DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Çınar Ağacı / Sevgi Ataş


Her gün yanından birçok defa gelip geçsem de fark etmediğim ağaca bugün ilk kez uzun uzun baktım. Pencereyi açtım, başımı uzatıp gökyüzünü seyredeyim derken karşımda kocaman bir çınar ağacı olduğunu gördüm. Evet, bakmakla görmenin aynı şey olmadığını fark ettim. Daha önce bu kadar büyük olduğunu görmemiş, ona dikkatle bakmamıştım. Göğe doğru uzanan dallarına ve heybetli duruşuna uzun uzun hayranlıkla baktım ve şöyle dedim:

“Yaz kış bu bahçede duruyorsun. Sert esen sonbahar rüzgârının tafrasını ne kadar çok çekmiş olmalısın ki sessizce sararmış yapraklarını tek tek dökmüşsün yerlere, gazel diye.

Ve iplik iplik yağan yağmurun altında ıslanmış, rüzgârında da kurumuşsun. Arkasından çıplak gövden ayaz görmüş, fırtınada dalların oradan oraya savrulmuş. Başına karlar yağmış, şimşekler çakmış ama sen yine de toprağa tutunmuşsun. Rüzgâr sert estikçe daha sıkı sarılmışsın umudunu kaybetmeden…

Kırılmış olsa da birkaç dalın, yanmış olsa da canın…

Daha önceden de oluyormuş böyle karlar, kara kışlar. Zahmetin arkasından rahmetin kokusu geliyormuş; toprak can buluyor, can tazeleniyormuş. Umudunu yitirmeden beklemişsin… Beklemişsin cemreler düşecek diye, umutla sımsıkı tutunmuşsun toprağa… Her şeye rağmen dimdik kalmışsın ayakta…

Ve işte ilkbahar!..

O kuru dallara su yürümüş, göz göz olmuş, gövermeye başlamış, bütün dalların çiçeklenmiş, meyvelere gebe kalmış. Güneş başını okşadıkça göveren yaprakların avuç içi kadar büyümüş. Fırtınadan, borandan çıkıp daha da güçlenen dallarına bebeği uyutmak için beşik kurulmuş. Kaç ninni söylenmiş, kaç bebek uyumuştur o çınarın gölgesinde… “Uyusun da büyüsün” diye. Uyumuşlar, büyümüşler elbette…

Ve güneş, olanca şımarıklığıyla bahçede oynayan çocukları boncuk boncuk terletirken, koca çınar sallamış dallarını yavaş yavaş, bir o yana, bir bu yana… Adeta gölgelik yapmış beşikten bahçeye inen yavrulara. Esmer akşamlarda ay ışığının altında da dallarını hafifçe sallarken, yapraklarının hışırtısı arasında güvercinlerin “guk guk” eden sesleri duyulmuş. Yavrularını kargalara kaptırmamak için güvercinlere de yuva olmuş. Kaç güvercin büyütüp de göklere salmıştır, kim bilir…

Ve bu evin bahçesinde benden önce oynayan çocukları, yaşanan olayları, şenlikleri… Kısacası bu devr-i âleme kaç zamandır tanıklık ediyor acaba? Kaç zamandır kurt girmemiş gövdesinde sırlar saklıyor, saklayacak? Acaba bu çınar kaç yaşında? Merak ettim. Uzunca bir süre baktım… Baktım… Sonra başımı içeri çektim, pencereyi kapattım.

Yatağında uzanmış olan dedeme sordum:

– Dede, bu çınar ağacı kaç yaşında, biliyor musun?

– Evlendiğimiz sene ninenle birlikte dikmiştik, evlat. Ben o çınarı dikerken bir adım gerisine de ninen ıhlamur fidanı dikti. Böylece ben çınar oldum, o da ıhlamur. Bahçemiz temmuz ayında hep ıhlamur koktu. Kışın da odamız… O bahçede gördüğün ağaçlar tam yetmiş altı yaşında. Biz o çınarın gölgesinde çok gölgelendik, evlat.

– O… Dede, siz kaç yaşında evlendiniz?

– Evlendiğimde on yedi yaşında, çakı gibi bir delikanlıydım. Taşı sıksam suyunu çıkaracak kadar güçlüydüm. Bakma sen belimin büküldüğüne, ellerimin titrediğine… Eskiden böyle değildim, evlat, dedi. Derin bir ah çekti, mütebessim bir çehreyle pencereye doğru baktı, gülümsedi.

– O zaman ninen de on beşinde bir ceylan gibiydi. Ah, evlat, göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş zaman. Oysa doksan üç yıllık bir ömür, üç dakikalık film şeridi gibi kısa… O zamanlar amcan, halan bu bahçede cıvıl cıvıl, neşeyle oynarken biz de onlara bakıp hayal kurardık. “Büyüdükleri zaman da bu çınarın altında toplanırlar, hiç ayrılmazlar” diye o hayallerle mutlu olurduk. Şimdiyse hiçbiri yok. Çınarın dallarında büyüyüp uçan kuşlar gibi uçup gittiler. Bir tek baban kaldı, dedi. Göz pınarlarından yaş süzülürken hüzün çöktü yüzüne…

Dedem anlatırken başımı tekrar bahçedeki ıhlamur ağacına çevirdim. Çınarla ıhlamur ağacı iç içe girmiş, sanki dallar birbirine sarılmış gibiydi. Dedem gülümseyerek anlatmaya devam etti:

– Ama soğuk kış günlerinde ıhlamur çayını çok içerdik. Çocuklardan biri hafif öksürse, ninen hemen ıhlamur kaynatır, içine bal koyar, içirirdi. Bir şeycikleri kalmazdı. Ama…

Yine derin bir iç çekti.

– Ama annen hep şikâyet ediyor. Bıktığını söyleyip duruyor, haklı da tabii. Sonbahar geldiğinde bahçeye yaprak dökmeye başladığı için rahatsız oluyorsunuz. Dalına konan kuşların pisliği de eklenince iyiden iyiye çekilmez olmuş. Hak veriyorum, anlıyorum. Onları temizlemeye vakti yok.

Bu arada mutfaktan tabak bardak sesleri geliyor. Annem bulaşık makinesine bulaşıkları yerleştiriyor, bir yandan da söyleniyordu:

– Ben bakamam! Bağı bahçeyi kime bağışladıysa onlar da gelsin baksın! Aldığı emekli maaşını kızlarına veriyor. Parasını nasıl yiyorlarsa, öyle de gelip baksınlar! Ben aksırığını, öksürüğünü çekmeye mecbur muyum? Mecbur değilim! Herkes babasına baksın!

Ziyaretine geldiklerinde de bir işe yarasalar bari… Geliyorlar, yiyip içiyorlar, çocukları bir de bahçenin altını üstüne getiriyor, sonra da çekip gidiyorlar. Eee… Geriye yine bütün işler bana kalıyor! Oh, ne güzel! Bedava hizmetçi bulmuşlar! Enayi miyim ben? Olmaz öyle şey! Bundan sonra bakmam babanıza! Ölüyorum dese bile bir bardak su dahi vermem! Herkes bunu böyle bilsin!

Annemin sesi, kalbimi tırmalıyordu…

Ve ben dedeme baktım. İçim sızladı. Dedem, benim koca çınarım…

Ben de çocuklarımı bu çınarın dallarında salıncakla sallamak, yaprakların arasında büyüyen kuşların “guk guk” seslerini duymak istiyorum.

Bu yazıyı paylaş:

One thought on “Çınar Ağacı / Sevgi Ataş

  1. Anne, ÇocukLuğunu HatırLamayabiLir, Çocuğunun ÇocukLuğunu HatırLatmaLı, ANE’si, BABA’sıda, Ona ÖyLe BakmışLardı,, 4 ATÂ’nında Hakkı Birdir,, En Azından, O DevLeşen ÇİNAR’ın, GöLgesini Görerek,, ÖdevLeşen IHLAMUR, Kokusunu Çekerek, Ve RABB’bına Duâ EtmeLi, Diz Çökerek….

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 2 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları