DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Uçurumun Kenarındayım Anne! / Dr. Hatice Kösecik

“Hey sana diyorum, kalksana be. Senin evin, çocukların yok mu? Burası benim bölgem, rahat bırak beni. Yaylan hadi!”
Hem söyleniyor hem de ayağıyla dürtüyordu kendi sokağında, kendi metruk binasında sızmış olan Oğuz’u. Hemen hemen iki günde bir gelir, ilacını çeker, kafayı da demleyince yatardı Cemal’in eski yırtık kanepesinde.

Oysa daha yeni almıştı otu genç adam. Hiç de ayılacak gibi değildi, şu an sahte mutluluğun keyfini çıkarıyor, bütün vücudu gevşemiş, eli ayağına dolanıyordu. Ne tuhaf bir şeydi bu aldığı ilaç, zaten umurunda da değildi. Ne olursa olsundu, dünyalara değişilmezdi verdiği bu zevk-ü safa. Üstü başı leş kokan bir zevk adamıydı o. Henüz yirmi beşinden yeni gün almış, dört yaşındaki oğlu ve eşi daha dün doğum gününü kutlamışlardı. Zavallıların hiçbir şeyden haberi yoktu. Oğuz’un eve gitmediği zamanlarda iş seyahatinde olduğunu sanıyorlardı. Hiç sorgulamazdı karısı, hiç de şüphelenmezdi.

İçi cız etti birden, bir an ayılır gibi oldu. Oğluyla bu akşam top oynamak için sözleşmişlerdi. Zaten hep ihmal ediyordu onu, şimdi de gidebilmesi mümkün değildi. Aklına annesi düştü o sis perdesinin gerisinden. “Evlenemem” demişti annesine, “Sorumluluk alamam ben.” Annesi belki farkında değildi ama Oğuz taa lise yılarından tanışmıştı bu yok ediciyle.

Babasıyla tartışıp okula gitmişti o gün, moral sıfırdı.

“Al demişti sıra arkadaşı, bir tane yut, iyi gelir herşeyi unutturur insana bu meret.”

Önceleri istememiş ama ilerleyen saatlerde bir kereden bir şey olmaz diyip de yutuvermişti adını bilmediği uyuşturan nesneyi. Unutmaktı amacı, babasının ona söylediği o kelimeyi unutmak. Belki de babaya ceza kesmekti istediği. Acı çeksin istiyordu aynı kendisi gibi babasının da. Ne yapmıştı sanki sadece alıp arabanın anahtarını bir iki tur atmıştı diğer arkadaşlarına özenerek. Tamam hatalıydı belki ehliyeti yoktu ama sürebiliyordu arabayı. Oysa hemen de geri getirmişti, fakat babasının nefret kusan gözlerini gördüğünde pişman olmuştu bile. İyi adamdı babası fakat ani sinirlenip küfredebilirdi. Gözü görmez, ne yaptığını anlamadan kırar geçirirdi çevresindekileri. Öyle de yapmıştı o gün, cezalandırmıştı annesini de kendisini de. Bağırmış, çağırmış, annesini suçlamış; “koskoca adam oldu ama hala ona bakmak zorundayız, bir baltaya sap olamaz bu, bir şey olmaz bu embesilden.” diye söylenip durmuştu. Tabi okkalı da bir tokat yemişti yüzüne Oğuz…
Gözü dumanlı gönlü dumanlıydı Oğuz’un. Kafası iyice bir demlenmişti, acı yoktu artık şu andan itibaren birkaç saat. Ya sonra? Şiddetli bir baş ağrısı ve pişmanlık hissi. Kusup kusup ishal olmak ta hediyesi bu zıkkımın. Film gibi izliyordu lise yılları ve evliliğini Oğuz sislerin ardından.

Annesi ilk fark ettiğinde çok ağlamış, kendini duvarlara vurmuştu. Yalvarmıştı oğluna, bir daha kullanma diye, henüz bağımlı olmadığı için kolay kurtulabilirdi. Öyle söylüyorlardı bununla yolu kesişenlerin aileleri…

Konuşmuşlardı. İkna olmuştu da Oğuz. Fakat ilerleyen zamanlarda dara düşünce aklına geliyordu o beyninin devre dışı kalıp herşeyin bomboş olduğunu hissettiği zamanları. Sanki uçuyormuş da, ayağı kesiliyormuş hissini. Sorumluluk olmayan sorunların ve de soruların olmadığı bir dünyayı. Hüzün gider, neşe gelir sandığı o ilk saatleri, kandırmacayı…

Vee, alışmış, bağımlı olmuştu istemeden de olsa bu küçücük ama zehirli nesneye. Lise hayatı böylesi sorunlarla, kendisiyle hesaplaşmalarla geçip gitmişti. Sınavlara girmiş, zorla bir mühendislik kazanmıştı. Zehir tadında bir üniversite hayatı, ara sıra nezarethanede yatan Oğuz vardı bu dönemde.

Annesi sır ortağı olmuştu, babasından halen daha çok korkuyordu bu dönemde de. Fakat kurtulamadı kullandığı zehirden. Aklının başına geldiği ayık dönemlerinde kendi kendine söz verir, yeminler ederdi. Bir daha kullanmamak adına. Heyhat… Öyle güçlü nöbetler tutuyordu ki kendisini, bir sonraki gün nerede ayılacağını kestiremiyordu artık. Tehlikeli bir hal almıştı durumu, bunu annesine söyledi, tedavi olmak istediğini, hayatı doya doya anlamlı yaşamak istediğini…

Birkaç kere kendi arzusu ve annesinin de desteğiyle kliniğe yattı, ama her seferinde kaçmayı başardı. Zordu hem de çok zordu, bir kere içmekle etkilenmem dediği ilaç yakasını bırakmıyordu.

Yaşlanmış, yıpranmıştı şu koca dünyada yapayalnız kalmıştı adeta. Çevresindeki arkadasları birer birer bırakmışlardı onu. Okuduğu okulda ki, vatanındaki birçok genç gibi ızdırap çekiyor, kıvranıyordu bu batağın içinde.

Annesi belki bir ümit evlendirmek istediğini söyleyince oğluna büyük tepki verdi hayattaki en sıkı dostuna. Fakat nafile, söz dinlememişti anacığı. Oğlunun durumunu görmek istememiş, hep iyi olacağı hayalini kurmuştu. “Uçurumun kenarındayım anne!” dese de ciğer paresi aldırmamış, nasıl ki çocukken dayak yediği zaman kurtarırdı diğer çocukların elinden, nasıl ki yanlış yapsa üstlenirdi o, suçunu örtbas ederdi yine öyle yapmıştı. Oğlunu çok sevmişti belki ama yanlış da davranmıştı işte. Analık yüreğidir diye bütün sorumluluğu üzerine almış, toz kondurmamıştı. Tutumunun oğluna zarar verdiğini çok geç fark etmişti de elinden bir şey gelmemişti.

Yavrusu şu dünyada sorumluluk nedir bilememiş, “Senin yerine de ben konuşurum, sen bilmezsin ben sana söylerim nasıl davranacağını.” Tutumlarının, anne baskısının ve de korumacı anne kimliğinin kurbanı olmuştu adeta. Sonuç ne mi? Gün gibi ortada işte. İki yakasını bir araya getiremeyen acınası, uyuşturucu bataklığının içinde çırpınıp duran bir genç adam. Uyuşturucu belasından kurtulur belki amacıyla evlendirilen, uçurumun kenarında tehlikeli bir yürüyüş yapan zavallı konumunda ki genç adam. Sevdalı olduğu kadını yüz üstü bırakıp güzel yavrusuna ilgi bile gösteremeyen bedbaht adam…

Daha ne olsun, ne sayalım, hayatı avucunun içinden kayıp giden, sağlık sorunlarına dur diyemeyen gönlü geçkin yirmibeşinde bir adam…
Unutmak istiyor, bu pis kurumuş kusmuk kokan kanepede hiç kalkmadan yatmak istiyordu.

Çocukken yaşadığı hüsranların içini yakıp kavurduğunu unutmak istiyordu sonuna dek. Kalkıştığı her işte annesinin yapamayacağını söylediği zamanları unutmak istiyordu. Babasının vurduğu tokatları, ettiği hakaretleri unutmaktı istediği.

Ya çocuğunu? Ya eşini?

Ne olurdu onlar? Sonunun geldiğini, bu bataktan çıkmanın zorluğunu biliyordu. Girmek ne denli kolaysa çıkmak da o denli zordu işte, sanki damarlarında kan yerine uyuşturucu dolanıyordu da onsuz yaşayamıyordu Oğuz.

İşte bulanmaya başladı yine midesi, kafası dönüyor, yattığı yerden dünyayı ters algılıyordu. Gözleri bulanıktı, içi karanlık. Hayatının bir çam ipliğine bağlı olduğunu hissediyor, o ipliğin incecik kaldığını görüyordu. Dans etmişti yıllarca uçurumun korkunç sarp kenarında da hiç bu kadar ümitsiz olmamıştı.

“Ah anne ah, uçurumun kenarındayım anne. Gel de gör oğlunu, herşeyleden sakındığın beni, gel de gör. Özgüvenim olamadığı için, kendime inanmadığım için, düştüğüm yolların çamuru bulaştı her yanıma. Anne babalar çocuklarının diyemediklerini, ifade edemediklerini, bastırdığı duygularını dinleseler benim gibi nice Oğuzlar kurtulur du belki. Babam hep dövdü, dışladı. Sen de hep korudun, baskıladın. Ortası olamaz mıydı? diye sordum hep kendime.” İç sesi durmak bilmiyordu biçarenin.

Karnım ağrıyor anne, başım da öyle. Sanki başımın üzerinde bir tane daha var da kaldıramıyorum.
Selam olsun severken boğanlara, selam olsun sevdiğini gösteremeyen babalara.

Suçlamıyorum diyemem anne, içim yanarken, çırpınıp da geri düşerken bu kuyuya içerliyorum size. Neden? Neden?
Ateşi yükselmiş, iyice kendinden geçmişti Oğuz. Onun gideceğinden ümidi kesen Cemal, kıvrıldığı köşeden izliyordu kader ortağını. Hem acıyor hem de sinir oluyordu şu çocuğa. Eşi duymasın diye gül gibi evine gitmez, buralarda sürünürdü bu zavallıcık.
Saate baktı, gecenin on biri olmuştu. Henüz uyku tutmazdı onu, hele bir de sayıklayan, birazdan da kusacak olan davetsiz misafiri varken zor uyurdu. Derinden iç çekti, kendinden geçmişti zaten de bari şu genç kurtarsaydı paçayı. Kararlıydı, eşine haber verecekti Oğuz’un. Elbette evini öğrenecek, onun tedavi olması gerektiğini söyleyecekti. Bilsindi karısı, zamanında kendi düştüğü hataya düşsün istemiyordu bu genç adamın. Daha bir koca ömür vardı önünde onun, eşi ve çocuğu. Sevenleri var diye düşündü. Kendisininkileri yıllar var ki kara toprağa emanet etmiş, bir daha da gidememişti eskiden mutlu yaşadıkları yuvasına. Kendini otuz yıldır cezalandırmaktaydı Cemal, hiç affedememişti. Kafası dumanlıyken kullandığı arabayla kaza yapmış, eşi ve iki kızı oracıkta ayrılmıştı yanından. İnsan bir hata yapınca, peşi sıra gelirdi diğer hatalar. Hayata tutunamamış, işinden de olmuş, küsmüştü şu çileli dünyaya. Ama bu genç adamın kurtulmasını candan istiyordu, öyle de yapacaktı.

Karar vermenin huzuru, iyilik yaptığı hissi her taraftan sardı Cemal’i. Sağından soluna döndü, yerinde duramıyor, sabah olsun diye dakikaları sayıyordu yaşlı adam.

Artık yetmişinden gün almıştı, son günlerde unutkanlık yakasını bırakmıyordu onun. Isınayım diye açtığı katalitik sobanın gaz kaçırdığını unutmuştu oysa. Bugün yakmam diye düşündüğünü, misafir gelince bir göz odasına, yakıvermişti işte, zaten içi buz kesmiş bu zavallı gencin bari dışı ısınsın diye. Odanın havası giderek ağırlaşmış, fakat anlayamamıştı Cemal. Yavaşça koydu yastık dediği lastiğe kafasını, yarın olsun kurtaracaktı bu genç adamı, umutluydu, sessizce düşünceye daldı. Ve birazdan da yenik düştü uykuya.

İki hayat, iki ıstıraplı hayat…

Sabah gazetelerdeki manşet anlamlıydı.

“İş adamının hazin sonu. Sobadan sızan gaz, hayata küsen eski iş adamlarından Cemal Dağlı’nın ve kim olduğu bilinmeyen genç bir kişinin hayata veda etmesine sebep olmuştu.”

Konan göçmüş, göçen gitmişti sessizce.
Kim bilir ne hikayeler bırakmıştı geriye.

Selam olsun geride kalanlara,
Okuyup da ders çıkaranlara.

Her daim dediğimiz gibi;
Hayat en güzel hediyedir bilene…

Bu yazıyı paylaş:

3 thoughts on “Uçurumun Kenarındayım Anne! / Dr. Hatice Kösecik

  1. Kaçtır görüyorum Yazıyı foto görseli okuma geç dercesine beni uzaklaştırdı. Ders niteliğinde, bilinçli aile toplum için size çok görev düşüyor sesiniz kısık ses olarak kalmamalı uyuşturucuya başlayan sorgulanır…. kaleminize sağlık etkili bir yazı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 28 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları