DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Düşersen Ölürsün / Zerin Hüseyn

                                            

Çantasını çabucak hazırladı. Sanki şuradan ne kadar çabuk çıkarsa bir o kadar yeni geleceğine, sahiplenmek istediği huzur dolu günlere yetişecekti. Artık kendisi gibi gözyaşları da duyarsızdı. Sadece iki damla gözyaşı yanağında kuruyup kalmış, tıpkı ruhunun şu anki hali gibi herkese ve her şeye umursamazlığıyla isyan ediyordu. Odasından çıkarken kitaplığına uzun uzun baktı. Sevdiklerinden bu kadar kolay ayrılmasına rağmen kitaplarından kolay kolay yüz çeviremezdi. Ne yapabilirdi ki? Kitaplarını da yanında götürürse, geçmişin izlerinden tam kurtulamayacaktı. Ne acı bir ayrılık! İnsan sahip olmak istediği düşünceden, beyinden, yüzlerce bilgenin ruhundan, nasıl kopabilir? İlk defa kitapları reddediyordu.

Evden çıkarken annesine, “ben dolaşmaya çıkıyorum,” dedi. Öyle de oldu. Sakince gezerek sahillerden sahillere götürdü, karmakarışık duygularını. Hangi şehirde yaşayacağına henüz karar verememişti. Belki de kasaba olabilir. Yeteri kadar parası vardı, ancak ne yazık ki duyguları karar vermesine yeterli gelmiyordu. Yürüdükçe içinde daha büyük bir sır gizleyen düşüncenin peşinden geldiğini hissetti. O düşünce kulaklarında büyük çınlama yaratıyor fakat bir türlü duyulmuyordu, dikkat kesildi, sırrı bulmak için uğraştı. Veee evet! İntihar. Eğer insan nereye gideceğini bilmiyorsa durmalı, sonsuza dek durmalı diyordu, bu sessiz ve korkucutu, kışkırtıcı gizli sesleniş.
Sevilmediğini sanan ve sevmeye artık can atmak istemeyen biri için intihar, çok acısız bir seçimdi. Duyguları körelmiş şekilde yaşamaktansa daha iyi bir insan olarak ölmek onun için büyük başarı olacaktı. Çünkü asla başarısızlıktan korkmamış, yaşlanmaktan, belki de hastalıktan bile bu kadar korkmamıştı Derya – kendini, özsaygısını, insanlık sevgisini yitirmekden korktuğu kadar. Ölüm daha kötü bir Deryanın doğmasını engelleyecek, eski dolu dolu yaşayan Deryanın ebedi kurtarıcısı olacaktı. Derya yaşamı öyle benimsiyordu ki, canından daha çok duygularının canlılığını korumak için o kadar uğraşıyordu ki, onun etrafındaki hiç kimsenin, hatta kendisinin bile aklının bir köşesinden intiharı seçeceği ihtimali geçemezdi. Olmazlar olur işte, bu gün Derya intihara yürüyor usul-usul.

Denizin insansız köşelerinden birine – kayalıkların tam ortasına geldiğinde diz çöküp oturdu. Sanki deniz bir tanrıydı ve Derya onun dalgalarından yardım diliyordu. Deniz nasıl yardım etsin? Yalnızca kucaklayabilir onu, dalgalarıyla okşar gibi yapıp yaşamına ustalıkla son verebilir. Kuşkusuz Derya denizden tıpatıp o yardımı dileniyordu.

Yalnız başına kendiyle hesaplaşmalı bir zamanında, ailesini de düşünmeliydi. Ailesine bir açıklama yapmadan gidemezdi. Hep çantasında kalem taşırdı ya. İyi ki kalemi vardı, mektup yazabilirdi. Bir de küçücük bir not defteri vardı hep yanında olan. Bu defteri yanında gezdirmeği hiç unutmazdı, belki bir yerlerde güzel bir şiir, güzel bir cümle görür de, onu yazmazsa, sonra eve gidip uzun uzun düşünmezse deli olabilirdi. Tabii canım şimdi telefon var, oraya yazsın. Ama yok, Derya için yazmak öyle bir tutku ki, deftere adabıyla, usulü ile yazmalıydı. Bir bilseniz, o defterde ne mısralar, ne öyküler, ne can yakan cümleler vardı. Derya mektubu yazmaya başladı, eli titriyordu, yazdıkları anlaşılamayacak diye korkuyordu, ama elini de dizginleyemiyordu. Heyecanın, kararsızlığın, yapılmalı olan şeylerin huzursuzluğunun dansı harfların arasından acımasızca süzüyordu:

“Hani küçüklüğümde çok derdiniz: başaramadın, neden yapamıyorsun diye.

İşte başaramadım, gerçekten ama başaramamayı ne güzel başardım, anne, gör bak nasıl mükemmel düşüyorum, yıkılıyorum, kararsızlaşıyorum. Fakat ne yazık ki hala duygularını köreltmiş, gittikçe mahvolan, cansız beden gibi duran insanlığı seviyorum. Ben sevmek için yaratılmışım, onu da iyi bir şekilde başaramadım. Sevmek için yaratılan bir insan sevgini nasıl güzel mahvederse, ben öyle ettim. Sevdim, ama sadece sevdim, sevgi kolay mı? Seviyorum demek yeter mi sevmek için? Hadi ordan..!

Neyse, insanlığı tartışmayalım, nasıl olsa biz de az yıpratmadık bu ifadeyi. Biz de her gün eksiltiyoruz insanlığımızı.

Ben neden ölüme gidiyorum onu sorun bana. Yaşamanın hakkını vermeyi başaramamanın acısı bu, bu uğursuzluk simgesi damga gibi kalıyor üstümde, utanıyorum. Hakkını veremediğin bir şeye layık olamıyorsun ya, layık olmadıkça yeteri kadar sevemiyorsun, sevmediğin yerde de duramıyorsun işte. Yıpratmamalıyım yaşamı!

Hani o saflık var ya çocukluktan kalan, hiç olmazsa o küçücük hediyeyle ölüme yürüyebilmek ne büyük şans. İster miydiniz  çocuğunuz kötü kalpli ölsün? Böyle güzelim, ben güzel kalmak istiyorum. Beni anlayın lütfen. Şimdi diyeceksiniz ki: kızım, yavrum, sorun insanlıkta, sorun sende değil başkalarında, yapma ne olur yapma! Gözyaşı dökeceksiniz. Biz de insanlığın bir parçası değil miyiz? Ama sakın, sakın ha siz ölmeyin. Siz de başaramasanız olur, hem size yakışır başaramamak. Ben ayrı, siz ayrı.

Ben ölünce dirileri değil de ölüleri düşünün: vatan için, vatanında yaşadığı sevdikleri, kendi vatanında tanımadığı milyonlar için canını mertçe ortaya koyan kahramanları düşünün, edebiyatı bize sonsuz armağan gibi koyup giden sanatçıları, besteleriyle hem yaramızı okşayan, hem mutluluğumuza tanık olan müzikçileri, günahsız, küçücük bedenlerinde bütün evrene yetebilecek sevgiyi taşıyan, bahtsızca ölen,  öldürülen çocukları düşünün, vatanına dünyaya en güzel şeyleri katmış gitmiş, sadece sözde ölmüş olan yüce insanları düşünün. Onların yanında ben kimim ki! Ben ancak ölürsem, belki biraz değerli olabilirim. Siz bunu okuduğunuzda öleceğim. Ve ilk kez en güzel şekilde yenilip en güzel şekilde başardım. Yeni bir umut yükselsin benden sonra insanlığa, yaşamı anlasınlar anne, yaşamı ve insanlığı, insanları sevsinler.

Lütfen sevdirin…

İmza: başaramama rağmen sevdiğiniz kızınız.”

“Kızınız” sözcüğünü bitirdiği anda arkadan narin bir ses titretdi onu: “Dikkatli ol, düşersen ölürsün!..” Arkada kumsalda oynayan küçük bir kız çocuğunun o narin sesi bütün dünyayı titretmeye yeterdi. Sanki Derya şimdi anladı olduğu yeri, yapmak istediğinin asıl anlamını. Derya kayalıkların rüzgarla sarsılan en ıssız köşesinde olduğu için onun arkasında oynayan çocuk rüzgarın Derya’yı iteceğinden, onun denize düşeceğinden tedirgin olup, uyarmıştı. Derya o kadar kendi karanlığına dalmıştı ki deniz kenarına sonradan gelip yürüyen aileleri görmemişti. Şimdi anladı: eğer düşersen değil de, kendin düşmek istersen, ölürsün. Başkaları seni yıktığı sürece kalkmak istediğin her zaman, zor değil kalkıp dağ gibi yükselmek. Yeter ki sen kendini yıkma, kendi sonun olma.

Mektubu katladı ve cebine koydu. Yırtıp atabilirdi, ama bu bir hatıra – her kendi düşmek istediğinde kalkmak için uyaracak bir hatıra. Ve o küçük kız çocuğu, onun narin sesi yaşamın sırlı ve en esrarengiz güzelliğiydi. O, deniz dalgalarının, rüzgarın, yağmurun şiddetinden solmayacak, kopup yitip gitmeyecek tek çiçekti.

Derya kararını verdi: “Düşersem ölürüm, ben kalkıp yaşamaya, yeni bir hayatın günahsız adımlarını atmaya gidiyorum.”

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 4 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları