DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

 Mavi Buluta Yolculuk / Nazire Sönmez

Kiraz çiçeklerinin pembe beyazlığı ve zambakların kokusu ile süslene sokak, insanın ilk düşününü andırıyordu. İlk düşün saf, samimi ve sımsıcak dokunuşu her sabah insanların ömrünü yeniden beşiğe düşürüyordu. Bir hayaldi adeta… Hangi yaşta olursanız olun, zaman tünelinden sizi alır o ilk durağa bırakırdı. 

Pencerelerdeki demirlerin ince, narin ve vakur duruşlarıyla avuçlarının içine aldığı saksılardaki renk renk menekşeler. Saklambaç oynarcasına ağaçlarda öten kuşlar… Manavın tezgahında bolluğu ve bereketi ile duran meyveler… Sabırsızlıkla mutluluğu içinde barındıran kasabın yanındaki kedi… Tarihin izini taşıyan kahve ve beton rengi kaldırım taşları… Evlerin sokağı korumak için el ele tutuşu… Bütün bunların o kadim mahrumiyeti koruması insanı derinden etkiliyordu. Rüzgar, kar, yağmur buraya uğramak için adeta yarışıyordu… Bu sefer kazanan, lapa lapa yağan kardı. İnce zarif bir örtü ile o kadim sokağı bembeyaz rengiyle kucağına alıyordu.

Gıcırdayan kapı sesiyle başladı gün. Yağan kar, Ayşe Teyze’nin eşiğinde oturarak biraz sonra mavi buluta yapılacak yolculuğun heyecanını taşıyordu adeta. Esen rüzgar bana ayır dercesine onu rahatsız etse de o heyecanla hafifçe kımıldıyordu. Sen de gel yanıma otur dercesine bir iki kar tanesini havada tutuyordu. Sabah çok erken olmasına rağmen kapı çalındı. Uyandı Ayşe Teyze… “Sabah sabah kim geldi acaba?” diye merakla kapıyı açtı.

Minik Can heyecanını saklayamadı. Kapının zamansız çalınması önemli değildi. Yüreğinin zamansız sesi önemliydi onun için. Bugün beklediği gün gelmişti. Bu heyecana bütün sevdiklerini katmak istiyordu. Yazdığı mektup vardı elinde. “Ayşe Teyze, mektubun hazır mı? Bugün mavi bulutla yolculuk var. Birazdan bizim sokağımızın üzerinden geçecek. Dileklerimizi yazacağız. Orada herkesin dileği kabul oluyor.” Ayşe Teyze, şaşkınlığını bir an üzerinden atarak zamanın önemli olmadığını, önemli olan bu küçük yüreği misafir etmek olduğunu düşündü. Kime ne yazabilirdi ki? Yaşamın soğuk rüzgarı onun ruhunda ve bedeninde esiyordu, fakat şimdi bunun sırası değildi diye düşündü. Bir dakika Can’dan izin isteyerek içeri geçti. Eline aldığı kalem ve kağıtla kime ne yazacağını düşünürken, yüreğindeki sımsıcak hayaller ilk tazeliği ile bıraktı kendini mürekkebin kollarına. 

Soğuk bir kış günü onun bedenini üşütse de hayallerinin sıcacık minik bir kor olarak beklediğini fark etti. Küçük bir çocuğun dokunuşu ile mürekkep eşliğinde kağıda diziliyorlardı. Ayşe Teyze bile inanamadı bu duruma. Onları nasıl da gizli bir sandığa koyup ve kilit vurmuştu. Onların anahtarı sende, Can!.. Sana teşekkür ederim dedi ve yazdığı o ilk durak heyecanını Can’a verdi. “Ben gelemem, sen benim yerime koyarsın balonun içine.” dedi. 

Annesinin ona yeni aldığı kırmızı kazağı ve kırmızı beresi, sekiz yaşındaki Can’ı daha büyük gösteriyordu. Elinde topladığı mektupları üşüyen minik elleri ile sımsıksı tutuyordu. Can’ın üzerine yağan karın taneleri, Can’ın heyecanına eşlik eder gibiydiler. Mavi bulutun heyecanını bütün dünyayı sarmıştı adeta… 

Can, Ayşe Teyze’nin yazdıklarını da alarak üşüyen elleri ile montunun içerisindeki kırmızı kazağın içine koydu. Kendisinin tonton dede olarak tanımladığı annesiyle manava her uğradığında, “Al, bu da benden sana küçük bir hediye, bu daha çok vitamin olsun sana.” diyen Hayri Dede’ye koştu. Havanın soğukluğu, Can’ın yüreğiyle ısınıyordu. 

“Hayri Dede… Hayri Dede, birazdan mavi bulut geçecek. Dileklerimizi alacak ve onlar gerçekleşecek.” dedi heyecanla. 

“Sen de dileklerini yaz. Mavi bulut onları alıp en yukarıya, yıldızlara, güneşe doğru götürecek.” 

“Elbette yazarım, Can.” dedi. Ve yağan kar tanelerinin her biri, insan ömründen bir takvim yaprağı gibi döküldüğünü düşündü. Derin bir ah ile manavına uğrayan insanları düşündü. Günde kaç insan, kaç sima, kaç hikaye geliyordu o küçük manava… Zaman zaman meyvelerle kurduğu dostluğu, yaptığı sohbeti… Asıl şahitlerinin onlar olduğunu, keşke konuşabilseler, neler anlatabileceklerini… 

“Onların dileklerini de yazayım mı, Can?” 

“Evet, Hayri Dede, onların da dileklerini yaz. Eminim çok vitaminli olmak isterler.” dedi Can. 

“Ah, Hayri Amca!” gülerek… 

“Eminim, Can. Mutlaka onu isterler… Onu da yazarım ben, sen merak etme.” diyerek manavın kasasının yanında duran hesap defterinden bir sayfa koparırken, altındaki nota gözü takıldı… 

“Ne kervanlar, ne kervan saraylar gönül yolculuğuna erişirler… Bir zamanlar…” 

Her gün manava gelip derin sohbetler yapan ve kadim hikayeler anlatan Tahir Usta’nın bir sözüydü. Birden içini kaplayan hüzün ve özlemle… Acaba senin de bir hayalin var mıydı? Yüreğin soğuyarak bu dünyada heybeni hikayelerinle doldurdun… Kendi kendine bunları söylerken, Can’ın sesini duydu tekrar. 

“Hadi, Hayri Amca, bulut birazdan gelecek, çabuk olmalıyız!” dedi.                                     

Hayri Amca kağıda dileklerini yazarak Can’a mektubunu verdi. 

“Hayri Amca, sen de gel. Birazdan bulut geçecek ve biz mektuplarımızı ona göndereceğiz…” 

Yaşlı Teyze, Osman Amca, Hayri Dede, ve sokağın tonton kedisi… Mektuplar toplandı ve gökyüzündeki mavi buluta gönderildi. Herkes çok ama çok mutluydu. Burada tek bir yürek vardı, adı mavi bulut… Uçan balonun içine koydular. O gökyüzüne doğru giderken, hepsi tek yürek oldu… 

Mavi buluta yolculuk, herkesi küçük ama sıcak bir noktada birleştirmişti. Hayallerini nasıl da kilitli sandıkta tuttuklarını düşündüler. Onları tekrar çıkarıp giymenin heyecanı, onları kışın soğuğunda bile üşütmüyordu. Onlar Can’ın hayalleri kadar hala sıcaktı. 

Annesi, baştan sona Can’ın bu heyecanına eşlik etmişti. Her ne kadar üşütüp hasta olacağını düşünse de bunun yapmaya değer olduğunu biliyordu. Sokağın ortasına toplanan insanlar, bu güzel gün için Can’a teşekkür ettiler. 

Mavi bulut, her geçen saniye biraz daha yaklaşırken, gökyüzünün derinliklerinden gelen o masum, ince ses, insanların içindeki en saf duyguları, en sıcak hayalleri kabullenip yavaşça onları alıp uzaklara götürüyor gibiydi. Can’ın gözlerinde, o saf heyecanın, çocukluğun o temiz sevgisinin parıltısı vardı. Sanki bütün dünya o an, o bulutun etrafında dönüyordu. Herkesin dileği, o mavi bulutla birlikte yükseklerden bir yere ulaşıyor, orada yavaşça bir bir toplanıyor, birbirine karışıyordu. Ansızın çıkagelen fırtına ile; insanlar hem mektuplarını, hem de kalplerinde bir parça bıraktılar gökyüzüne. 

Her bir mektup, o gökyüzünde bir yıldız oluyordu. Belki de dileklerin kabul edilmesinin sırrı, onları kalpten dilemekti. Bir insanın içindeki iyilik, sevgi ve umut, yalnızca ona ait bir yıldız yaratıyordu ve o yıldız, gökyüzünde sonsuz bir ışık bırakıyordu. 

Ayşe Teyze, Hayri Dede, Osman Amca, yaşlı Teyze ve kedinin etrafında toplanan o küçük mahalle halkı, birbirlerine sarılarak o anın güzelliğini içlerinde hissettiler. Yıllardır unutulmuş gibi görünen o hayaller, birer birer yeniden canlanıyordu. Bütün o soğuk, karlı günler, bu anın sıcaklığında eriyip gitmişti. 

O sabah, mavi bulutun geçişi, sadece bir yolculuk değildi; o, herkesin içinde kaybolmuş olan umutları, kaybolmuş olan hayalleri yeniden bulmalarını sağlıyordu. Sanki her bir insan, mavi bulutla birlikte kendi iç yolculuğuna çıkıyordu. Sadece fiziksel değil, ruhsal bir yolculuktu bu. Herkesin yüreğinde bir mavi bulut oluştu, her biri birer tohum ekmişti içlerine. 

Gözlerinde bir parıltı, dudaklarında yumuşak bir gülümseme ile yola koyuldular. Sokağın sonuna yaklaşırken, kar taneleri hâlâ usulca düşüyor, her biri birbirine karışarak birleşiyordu. O an, her şey, her kar tanesi, her gülüş, her dokunuş birer hayal olmuştu ve o hayaller, tıpkı mavi bulut gibi birleştirici, ısıtıcı bir gücün simgesi olmuştu… 

Can, elleri üşüyerek ama içi sımsıcak bir şekilde eve dönerken, annesine bir şey sordu: “Anne, bu akşam hangi masalı okuyacaksın?” 

Annesi gülümseyerek, “Eminim karşımıza yine güzel bir masal çıkacaktır, canım. Yüreğin hep sıcak olsun, çünkü her masal bizi bu kış günlerinde ısıtacaktır.” 

Can mutlulukla zıplayarak, “Oley, yaşasın! Yarın yeni bir macera, bu sefer yan sokaktaki arkadaşlarımı da çağıracağım.” dedi. Annesi Can’ı öperek, ona ne olursa olsun hayallerini yaşaması konusunda her zaman yanında olacağı sözünü verdi ve Can’a sımsıkı sarıldı. 

Bugün bütün mahalle, sanki bahara açılan birer minik yaprak, birer küçük çocuk olup mavi bulutla yükselmişlerdi. 

Çünkü dün annesinin okuduğu “Mavi Bulut” masalı, bu günü güzelleştirmiş, onların içindeki hayal ışığının bir kış gününde yüreklerini ısıtmasına vesile olmuştu. Annesinin okuyacağı başka masallar daha nice yüreği ısıtacaktır. Ne de olsa, yüreğin büyüğü küçüğü olmazdı, yeter ki ona bir çiğ tanesi düşürülsün, yeter ki bir umut bırakılsın.

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 3 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları