DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Hangisinin Adı Eylül / Rukiye Yıldız

Sonbaharda açan güllerin ömrü kısa mı olur, o yüzden midir Eylül’ün adı hüzün, hüznün adı Eylül?
Eylülün güneşi de mi solgundur ağaçlardaki yapraklar gibi?  Kaç eylül geçti? Kaç hüzün yaprakları
döküldü gönlüme?
Kaç kez geçtim çamurlu yollardan gazelleri çiğneyerek.. İçimde kaç hüznü ağırladım yaprak hışırtıları
arasında…
Damla damla kalemim kelime sızdırırken, içimde fırtına beni alabora etti. Neşe yelkenimi rüzgâr
tarumar etti, artık bir tek hüzünle gider bu gemi.
Ağırdır Eylülün adımları Mayıs gibi canlı değil, kaç ayın ayak izi vardır yüzünde, kaç yazın kiri… O
yüzdendir Eylül’ün adı hüzün, hüznün adı Eylül.
Sahte gülücük gibidir Eylül’ün güneşi, gamze dağlarından çıkar ama ısıtmaz, yalancıdır Eylül’ün bir yüzü,
yaprakları vardır ama içinde can bulunmaz. Yalnızdır eylülün elleri, kavrar ama kaldıramaz, dokunur ama
okşayamaz.
Yaşamın öbür yüzüdür Eylül, gençliğin bulanık kıyılarında değil sonbaharın son baharındadır Eylül.
Sonun arifesidir, guruptan evvel güneşin vedası…
Ne ilk baharın coşkusu kalmıştır ne baharın ılık esintileri, kar boran habercisidir sert esen rüzgarlar…
Solgun serin sabahlarda balkonun soğuk demirine yaslanıp içindeki yanan koru soğutmaya çalışan
gencin nefesi gibidir Eylül sabahları.
Sardunyalarına su veren yaşlının gözlerindeki kırışık bakışın aktığı ufuktur, Eylül akşamları. Hüznün adı
Eylül Eylül’ün adı hüzün…
Eylül gecelerinde gam yükünden kamburların ağrır.  Sabah, ufukta güneş değil, yaşamaya üşenmişlikler
ağarır.
Hazan haberleri eser pencerende, mevsim kışa gebe…  Rüzgar uzun hava çeken aşık gibi ağlar
dışarıda,  geleceğe yanık tütsüler gönderirsin renksiz sessiz… Yapraklar gibi düşmüş çiğnen hayallerini bulgur
kaynatan kadınların odun ateşinde yakarsın.
Patlamaya yüz tutmuş tomurcukların, güz sancısı ile kuruduklarına şahit olursun Eylül gezilerinde.
Okul yıllarından kalan anılar dirilir belleğinde, sonra her bir ayrılış için türkü yakarsın. Çocukluk şarkıları
takılır diline. Sonra ilk sevdalar hafızanın en derininden çıkar orta yere.
Dalıp gidersin bir gelinciğin rüzgarda kopan yaprağına bakarken, aynı geçmişin gibi havaya
savrulur  yapraklar Eylül gezilerinde. Her yanı hüzündür Eylül’ün, hüznün her yanı Eylül.
Bütün güzelliklerin üstüne kırağı yağamaya başlamıştır, güller eskisi gibi açmamıştır Eylül’ün gülleri kısa
ömürlüdür…. Eylül’de açan güller tez solar,  ömrün sonbaharına denk gelen çabuk giden kısa mutluluklar gibi.
Güvercinler bile yorgun uçar.  Dallar, hiçbir kuşu taşıyamaz kuşlar eskisi gibi şakıyamaz. Eylül sabahları
serin, bulutludur, genzi yakan yanık dumanlar bacalardan efkarlı bir elin tutuğu siğara dumanı gibi efkarla göğe
yükselir. Eli cebinde başını omzuna gömen yalnızların arşınladığı ıslak kaldırımların adıdır Eylül… Eylülün adıdır
yalnızlık, yalnızlığın adı Eylül.
Bir serçenin sıcak, yumuşak kalbi gibi her an can vermeye teşne nazik benden gibidir Eylül’ün sıcağı,
hemen terk eder bedeni.
Çay bardağı elinde can veren güvercin gibi yavaş yavaş soğur, yinede iki elle kavrarsın bardağı, sımsıkı
sıkarsın sıcaklık beklersin.
Aldığın nefes havada iz yapar, rotası belli olmayan bulutlar gibi avare dolaşır kaybolur gözünden bir
karış mesafede. Tutmadığın dileklerin gibidir Eylülün çay saatleri. Sıcak ama ısıtmayan. Kırağının adı Eylül
Eylül’ün adı kırağı.

Sımsıkı koltuğunun altına sıkıştırdığı kitaplara sarılan liselilerin sığındığı sevda durağıdır Eylül. Eylül’ün
adı sevda, sevdanın adı Eylül.

Nice ayrılıkların arifesidir,  son senesi olan okuluların elinden kayan yıllara sarılmak istercesine dallara
ağaçlara kazıdığı isimleridir Eylül kavakları.
Yağmurdan sonra ıslak yoların sessiz bekleyişi Eylül caddeleri… Solgun akşam ışıklarının sızdığı
caddedeki yorgun lambaların  durgun bekleyişidir  Eylül sokakları.
Hatıraların canlandığı anıların kol gezdiği,  hafızana balyoz indiren müziklerin en demlisidir Eylül
nağmeleri.
“Katlanamam” dediğin nelere katlandığını düşündürür Eylül’ün tüm sesleri…
Zaman oluğunda akıp giden ömür sularının hırçın dalgalanmasıdır Eylül esintileri. Gök gürültüsü ile
yağan yağmurun ardında güneşi beklememektir Eylül yağmurları. Yağmurun adı Eylül Eylül’ün adı yağmur…
Saçlarındaki ilk aklardır Eylül’ün günleri, elinden yılan gibi kayan gençliğini sıkıp bağlayamadığın
avucundan hızla kayan kaygan yılların gönlünde bıraktığı derin acıdır Eylül’ün saatleri. Dönüşü olmayan
gidişlerin vedasıdır Eylül vakitleri. Geri sayımın başlangıcıdır Eylül dakikaları.
Ezansız gurbet sabahları gibi soğuk, yabancı, ürkütücüdür Eylül sabahları. Dalından ayrılan yaprak
yabancıdır artık dalına, yapraktan ayrılan su yabancıdır artık yaprağa, zaman yabancıdır insana, hangi vakitti
beklenen kaç durakta? Yabancı bir gözün gördüğü rüya gibi yalandır Eylül düşleri…
Beden ağacından yere dökülen gün yapraklarıdır Eylül. Ebemkuşağı bile sapsarıdır gökte görünmez
olur. Gridir Eylül’ün rengi,  tüm renkler kaybolur Eylül ufuklarında.
Hasılı ölümün arifesidir, ömrün yalancı baharı Eylül.  Bütün ezgiler bütün nağmeler hüzün makamında,
ölümün rengi Eylül,  Eylül’ün rengi ölüm.

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 12 eseri bulunmaktadır.