Kendi Halinde Akıp Giden Bir Şiir Irmağı: Ayşe Arslan / Ramazan Seydaoğlu
Ayşe Arslan Maraşlı bir genç şair öğretmen. İlçesinde şiirle uğraşan tek kadın olan şair olması hasebiyle takdire şayan bir isim… Mavi Sevmek ile başladı, pembe hayaller kurduğu, mavilere, maviliğe sevdalı şiirleri:
“Mavi sevdim ben
Sonsuz Rabbimin huzurunda
Sonsuz huzura ermek için
Ufka sığmaz oldum gün batımında
İzlemeye doyamadım
Uçsuz bucaksız mavilikleri
Geceyi kapattım gözlerime
Sevda koktum ben maviyle
Hüzünden gemiler yüzdürürken
Yağmurlu gecelerde
Sözümün tükendiği yerde
Tükendiğim yerde
Yine umudunla doğdum varlığa
Umudun adıdır mavi
Mavi sevdim ben…”
(MAVİ SEVMEK kitabından)
Mavi Sevmek’le başlayan şiir yolculuğunu “Yolda Olmak” ile sürdüren Ayşe Arslan:
“Her an düşebilirdi insan
Kalbi delik kocaman bir boşluğa
Yokuşları tırmanmak zor
Gelmeler hep sevinç
Gidişler dipsiz kör kuyu
Soğuk ve mutsuz yalnızlık gece gibi
Pencereye nefesle çizilen şekiller..” diyerek yolculuğun zorluğunda herkese “el salla”yarak bakıyor kendi penceresinden..
Başlıkta da demiştim ya, sesiz akan bir ırmak gibi Ayşe Arslan bu kez kainatın ve yaratılışın verdiği hayreti, ince narin bir çiçeğin kocaman kayaları nasıl yararak ona hakim olduğunu “Zarif Güç” ile dile getiriyor:
“Narin bir çiçeksin sen
Nasıl yerinden ettin bu kayayı
Bağrına oturan
Sevindim başının dik olmasına
Sert kayanın yarasında
Yükselensin sen
Körmüş yolundan geçen seyyah
Bir türkü tutturmuş giderken
Zarafetinle o eşsiz kokunla
Buradayım ben demişsin
Kimin aklına gelirdi
Şu sert mizaçlı kayanın
Sana yol vereceği
Güç kimde
Güç ne
Zerrenin dağlara yüce geldiğini
Anlatansın sen
Zerre deyip geçmem ben bilirim
Bilmeyen bilsin
Yücelik değil büyüklükte
Yücelik Hak huzurunda küçülmekte..”
(ZARİF GÜÇ kitabından)
Bir Irmak akarken birinin engel olmak istemesi elbette hoş değil. Onun serinliğinden ve çağıltısından serinlemek ve ruhumuzu mest eden o billuri sesi damarlarımızın kılcallarında hissetmek gerekir.
Buyrun o pınardan bir kadeh şiiri buradan içelim:
Soğuk Haziran
Bir buğday başağı dikilir karşıma
Altın sarısı edasıyla sabah erkenden
Sabah ezanı vurur rüzgâr esintisiyle
Kalk diye penceremin camına
Hep yorulmuş nasırlıydı annelerin eli
Oysa benim annem pamuk elleriyle
Dokunurdu yanaklarıma
Sıcacık değerdi dudakları alnıma
Ve kalkardık güne bir umutla
Ömürden bir gün daha eskitmek için
Sevinçle sevincimizi çoğaltmak için
Rüzgar eserdi buğday tarlalarına
Asil bir kız gibi gülümseyerek başaklar
Hepsi birden dans ederlerdi
Biz saklanırdık kardeşimle
Sığınırdık o altın sarısı şefkate
Sonra bir ses duyardık haydi gelin
Dünyanın en güzel sesini
Çaylar koyulmuş patatesler kızarmış
Ben maviyi severdim o kızartmayı
Ne de çok severdim üzerindeki mavi kapüşonluyu
O da çok severdi tekeri zinciri freni
Severdi işte bisikleti rengini
Rüzgarı rüzgara karşı uçmayı
Herkes annesini sever çok sever
O da çok severdi bir başka severdi
Yazmasını koklayarak uyurdu
Yazmasını kokusunu sevişini severdi
Sıcacık bir gün haziran, ay değil sanki
Sıcacık bir ömür haziran, bir an değil sanki
Nasıl buz kestin avuçlarımda ey haziran
Ah haziran ah suç senin mi susarsın öylece
Sonra kardeşim gitti bir gün
Annemin gülüşü silindi tüm öründen
Ve başaklar düştü bir bir yerlere
Sıcacık bir haziran buz kesti gözlerimizde
Haziran soğuğunun kalbine gömdük
gözyaşlarımızı
Renkler soldu griye büründü tüm dünya
Başaklar mutlu günleri geride bıraktılar
Başaklar başlarını eğdiler
Başlarını bir daha kaldırmadılar
Sorsan
Neden hep başaklar, tarlalar, bisikletler
Neden hep en sevdiğim yemekler
Yok mu hatırında benden başka şeyler
Ayşe mi desen abla mı desen bilemedim
Bir tek varlığının çıktığı yokluğunun yeri
belli kardeşim
Bir tek yokluğunun yeri
Hatırlayabilsem keşke
O kadar ihtiyacım var ki senden olanın
Zerresine
Bir gittiğin gün hatırımda bir de soğuk
Haziran
Bir de ağlayamadığım o uzun geceler
Sonra hiç bilmiyorum ne oldu
Hep aynı kaldın sen değişmedin hiç
Düşlerimizde
Biz büyüdük sevincimizi tükete tükete
Sen ise hep küçük bir çocuk…”
(MAVİ SEVMEK kitabından)