DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Eriyen Çiçekler / M. Latif Bakış

Ocak ayının ilk haftasıydı. Kış mevsimine çoktan girilmiş olmasına karşı henüz kar yağmamıştı. Her gün güneşin, pencereden halıların üzerine serpilen ışıklarıyla aydınlığın dolduğu odada, kafesteki kuş gibi yüreğiyle küçük Zübeyir pencerenin gerisinden dünyayı seyrederdi. Her seferinde de gözüne ilişen kendince hayretengiz durumları ‘anneeeee!…’ derin çığlığıyla ve heyecanla anlatırdı bir nefeste; “anne baak! Kuşun da annesi var; ona ağzıyla yemek yediriyor.”, “anne bak! Komşunun köpeğini kelepçelemişler, çok sıkılıyor.”, “anne bak! Herkes dışarıda oynuyor, ben de oynamak istiyorum…”vb.

Bugün biraz farklıydı sanki. Küçük Zübeyir gözlerini açtığında şaşırmıştı… Guguklu saat her zamanki kadar ötmüştü, ama yorganın üzerinde dışarıdaki ağacın gölgesi yoktu. Dahası, güneş yastığını okşamamıştı. Her tarafta bir tür gölgeli karanlık vardı.

Kalktı Zübeyircik, annesinin peşinden mutfağa seğirtti. Kahvaltı hazırlayan annesinin meşguliyetini fırsat bilip usulca kapıyı araladı. Can havliyle kendini kapıya vurup balkona attı. Çok geçmemişti ki büyük bir çığlıkla kendini kapıya vurup içeriye girdi; “anneeee… anneee… baak! Bizim ağaçlarımızda beyaz çiçekler açmış, gel baak…”. Annesinin ellerinden tutup zorla balkona çıkarmıştı: “Anne bak! Bütün ağaçlarımız beyaz çiçekler açmış, baaak ne güzeller! Kuşlar da çok sevmiş bu çiçekleri… hepsi bu ağaçta oynaşıyorlar…”.

İlk defa gördüğü kar kaplı ve buz tutmuş dallar onu çok etkilemişti. Birkaç gün geçmişti ki Zübeyir’i bir üzüntü sarmıştı… bu çiçekler gece olunca canlanıp, güneş görünce de eriyorlardı damla damla…

Dahası, bu beyaz çiçek bahçesinin bir de beyaz bir bahçıvanı vardı: Burnu kızarmıştı, dişleri çürümüştü, gözleri de kördü. Fakat hiç bahçesini terk etmeden öylece bahçesini kolluyordu. Ne var ki bu beyaz bahçedeki her şeyin akıbeti aynıydı. Bahçıvan da gece açlığa, susuzluğa, ayaza, soğuğa ve uykuya karşı gururla ve dimdik durmasına rağmen güneş vurdukça damla damla ölüyordu. Güneşin ölüm getirdiğini hiç tahmin edememişti.

Damla damla erimek kim bilir nasıl acı veriyordu!.. Çünkü daha birkaç gün önce farkında olmadan elini yanan sobaya vurmuştu da, parmakları kızarmış ve canı çok yanmıştı. Ama bu beyaz güzeller, yakıcı güneşin etkisine hiç dayanamayıp eriyor, yok oluyorlardı. Kim bilir ne acı veriyordu bu hal!?.

Sonra kuşlar ilişti gözlerine Zübeyirciğin; baharın yeşilliklerde ayrı ayrı uçuşan… bu beyaz bahçede bir araya geldiklerini gördü. Ve şuna hükmetti çocuksu kalbiyle: “bu, beyaz bir huzurdu, Hızır gibi canlılara dokundu, ayrılıkları bitirdi, beraberlik getirdi ve toprağa can olmak için bana veda etti!..”.

Böylece tabiatın dilini ve varlıkların ortak iletişim dilini yani sevgiyi tabiatın en sade mütercimi, en içten kaşifi okuyabilmişti…

ve bu öykü, genetik büyüme evresini tamamlarken yüreği (sevgisi, hoşgörüsü) büyüyemeyenlere ithaf edildi…

 

 

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 15 eseri bulunmaktadır.