“Sürç-i Lisan Ettiysem Affola…” / Sevtap Kaya Nurgönül
bu ayaz da ne? dedi, çocuk yüreğim
“gelincik katliamı” dedi tok bir ses ihtişamla
döndüm ardıma
yol almıştı çoktan uzaklara
sesimi dahi ulaştıramadığım derviş bey amca…
susları soyunup oracıkta
çığlıklarımı giyindim
nafile…
duyan da bendim
bağıran da
susan da bendim
susturan da…
mevsimini kaybetmiş bir bahar gibi
açmadan döküldü tomurcuklarım
yığıldım toprağa
çiçek tozlarından oluşan bir büyü
yokluk gibi yapıştı yakama
ve ben savruldum z/amana…
çoğalarak büyüyen bir acıydı
parmak uçlarımda artık ölüm
ki ne çok çocuk ölümünü
sallamıştık beşiklerinde biz oysa
memelerinden ağu emziren analar olmuştuk
zamanın kadranında…
şimdi bu kaygı da neyin nesi
nesi olurum ki ben yaşamanın hem?
ölüm bir numaralı akrabam çıkmışken
hastane kayıtlarında…
dilimin sürç-i lisan eyleyen kısmıyla
ezdim yine akşam akşam üç beş kelime şairler sofrasında
yarı aç, yarı tok kalkmak da vardı o sofradan bilirdim
bilirdim de hiç gocunmazdım açlığından sözcüklerin
her seferinde daha çok acıkarak oturmak için sofraya…
“içim üşüdü” dedi, içimdeki kadın
bir uğultu duydum belli belirsiz
bu kez dönmedim ardıma
gözlerimi kapattım usulca
dudaklarımda benliğini arayan onlarca nota
döküldü biteviye art arda
kendini hissetmek hayatı hissetmektir dedim
kendimi duydukça, hayatı hissettim…
ve vuruldum bir delikanlının yüreğinde
doğdum bir bebeğin gözlerinde
öldüm öldüm dirildim bir annenin benliğinde
ırgat oldum bilmediğim köylerde
madenciydim yerin yedi kat dibinde
çiçek oldum açtım tarlada
kuş oldum savruldum avcının sapanıyla…
yandım yandım da
en sonunda
gürül gürül akan çağlayanlarda duruldum
özümü buldum
ve biraz sıkılarak
biraz utanarak
haykırdım insanlığımı aynalara
insanım ben
ben insanım
bu koskoca dünyada
koskoca insanlık ayıbımla…