Ayasofya / Hızır İrfan Önder
Mehmet okuldaki en tembel öğrencilerden biriydi. Çalışkan arkadaşlarını sürekli küçümsüyor, alay ediyordu. Haliyle bu tavırları veli toplantılarında gündeme geliyordu.
Mehmet bunun da farkındaydı fakat hayatını düzene koymak için hep yarınları bekliyordu. Bir türlü gelmeyen şu yarınları…
Toplantılarda şikâyetlerden bunalan Hüseyin Bey, oğluna esaslı bir ders verme kararı aldı. Bunun için oğlundan her akşam yatmadan önce yarın yapacağı işleri bir kâğıda yazmasını ve kendisine teslim etmesini istedi. Ayrıca her akşam planlarının ne kadarını uyguladığının hesabını da oğlundan alacaktı. Böylece Mehmet anın, yaşadığı vaktin kıymetini kavrayacak; zamanını daha verimli kullanabilecekti. Tabii ki Mehmet bu plana ilk hafta tam olarak uyamamış ve zorlanmıştı. Sonraki haftalarda ise planlarını itina ile uygulamaya başladı. Bu durum öğretmenlerinin de dikkatini çekiyor, onları memnun ediyordu. Hüseyin Bey her hafta sonu oğlunu ödüllendiriyor, Mehmet de bu durumdan zevk alıyordu. Mehmet artık arkadaşlarını küçümsemiyor, onlarla alay etmiyordu. İnanılması zor ama edepli, planlı ve çalışkan bir öğrenci olmuştu. Derslerine günü gününe çalışıyor, derslere aktif olarak katılıyordu.
Mehmet’in gerekli dersi aldığını düşünen Hüseyin Bey, ödül olarak oğlu Mehmet’i hafta sonu İstanbul’a götürecekti. Birden oğluna yarın için hazır olmasını söyledi. İstanbul’a gideceklerini müjdeledi. Mehmet heyecanla babasına sarıldı ve yarını beklemeye başladı.
Gece boyunca Mehmet’in gözüne uyku girmemişti. Sabaha kadar İstanbul’u düşünmüş; hayaller kurmuştu. Nihayet sabah olmuştu. Babası Mehmet’i uyandırmak için yanına gittiğinde oğlunu çoktan hazırlanmış hâlde buldu. Mehmet babasına: “Yarının hiç gelmeyeceğini sandığını” söyledi. Hüseyin Bey oğluna tebessümle baktı ve: “Yarınlar tez gelir oğul” dedi. Ve birlikte İstanbul’un yolunu tuttular.
Mehmet İstanbul’a ilk kez gidiyordu. Filmlerde gördükleri, kitaplarda-dergilerde okudukları ve arkadaşlarının anlattıkları dışında bir şey bilmiyordu. İstanbul’u tanımıyordu.
Bunun içindir ki içi içine sığmıyordu. İstanbul’a farklı gözlerle bakıyor, hayranlıkla seyrediyordu. Babası onu görülmesi gerekli her yere götürüyor o da tarihi içselleştiriyordu.
Hüseyin Bey oğluna son dersini vermek için ziyaretin finalini Sultanahmet’te yaptı.
Ayasofya’yı göstererek: “Oğlum, II. Mehmet yarınları bekleseydi İstanbul’u fethedemeyecek ve Fatih olamayacaktı.” dedi.
Baba ile oğul Ayasofya’ya hüzünle baktılar. Fatih’in ruhuna üç İhlas bir Fatiha okudular. Fakat içlerinde hâlâ bir sızı, bir hüzün vardı: Çünkü Fatih’in EMANETİ olan Ayasofya ağlıyordu…