DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Uçurmuş Gönül Kuşunu / Sevgi Ataş

Havaalanına geldiğimde akşam namazının vaktiydi. Hemen tabelaları takip edip mescit yazan yöne doğru yöneldim. Geldiğimde kapıda birkaç ayakkabı vardı. Ben de ayakkabılarımı çıkardım, içeri girdim, çantamı yanı başıma bıraktım, namazımı eda ettim. Bir görevi daha yerine getirmenin huzuru içinde sırtımı mescidin duvarına yasladım, oturdum. Nasıl olsa uçağın kalkış saatine daha çok var şurada biraz dinleneyim diye düşündüm. Çantamdan telefonumu aldım, mesajlara ve sosyal medyayı dolaştım, neler olup bittiğine baktım.

Bu sırada saçları platin sarısı, bakımlı bir kadın da mescide geldi. İçeri girdiğinde kâğıt havluyla elini yüzünü kurulamaya devam ediyordu. Belli ki yeni abdest almıştı. Hızlıca çantasından bir şal, bir de eşarp çıkardı. Şalını pantolonun üstüne etek gibi sardı. Eşarbı da başına bağladı. Namazın dışındaki şartları yerine getirdi. Namazını kıldı sonra da duasını etti. Kalktı mescidin kitaplığından Kuran- ı Kerim’i aldı ve biraz okudu. Beline doladığı şalı, eşarbı birkaç kat katladı çantasına koydu. Çantasını koluna taktı.

O mescitten çıkarken bir başkası aceleyle içeri girdi. Belli ki vakti geçirmek istemiyordu. Belki de yaşlandığında ’keşke’lerinin az olmasının çabası içindeydi. Başındaki şapkanın arkası öne gelecek şekilde çevirdi. Orada bulunan eteklerden birini hızlıca ayağından geçirdi, hemen namaza durdu. Akşam geçmek üzereydi.  Bir nefes çekersin bir nefes verirsin bir de bakmışsın vakit geçmiş. Tıpkı gençlik gibi zaman da hızlı geçiyor… İçeri giren genç bunun farkında gibi. Farkında olarak yaşamak daha kıymetli değil mi, hiç bilenle bilmeyen bir olur mu, olmaz elbette.

O esnada bir genç kız daha mescide girdi. Ayağında dar pantolon, üstünde ince tişört seccadelerin yanında duran eşarplardan birini aldı saçını örttü namaza durdu.  Benim gibi mescit de oturan iki kadın da uçağın kalkış saatini bekliyor olmalılar. Onlar da vakit geçirmek için benim gibi geleni gideni izliyorlar. İnce tişörtlü kızı önce tepeden tırnağa süzdüler sonra birbirine biraz daha yaklaşıp fısıldadılar:

“Böyle namazı kabul olmaz ki.”

“Olmaz. Boşuna yoruluyor.” diye hükmü verdiler benim duyacağım kadar kısık sesle.. 

Alaycı bir yüz ifadesiyle bakıp sinsice güldüler. Neden olmaz, niçin olmaz, namazda esas olan niyet, istikamet, setri avret değil mi? Kim dedi olmaz!

“Sübhane Rabbiyel Ala” derken belki de o Allah’ın yüceliğini ruhunun derinliğinden tut da vücudunun her zerresinde hissetti. Kim bilir… Gayret göstermiş gelmiş, yaratan onu huzuruna almaya layık görmüş ya… O her türlü vasıtayı terk etmiş, konmuş ya seccadenin kanadına… Uçurmuş ya gönül kuşunu o kuş uçtu bir surenin dalına… Gayrısını onu huzura davet eden bilir, deyip takdir etmek gerekmez mi? Nereden biliyoruz ki kabul olmadığını! Ulaşılmaz bir kuytuda ulaşmış varmak istediği menzile.

İnsan okudukça, gördükçe, yaşadıkça önyargılardan uzak başka bir pencereden bakmayı öğrendikçe insanı anlamayı daha iyi kavrıyor.  Yargılamadan, görünenin arkasındaki gizemi anlamaya çalışsak, saklı olan sırra varsak ah bir varabilsek oraya… Tekâmül denen basamağa bir adım daha atabilsek biz de Yunus misali” Yaratılanı seveceğiz yaratandan ötürü.” derken anons sesini duydum. Toparladım eşyalarımı gitme vakti geldi. Başka bir zaman buraya ya gelinir ya gelinmez.

Kadınlara bir çift söz söylemeden edemedim.

“Rabbimin layık görüp huzuruna kabul ettiği kulunun ibadetini kabul edip etmeyeceğini de bırakın kendisi karar versin. Mescit onun, kul onun… Bence Allah’ın işine karışmasanız daha iyi olur.”

Bu yazıyı paylaş:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir