Tavla, Zar ve Varoluş / Arif Onbaşıoğlu
Kendi zarlarımız ile oynamaya ne kadar meraklıyız değil mi ?
Bazıları gibi zar tutmasını bilmediğimizden olsa gerek… Biz hep kendi masamızda oynamak istiyoruz. Kimi zaman takırtılar kulağımızın zarını titretmiyor desem yeridir, kimi zamansa titretiyor hem öyle bir titretiyor ki bir an oyunun amacını yitiriyoruz. Oyun kurucuya dair bazı tedirginlikler de bu yitirmişlikle beraber gelmiyor değil.
VE BİZ..
Şunun her zaman farkında oluyoruz
“DÜŞEŞ HER ŞEY
DEMEK DEĞİLDİR”.
Bu farkındalık sürekli farklı hamleler yapmamıza vesile oluyor. Bazen öyle bir çamurun içerisine düşüyoruz ki “double düşeş” bile bize bir fayda sağlamaz oluyor. Bu öyle bir an oluyor ki “HEP YEK” yeniden içimizi umutla dolduracak hale geliyor . İşte o anda oyun kurucuyu gözümüze iliştiriyoruz, ancak ne fayda, bunun için geç kalmış olduğumuzun farkına varıyoruz . Başka bir çare olarak kendi zarlarımıza özlem duyup , bazıları gibi zar tutmasını bilmediğimizden olsa gerek . . . biz hep kendi masamızı arıyoruz .
Elbette aramızda zarları fincan ile atmak isteyenler olmuyor değil. Öylesine cesaretli kimseler de barındırıyoruz aramızda . Bizden farklı olarak , onları fincanlarının içinde kahve falı suretine bürünmüş “2 mars 1 düz “ beklemekte oluyor .
Anlaşılan seviyor kahve içmeyi,
oyun kurucu
Oyunun sonuna geldiğimizde ise kendi zarlarımız ile oynama isteğimizin (kimilerinin ise zar tutmasının) ne kadar anlamsızlık dolu olduğunun farkına varıyoruz. Kendi zarlarımızın ve tutulan zarların sonuca bu kadar olumsuz etkide bulunmasına ve zarları fincan ile atma cesaretini gösteren oyunculara yapılan tezahüratlara isyan ediyoruz.
Anlaşılan
biz bu oyunun kurallarını
bilmiyoruz .