DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

İyi Kalpli Kardeş / Mutlupınar Çalışkan

Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Yaşlı bir tüccar varmış, sayamadığı kadar devesi.

“Yıllar çabuk geçti, yaşlandım. Dişlerim döküldü, saçım beyazladı, belim büküldü..” demiş. “Dört tane oğlum var, çağırayım yanıma da kime bırakacağım bu deve kervanını, onları bir imtihan etmem lazım..” demiş.

İlk oğlu çok Yiğit bir delikanlıymış, ikincisi çok kurnazmış, üçüncüsü çok zekiymiş, en küçük oğlu çok saf, temiz kalpli bir çocukmuş.

“Evet..” diyerek söze başlamış. “Benim aslan oğullarım, yiğitlerim, artık babanız çok yaşlandı. Belki bir dahaki seneyi göremeyebilirim, bu sebepten deve kervanımı, içinizden birinize, bırakmak istiyorum. Gidip gezin-dolaşın kim bana dünyadaki en güzel, altın tepsiyi getirirse, ona bırakacağım.” demiş.

Hadi yolunuz açık olsun. Bu dört kardeş yanlarına yeterince altın ve azıklarını alıp, heybelerine koyup koya çıkmışlar. Az gitmişler uz gitmişler hava kararmaya başlamış, en küçük kardeş yolunu kaybetmiş, bir ormanın içinde bulmuş kendini.

Sağa sola bakmış, abileri yok. Ağaçların arasında, bakmış yıkık dökük bir harabe, kapısı penceresi yok, içine girmiş.

Merdivenlerden hızlıca mahzene inmiş, soğuk ve karanlık onu ürpertmiş. Geceyi geçirecek bir yer arıyormuş. Üç tane kapı çıkmış karşısına, Mavi kapı, kırmızı kapı, yeşil kapı.

Kırmızı kapıdan içeri girmiş. Zümrüt taşlarla kaplı bir oda ve bir minder, minderin üstünde bir kuzgun. Kapının açılma sesiyle, kuzgun siyah gözlerini açıp etrafa bakmış.

Kuzgun: “Kimsin sen nasıl girdin odama?” demiş.

Genç: “Ben, ben..” demiş kekeleyerek “Sizi rahatsız etmek istemezdim. Yolumu kaybettim. Kendimi burada buldum. Babam, abilerimi ve beni dünyadaki hiç kimsenin görmediği harika bir tepsiyi bulmak için yolladı, onu arıyorum..” demiş.

Kuzgun kanatlarını açarak: “Eğer” demiş. “Bir sene benim hizmetimde kalırsan sana o tepsiyi veririm. Bir yıl boyunca her gün şöminedeki ateşi yakarsan ve tüylerimi itinayla tararsan, yerleri de süpürürsen tepsi senin.”

Bizim gencimiz bunu kabul etmiş. Bir yıl boyunca yerleri süpürmüş, şöminedeki ateşi hiç söndürmemiş ve kuzgunun siyah tüylerini her gün taramış. Ve bunu itina ile yapmış. Bir yılın sonunda kuzgun:

“Gel..” demiş. “Sen bunu hakkettin. Şöminenin yanındaki sandığı aç, içinde üç tane tepsi var. Bir tanesini al.” demiş, sandığı açmış, birbirinden güzel altın tepsiler, gözlerini kamaştırmış. Bir tanesini seçmiş ve kuzgunla vedalaşıp harabeden çıkmış. Az gitmiş uz gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş ve babasının yanına varmış.

Bakmış kapıda diğer abileri de gelmişler ve hepsinin ellerinde birer tane altın tepsi. Hepsi de birbirinden güzelmiş. Babasının elini hasretle öpmüş.

Oğullarının getirdiği tepsileri tek tek inceledikten sonra. Bakmış tepsilerin en güzeli, küçük oğlunun getirdiği tepsiymiş. “Ama küçük oğlum çok saf. Bu kervanı ona bırakırsam saçıp savurur, ziyan eder..” diye düşünmüş.

Ve “Sizden bir isteğim daha var. Gidin bana dünyanın üzerinde kimsenin görmediği bir at getirin.” Demiş ve oğullarını hayırla yolculamış.

Kardeşler yola koyulmuşlar, az gitmişler, uz gitmişler.. Dere tepe dün gitmişler.. Hava kararmaya başlayınca bir mağarada uyumaya karar vermişler hep beraber. Gözlerine kestirdikleri bir mağaraya girip uykuya dalmışlar. Gece yarısından sonra bir ses duyu en küçük olan kardeş. Mağaradan çıkmış, etrafına bakınırken beli bükük, elinde bastonu, sırtında heybesi olan yaşlı bir adam görmüş.

Genç: “İyi misiniz demiş.”

Yaşlı adam: “Hayır” demiş. “Hiç iyi değilim, yolumu kaybettim. Köyüme gidiyordum, beni götürür müsün oğlum.” demiş.

Genç: “Elbette götürürdüm ama kardeşlerimle bir yola çıktık. Dünyada kimsenin görmediği bir atı bulup babamıza götürmemiz lazım.” demiş.

Yaşlı adam: “Eğer” demiş. “Beni köyüme götürürsen, ahırdaki atımı sana veririm. O çok güzel bir attır.”

Genç derin bir uyku çeken abilerine haber vermeden adama yardım etmeye karar vermiş ve heybeyi yaşlı adamın kolundan alıp, kendi omuzuna takmış. Yaşlının koluna girmiş, beraberce köyün yolunu tutmuşlar.

Köy öyle uzakmış ki tam dört mevsim geçmiş ancak köye varmışlar… Yaşlı adam evine varmış, kapıda eşi ve çocukları karşılamışlar sarılmışlar birbirlerine…  Bir sofra kurmuşlar ve hep beraber genci de yanlarına katıp yiyip içmişler. Yaşlı adam:
“Haydi” demiş gence. “Gel, ahıra gidelim de sana atını vereyim.”

Yaşlı adam önde, genç arkada, ahıra girmişler.

“İşte” demiş yaşlı adam “Atın bu!”

Genç:  “Ama,” demiş. “Bunun rengi siyah ve çok yaşlı. Beli bükülmüş yeleleri dökülmüş..” Yine de kırmak istememiş yaşlı adamı. “Çok teşekkür ederim.” demiş ve elini öpmüş yaşlı adamın. Atı almış yola koyulmuş, az gitmiş uz gitmiş yoruldukça dinlenmiş sabahlar geceleri, geceler sabahları kovalamış. Mevsimler birbirini kovalamış.. Derken öyle bir vakitte babasının yanına varmış ki güneş yeni doğuyormuş. Dört kardeşi de buldukları birer at ile aynı anda eve varmışlar. Güneşin ilk ışıklarıyla küçük kardeşin getirdiği o miskin-perişan görünümlü at sihirli bir şekilde değişmeye başlamış. İnci gibi beyaz, pırıl pırıl parlamış. O yaşlı at giderek gençleşmiş yelelerinin her bir telinde bir altın takılıymış. Öyle hızlı koşuyormuş ki uçar gibi.

Baba oğullarını kucaklamış. “Hoş geldiniz yiğitlerim.” demiş. Bütün atların içinde en küçük oğlunun getirdiği ata hayran kalmış.

Baba içinden “Bu böyle olmayacak… küçük oğluma bırakırsam çoksa ziyan zebil eder malı. Bari bunları bir daha imtihan edeyim.” demiş.

Baba: “Evlatlarım bilirsiniz. Allah’ın hakkı üçtür. Hangi çocuğum, bana güzeller güzeli, akıllı mı akıllı, bilgili mi bilgili ve terbiyeli bir gelin getirirse tüm servetimi ona bırakacağım..” demiş.

Kardeşler birbirlerinin yüzüne sıkıntılı bir şekilde bakarak gene yola koyulmuşlar.

Az gitmişler, uz gitmişler dere tepe düz gitmişler.. Kırk gün kırk gece yol gitmişler… Bir çingene konvoyuna denk gelmişler. Karşılıklı selamlaşmışlar.

Yaşlı bir çingene: “Gençler” demiş “Ne arıyorsunuz buralarda?..” diye sormuş.

Kardeşler “Babamıza güzeller güzeli, akıllı mı akıllı, hayırlı mı hayırlı gelinler arıyoruz..” demişler bir ağızdan.

Yaşlı çingene: “Bu akşam” demiş. “Benim çadırımda misafir olun, yemek yer dinlenirsiniz.”

Dört kardeş fısıldaşmışlar aralarında. En büyük kardeş: “Olmaz” demiş, “Vakit kaybı olur bu, biz yola devam edelim.” demiş diğerlerine. “Burada kalmamız bize vakit kaybı olur.  Hem güzel bir eş de bulamayız burada.” demiş. Üç kardeş gitme kararı almış ama küçük kardeş yaşlı adamı üzmemek için “Ben kalayım” demiş.

Abileri vedalaşıp ayrılmışlar. Küçük kardeş yaşlı çingene ile kalmış. Yaşlı karısı onlara bir sofra sermiş. Birlikte yemek yemişler, sohbet etmişler. Sohbet esnasında yaşlı adam:

“Eğer” demiş. “Dört mevsim bizimle kalıp, her gün odun kesersen, sana aradığın gelini vereceğim.”  demiş. Kabul eden genç onlara hizmet etmeye başlamış. Her gün odun kesmiş ve bu işi hiç gocunmadan yapmış. İlk bahar, yaz, sonbahar, kış  sırayla gelmiş geçmiş. Yeni bir bahar mevsimi erikler çiçek açmaya başlamışken yaşlı çingene:

“Hadi oğul gel, veda zamanı geldi.” demiş. “Sana bir at vereceğim. Atın üstünde  bir sandık,  sandığın içinde bir kız var. Evine varmadan ilk ırmakta, bu kızı yıka, babana sonra götür.” demiş.

Öyle üzülmüş ki bizim genç ama hiç kalp kırmak istememiş. “Peki” demiş. Elini öpmüş yaşlı adamın, helalleşip vedalaşmış ve yola koyulmuş. Bir ırmağın kenarında durmuş. Atın üstündeki sandığı yavaşça yere indirmiş, kilidini açıp, kapağını kaldırmış. Bir de ne görsün, yaşlı  bir kadın, eli yüzü kırış kırış, saçları beyaz, beli kambur… Bizim saf temiz kalpli   kardeş çok üzülmüş ama hiçbir şey belli etmemiş.

Kadın genç oğlana sormuş: “Beni nereye götürüyorsun?”

Genç oğlan: “Babama seni gelin diye götüreceğim, demiş sesi titreyerek.

Kadın: “Ama ben çok yaşlıyım, bunu yapmak zorunda değilsin, bırak beni yoluma gideyim.” demiş.

Genç oğlan: “Ben yaşlı çingeneden emeğimin karşılığı olarak seni aldım. Hem bu dağ başında seni bırakamam kurda kuşa yem olursun” demiş.

Yaşlı kadın: “O zaman beni ırmakta yıka da öyle götür.” demiş.

Küçük kardeş kadını soyup ırmakta bir güzel yıkamış. Irmaktan çıkarken yaşlı kadın birdenbire genç güzel bir prensese dönüşmüş. Küçük kardeş şaşkınlık içinde kalmış. Kız olanları anlatmaya başlamış:

“Ben bir kralın kızıyım, Gördüğün o yaşlı çingene aynı zamanda bir büyücü o. Beni babamdan kaçırıp büyü yapmıştı. Bu hale sokup “Çirkin ve yaşlı halinle seninle evlenmek isteyen olursa, büyü bozulacak, eski güzelliğine kavuşacaksın…” demişti. Şu dağın arkasında benim sarayım var ve o sarayın prensesiyim benimle evlenmek ister misin?”

“Evet” demiş Küçük kardeş. Prensesi de alıp babasının yanına varmış.

Babası diğer kardeşlerinin getirdiği gelinleri şöyle göz ucuyla sözmüş ve hiçbirini beğenmemiş.

“Artık yapacak bir şey yok..” demiş kendi kendine. Küçük oğlunun getirdiği kızı çok beğenmiş.

“Bütün servetimi ve deve kervanımı küçük kardeşinize bırakıyorum.” demiş.

Küçük kardeş: “Babacığım ben artık deve kervanını istemiyorum. Ben prensesimi buldum sarayda yaşayacağım ama kardeşlerimi ve seni de götüreceğim hep beraber mutlu bir şekilde yaşarız. Deve kervanını da kardeşlerimin arasında pay edersin babacığım.” demiş.

Dediği gibi de yapmış.

Küçük kardeş iyi niyetli ve temiz kalpli biri olmanın mükâfatını da görmüş.

Bu yazıyı paylaş:

4 thoughts on “İyi Kalpli Kardeş / Mutlupınar Çalışkan

  1. Çok güzel bir masal, yazarımızın emeklerine sağlık. Iyi niyetli olmanın güzelliği çok güzel yansıtılmış. Sıkmayan, sade ve çok güzel masal….

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 4 eseri bulunmaktadır.