DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Din ve Estetik / Abdulbari Karabeyeser

İngiliz ressam-sanatçı Marc Quinn, Kuzey Londra’daki Saatchi Koleksiyonu’nda sergilenen heykelini yapmadan önce küçük bir araştırma yapar. Heykelin hem daha canlı ve uzun ömürlü olması, hem de yüz hatlarının daha çok kendisine benzemesi için vücudundan alınan bir miktar kanın, selfisinin baş kısmında kullanılması gerektiğini öğrenir.

Araştırmasını bitirdikten sonra işe koyulan Quinn, beş aylık bir süreçte vücudundan dört buçuk litre kan aldırır. İnsan vücudunda da aşağı yukarı bu miktarda bir kan bulunmaktadır.

Dişçi alçısından yapılmış kalıpta dondurulan kanını yüzünün yapımı esnasında ince ince kullanılır. Ağzın ve gözlerin kapalı olduğu heykeli görenler karşılarında adeta “dünyanın gürültüsünden uzak durun, kendi içinize bakın çünkü “huzur” oradadır” diyen bir Quinn portresi ile karşılaşırlar.

Quinn portresini yaparken bunları hesaplamış mıydı bilinmez ama sonuç itibariyle bakanların zihinlerinde uyandırdığı mesaj anlamlar yüklüdür. Malum zor ve meşakkatli günlerden geçiyoruz. Herkes alabildiğine şikâyetçi ve agresif. Kimse kendisine toz kondurmuyor. Suçlu hep öteki ve dışarıda. Büyük bir umutsuzluk sinmiş içimize. Tıpkı Cahit Sıtkı’nın mısralarında ifade ettiği gibi:

“Gitti gelmez bahar yeli/ Şarkılar yarıda kaldı
Bütün bahçeler kilitli/Anahtar Tanrı’da kaldı”

Gittikçe kirlenen bir dünyanın içinde olduğumuz ve her gün daha da dibe doğru sürüklendiğimiz elbette ki sır değil ama bu bizi asla anahtarın “Tanrı”da kaldığı tarzında bir koyu karamsarlığa sevk etmemeli. Etse bile dert değil çünkü bazı filozofların “Yeryüzünün yarı tanrısı insandır” sözleri de sır değildir.  Bu iltifatı, insanı, akıl ile donatılmış tek varlık olarak düşündüğümüzde anlamakta zorluk çekmeyiz. Bilakis işimizi kolaylaştırır.

Yukarıda atıfta bulunduğumuz kirliliğin öznesi de, yüklemi de insandır. Hatta panzehiri de, kurdu da… Temizlikte, kirlilikte insan ürünü eylemlerdir. Bu eylemlerin öznesi olan insan ise ne yazık ki kayıptır. Onu bulmamız lazım. Diyojen elinde el feneri “insan arıyorum!” derken bu yüzyıla gönderme yapmış gibi! Çarpıcı bir misal. Tabi burada sözünü ettiğimiz soyut-manevî bir kirlilik!

Nuri Pakdil’i rahmetle analım.  Şöyle diyor: “İnsan! Seni savunuyorum sana karşı!”

Sesi gür çıkan, yetkinliği fazla olan, bize ve topluma değer katan savunucular gerek!  Savunucular gerek diyorum çünkü o kadar yayılmış, birikmiş ve çoğalmış bir kirliliğin içindeyiz ki groslarca savunucular da yetmeyebilir. Çünkü savunucu zannedilenlerin çoğunun “savunucu” olmaktan çıkıp “savunulacak” noktaya gelmiş olduklarını görüyoruz. Asıl sorunumuz budur.  Peki, bizim savunucumuz ya da savunucularımız kimdir, kimlerdir, kimler olabilir?

Sözü uzatmadan belirtelim: Bizim savunucularımız müminlerdir. Nuri Pakdil mümin bir savunucu idi. Bugün itibariyle hepimiz birer Nuri Pakdil olmakla yükümlüyüz. Bizim duruşumuz, tavrımız, yaşantımız birilerinin imhası ya da inşası olabilir. Daha net ifadeyle Yusuf İslam’ın yıllar önce bir röportaj vesilesiyle sarf ettiği şu cümle hepimizin göz hizasında durmayı hak eden bir cümle. Şöyle diyor Yusuf İslâm: “Eğer Müslüman olmadan önce Türkiye’ye gelseydim İslam’ı kabullenmekte zorlanabilirdim!”

Peki, bizi gördükten sonra zorlananlara ne olacak? Onların vebalini kim ya da kimler ödeyecek? Çünkü bir şeylerin önü çok açıldı, imkânlar olmadığı kadar arttı, hala da devam ediyor. Bu açılmalar devam ettikçe, savunucularda da açılmalar, dağılmalar, parçalanmalar arttı.

Onlar, o müminlerdir ki, kendilerini yeryüzünde iktidar koltuğuna getirirsek, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emredip, kötülükten sakındırırlar. “ (22/41)

Burada sözü edilen “iktidar koltuğu” güç, kuvvet, otorite anlamındadır. Evet, dün zayıf olanlar, zayıf bırakılanlar bugün güçlüdürler. Bu güç hangi anlamda bir sinerji yaymaktadır ona bakmak lazım. Varlıkla imtihan, yoklukla imtihanı bastırdı gibi. Para, makam, şöhret, iktidar ve diğer dünyevi imkânlar manevi iradeyi ezdi geçti. Savunucuları büyük bir boşluğun ve cenderenin içine sürükledi. Bunları görmemezlikten gelemeyiz.

Marc Quinn

İngiliz ressam Marc Quinn, eserini ortaya koymak için neredeyse hayatını ortaya koyar. Kendisine tıpatıp benzeyen bir portre ortaya koymaya çalışır. Alkışları çokça hak eden bir uğraş bu. Peki, biz ne yaptık? Yarım asırdır bir portre üzerinde çalışıyoruz ve kime benzediği beli olmayan bir gençlik (portre) var şu anda karşımızda.  İşte biz ne idüğü belirsiz bu gençliğin mimarı olduk! Eyvahlar bize!

Bunun sebebini uzaklarda aramak yerine kendimizde aramalıyız. Söyledik, anlattık ama kendimiz uygulamadık. Allah “Neden yapmadıklarınızı söylüyorsunuz?” buyurur. Din, anlatmak değildir, yaşamaktır yani estetiktir. Hayatımızda estetik olmadığı sürece “ucube” gibi hep kaybedenlerden oluruz maazallah.

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 15 eseri bulunmaktadır.