DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Kar Sevinci / Ramazan Seydaoğlu

Doğal olaylardan insanları en çok sevindirenlerin başında hiç kuşkusuz kar gelir. Bunu soğuk ve karların bol olduğu bir bölgenin insanı olarak söylüyorum.

     Bizde kar çok olurdu. Bazen diz boyu, bazen göbek boyu bazen de adam boyu kar yağardı.

     Öyle ki çatısı olmayan toprak damlı evlerimizin üstünü temizlemek için kar kürekleriyle saatlerce, bazen de günlerce uğraşmak zorunda kalırdık…

      Çocukken ellerimizi, parmaklarımızı dondurmasına rağmen, her kar yağışını sevinçle karşılardık. Kar lapa lapa yağınca ellerimizle o birbirine çarpmadan yere ininceye kadar süzüle süzüle inen kar tanelerini yakalamaya çalışıyor ve o tertemiz kristalleri avuçlarımızda eriyene kadar izlerdik.

     Bazen de ağzımızı açıp dilimizle kar taneciklerini yakalamaya çalışırdık. Gözlerimizi dört açarak göğe en yakın olan bir taneyi takip eder o taneyi yere düşürmeden yakalamaya çalışırdık çocuk aklımızla.

     En güzel kar güneşli bir havada yağan karlardı. Böylesi havalarda bizi içerde tutabilene aşk olsundu. Eldiven ve bereleri dahi almadan saatlerce dışarda koşturup dururduk.

     Ama fırtınalı havalarda yağan karı kimse sevmezdi. Tipi yapardı o kar. Yolları kapatır, kapısı ve penceresi sağlam olmayan evlerin içini buza çevirirdi.

     Gerçi o havalarda dışarı çıkmayıp sobalı odalarda soba kenarında oturmanın bambaşka tatları vardı. Kavurgaları, kestaneleri, kuzineli sobalardaki patatesleri saydırmanın sırası değil şimdi. Size bugün sadece kar sevincini anlatmaya çalışıyorum.

     Bir gün cam kenarına oturmuş nazlı nazlı süzülerek yere inen karları dalgın dalgın izlerken; yüz yaşını çoktan aşmış Nebat Ninem’in arkamda durduğunu fark etmemişim. Kar taneciklerine şarkı söylüyormuşum.. Ninem arkamdan saçlarımı okşarken kendime geldim.

      “Biliyor musun o karlar neden birbirlerine çarpmazlar?..” demişti bana. Ben de hep onu merak etmiştim zaten.

     Soru soran ninem ben bir şey demeden kendi cevapladı: “Her bir kar tanesini ve yağmur tanesini bir melek getirip yere bırakır ve gider.”

      “Abooo, o kadar çok melek var mı ki?” demiştim.

      “Tabii ki!..” demişti Nebat Ninem. “Hem de Kıyamete kadar onlara bir daha sıra gelmez…”

     O gün bugündür melekleri anlamaya çalışıyorum. Sonraları mıknatısları tanıyınca kendi kendime şöyle bir izahata vardım. Demek ki diyorum, Yaratan’ın izniyle her bir kar veya yağmur tanesine artı ve eksi manyetik enerjiler yükleniyor. Bunlar bulutlardan inmeden bu enerji yüklerini alırlar. Buluttan kopup gelen tanecikler de birbirlerini iterek yere kadar inerler. Nebat Nine’min bahsettiği melekler o enerji yükleridir.  Melek kavramına kendi kendime böyle bir sonuca vardıktan sonra kar yağışına dönelim tekrar.

      “Kar toprağa candır.” diyor çiftçiler. Kar yememiş bir toprak suyunu iyi almaz. Tohumlar iyice şişmez ve mahsul iyi olmaz, diye düşünür köylüler.

      “Kar yağınca barajlar daha çabuk dolar..” diyor şehirliler. Şehrin içme sularını sağlayan barajlarda kar can demektir. Yağmur da iyi gelir de yağmur akıp gidiyor. Asfalt ve betonlaşan şehirler karın ya da yağmurun toprağa sızmasını engeller. Yer altı suları kurur böylece. Ama kar derinlere kadar rahatça işler.

     Uzun bir bekleyişten sonra karlı sabahla uyanıyoruz. Korona’dan dolayı okullar tatil olmasaydı zaten, çocuklar tatil olacak diye sevinirlerdi belki ama..

     Hani olur ya bir güzel yağsa da çıkıp bahçede bir kartopu oynasak..

     Eskisi gibi durmaz/tutmaz belki ama bir diz boyu yağsa, kardan adam yaparım size söz…

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 94 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları