Filân Falan Diyerek Unutulanların Fotoğrafı / Ahmet Doğru
Zaman merheminin sunduğu şifa, unutmak. İlk gençlik acılarının yürek yakan sızısı için bol bol sürdüğü zaman oluyor ve dağ yamaçlarında, dere kenarlarında, boğaz kıyılarında, şehrin en kalabalık caddelerinde unutma şifasına kavuşmayı bekliyor hep.
Geçmiş albümünü karıştırırken unuttuklarını görüyor bir bir. “Şu filancaydı” diyor, “bütün mevsimleri sonbahara çeviren”. Sonra duruyor, gönlüne bakıyor; şimdi ufacık bir sızlama bile yok. Oysa ne acılar duymuştu o vakitler…
Baba parmağındaki kesiği göstererek “parmağım kesilmiş” diyor. Anne bakıyor, gülüyor: “Ufacık bir şey, abartıyorsun” diyor. Baba “insanın neresi acırsa canı oradadır” diyor. Çocuk hem bisikletten düşmüş hem de böyle bir konuşmanın üstüne. Onlara görünmeden sessizce dışarı çıkıyor dizine bakarak. Gerçekten de canını dizlerinde hissediyor çocuk.
Can sonra sonra geliyor yerine. Canının yerine geldiği zamanların acısını filan başlatsa da falan devam ettiriyor. Şu fotoğraftaki falan, bir büyücü gibi sesiyle yakalamıştı gönlünü. Konuşmacı olduğu gün farkına varmıştı güzelliğinin. Sesinin güzelliği ile güzelleşivermişti eli yüzü. Işıltılar içinde bir peri oluvermişti. “Anlık çarpılmalar masalsı dünyanın güzelliğiyledir” deyip gerçek bir çarpılmayı bekliyor sarı yapraklar gibi.
Duvarın üstüne oturmuşlar. Üstlerinde dev bir çınarın kolları, güneşin son yakıcı etkisinden koruyor onları. “Beklemek de bir murattır” diyor öteki. “İyilik ve kötülük konusunda hüküm veremediğin işleri zamana bırak ve bekle! Bir de ‘hayırlısı’ de. Takma ondan sonra kafana.” Beriki suskun, sadece kafasını sallıyor güz yeliyle sallanan bir yaprak gibi.
Filân deyince kadraja giren görüntü tekrar geliyor gözünün önüne. Bir sokağın başı ya da sonu, iki kişi; kapalı sarı benizli bir kız, yanında genç bir erkek bir şeyler konuşuyorlar. Mevsim güz, etrafta sarı yapraklar uçuşuyor. Hafif bir poyraz esiyor ortalarında. Kız suskun, öfkeli, üzgün bir yüzle dönüyor sokağı. Erkek o sarı yaprak sürüklenerek ortalıyor sokağı.
Şehir, mevsim değişiyor. Falan filanı unutursa da aynı acıları duyuyor kalbi yeniden. Sonra yine mevsim güze dönüyor. Telaşlı bir yaz sonu falanın bırakıp gittiği görüntü kalıyor aklında. Bakıyor; yağmurlu bir gün, iki kişi, sel gibi arabaların aktığı caddenin kenarında yürüyorlar. Umurlarında değil akan cadde, yağan yağmur… İki kişi karanlık göğün altında, umutsuzluk içinde. Heyecanla çarpsa da yüreği birinin, diğeri Aladağ’dan serin. Her zamanki gibi bulutlar dağılmadan dağılıyorlar. Koyu bir hüzün içinde yürüyor yüreği heyecanla çarpan.
Albümü kapatırken pencereye çarpıyor sarı yapraklar. Mevsim güz, vakit akşam… Zaman ne güzel merhem!