Kimiz Biz? / Zeynep Özdemir
Yedi kişilik sofraya sekizinci tabağı koyan anne baba evladı olup yaşlanan anne babasını huzur evine gönderen birer vicdan yoksulu bireyleriz biz
Bir tarafta “Bir kuş sütü eksik!” deyip havalı fotoğraflarını paylaşan azgın bir midenin sesiyken diğer tarafta aç çocuğuna parmağını emziren ağlamaktan gözüne kan dolan bir annenin çaresizliğiyiz biz
Açlıktan ölmesi beklenen minicik bir yürek arkasında onu yemek isteyen bir akbaba ve ona yardım etmek varken onu fotoğraflayıp gelen tepkilerden ruh sağlığı bozulan ve intihar eden Pulitzer Ödüllü Kavin Carter’iz biz
Bir dedenin bir anneannenin elini saçlarına atıp okşamasını isteyen minikler iken şimdi otobüste gördüğü yaşlıyı telefonuna gömülüp görmezlikten gelen duyarsızlarız biz
Bir yanda doğan çocuğunu çöpe, tuvalet lavabosuna atanlar iken bir yanda yıllarca minicik bir eli tutmanın özlemiyle kavrulan gözlü yaşlı, bağrı yanık anne babalarız biz
Kilometrelerce yol yapıp ölen oğlunu torbaya koyup sırtlayan babanın acısını dindiremeyen ilgisizleriz biz
Yatalak oğluna, kızına ömrünü adayabilen, elden ayaktan düşmüş eşinin altını temizleyebilen birer vefa örneğiyiz biz
Gururundan aç kalıp da yine de para dilenmeyen nice insanın damlayan evlerinde yüreğine yediği o soğuk damlalarız biz
Ömrünün baharında sokak ortasında dövülerek öldürülen kadınların duyulmayan sesiyiz biz
Bir gün sevdiğinin elini tutup o bembeyaz gelinliği giymenin hayallerini kuran oysaki 70 yaşındaki gençlere yar edilen küçük gelinleriz biz
Binbir masalla, uçsuz bucaksız hayallerle büyütülen, ailelerin atanamadığı için -işsizlikten- boynu toprak evinin tavanındaki ipte sallanan eli kınalı yavrularıyız biz
” Alnının teri kurumadan hakkını verin yiğidin.” diyen bir neslin çocukları iken şimdi üç beş kuruşla çalıştırdığımız yetmezmiş gibi insanımızın can damarını da kesen bıçağız biz
İnsana kendini değersiz hissettiren burnu büyük kendi küçük kullardan çekinip “Sedye kirlenir…” dedirten garip Soma işçisinin naif yüreğinin karşısında ezilemeyen akıllarız biz
Yunus’un ” Yaradılanı sev, Yaradan’dan ötürü sözünü idrak edemeyip hayat felsefesi giyim kuşam, cebin ağırlığı, makam mevki, kat yat olan içi boş değerleriz biz
- yüzyılda insanı temiz yüreğiyle değil o apak aklıyla değil yüzüne gözüne sürdüğü makyajıyla değerlendiren kusurlu beyinleriz biz
Mermeri yontup mucizeler yaratabilirken kendini yontmaya vakti kalmamış birer tezcanlıyız biz
Başkasının kusurunu bine bin katarak söyleyip kendisine iğne ucu kadar bile eleştiri yapanı bir kaşık suda boğabileniz biz
Kendi hayatını dizayn edemeyip ona buna sataşan en iyi yapılan işe bile binlerce kulp bulabileniz biz
Elinden toz bezi düşmeyen temizlik hastasının kapı komşuna dünyanın kirini atabilen bireyleriyiz biz
Önünde el pençe durup ceket iliklediğimiz kişilerin ardından onları her gün binlerce mezara gömeniz biz
Ömrünü kağıda, mürekkebe adayan; kitaplarını rafta bıraktığımız kırgın bir yazarın yüzünün yere düşme sebebiyiz biz
“O bana mektup yazardı, ben ona yazamazdım. Elin kızının evine mektup mu gönderilir, ayıptır. Yaşadığı şehirde bir gazete çıkardı, ben o gazeteye şiirler yazardım. Herkes şiir diye okurdu ama Mihriban bilirdi ki kendineydi o mektuplar…” işte bu satırlara sığan bir ” Mihriban Türküsü”yüz biz
Leyla’sına mektubu ulaşsın diye 25 kuruşluk pul için iki saat hamallık yapan , demir parmaklıklar ardında hasretliğin taşa çevirmeye çalıştığı yüreği ayakta tutan aşkız biz
İnce Memed, Ağrı Dağı Efsanesi, Yer Demir Gök Bakır’la tanıdığımız zulmü, kula kulluğu reddeden Yaşar’ımın “Demir olsam çürürdüm, toprak oldum dayandım” dediği sessiz çığlığıyız biz
Her geçen gün nüfusu artan bir ülke olan lakin kimsenin kimsenin elinden tutmadığı oysaki herkesin bir nefese , bir ele ihtiyaç duyduğu bunca kalabalık içinde
“Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle? diyen Orhan’ımın dizeleriyle avuntu bulanız biz
“Her şey bir insanı sevmekle başlar .” diyen Sait Faik ‘e kulak vermek varken içindeki nefreti , öfkeyi öldürecekken onu arşa çıkarıp kendi çukurunda kuruyan gülleriz biz