün altında manda arayanlar: Mihriban’ın kim olduğunu öğrenip de ne yapacaksınız. Taksim’e, Kızılay’a putunu mu dikeceksiniz ya da mezarını öğrenip anıt mezar yaptırıp çaput bağlayarak ziyaretgâh mı yapacaksınız?

İnsanoğlu işte böyledir mazruf varken devamlı zarfın köşelerinde dolaşa dolaşa aklıyla arası açılır.

Abdurrahim ağabey, yirminci yılın son, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde -aşağı yukarı altmış yıldır- halk şiirinin tartışılmaz şairidir. Onun aynı zamanda taşlamaları, hicivleri her ne kadar da görmezlikten gelinse de onun hiç umurunda olmadı. Abdurrahim ağabey öyle başkaları gibi büyük şehirlerde mektep medrese görmedi. O çok iyi bir okur-yazardı. Özellikle Sincan’a taşındıktan sonra yazdığı şiirlerdeki mana derinliğini kendisinden önce yaşayan çok az halk şairleriyle mukayese edebiliriz. Demek ki Allah iki yeteneği birden verse de saz çalmasını bilseydi, sazını duvara astırmadığı âşık kalmazdı. Taşladığı nice hâkim, savcı, siyasetçi tarafından mahkeme verildi. Gözünü daldan budaktan esirgemeyi kendine zül saydı.

Abdurrahim ağabey’in Mehmet Aycı ve benim üzerimde hakkı çok. Mehmet Aycı, Abdurrahim ağabeyle tanıştığında bıyıkları yeni terleyen kıvrak zekâlı bir delikanlıydı. Mehmet Aycı’nın nikâh şahitliği Abdurrahim ağabey ile birlikte yapmıştık. Abdurrahim ağabey hastanede yatarken o kıvrak zekâsını yine işletir ve Tacettin Dergâhı’nda yatma arzusunu dile getirir. Daha teni toprakla buluşmadan yapılan açıklamalarda kadim dostu Muhsin Yazıcıoğlu ile yan yana olacağı söylenirken; göç günü bir başka güzel insanla kabir komşusu olduğu söylendi.

Ah ağabey, şairler sultanı ile karşılaştığında sana nasıl gıpta ile baktığını görmek isterdim!

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 4 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları