Günümüz Dünyası İmgeyi Önceliyor / Güler Demirhan

Bir insanın kalitesinden ve iyi bir insan olmasından bahsederken, “Mütevazı bir insan” deriz ve ekleriz: “Alçakgönüllü.”
Yani burnu havada değil, “küçük dağları ben yarattım” demiyor.
Kibirli değil.
“Kalbinde zerre kadar kibir taşıyan kişide iman barınmaz,” diyen bir dinin mensubuyuz.
Ancak günümüz dünyasında yoğun bir rekabet ortamı var. Güzellikte rekabet, sınavlarda rekabet, meslekte rekabet; iş dünyasında, sosyal medyada, televizyonda… Hele ki o yemek programları veya gelin-kaynana programları… Adeta hırçınlığı ve kabalığı körüklüyor.
Görünen, kendini gösteren, “Başarıya giden yolda her şey mübahtır” diyen yüzeysel bir anlayış egemen olurken, ne yazık ki nezaket rafa kaldırılıyor.
Bütün bunların yanında, aile içinde de rekabet yaşandığında, hayat daha da çirkinleşiyor ve nefes almak zorlaşıyor.
Oysa tevazu, insanı da dinlendirir. Sürekli mükemmel görünmek zorunda kalmazsınız. Noksan bir varlık olduğunuzu, nihayetinde insan olduğunuzu kabul eder, ruhen dingin ve huzurlu bir atmosfer oluşturursunuz.
Günümüz dünyası görüneni önceliyor; önce ambalaj diyor. İmge önceleniyor…
Ne yazık ki öze bakılmıyor. “Önce iddialı olmalısın ki iç dünyana bakmaya tenezzül edeyim(!)” diyor adeta.
Tevazu sahibi insanlar, ne kadar donanımlı olurlarsa olsunlar, suistimal edilmeye ve yok sayılmaya çalışılıyor.
Mütevazı bir amir, müdür veya yönetici, çevresi tarafından ciddiye alınmama veya kullanılma gibi sevimsiz durumlarla karşılaşıyor. Durumu değiştirmek için istemese de işini kolaylaştırmak adına ezici davranmaya, burnu havada dolaşmaya başlıyor ve bir bakıyor ki bu şekilde daha fazla ciddiye alınıyor, gereksiz durumlarla uğraşmak zorunda kalmıyor.
“Hım,” diyor, “Bu işin püf noktası bu(!)”
Gerçek şu ki mütevazı insanları ezen bir toplum, içi boş ve cahil bir toplumdur.
Ya da şöyle diyelim: Belli değerlerle yetişmemiş, cahil insanların sayısı arttıkça ne yazık ki tevazu kıymet görmez. Nezaketli ve mütevazı insanlar tanınmaz ve yok sayılır.
Yüzeysellik hüküm sürer.
Mütevazı bir insan, karşısındakini dikkate alır, önemser, dinler ve saygı gösterir. Muhatabı, varlığını ve biricikliğini hisseder.
Görünene değil, öze odaklanır.
Ancak tevazu sahibi insanlar gerçekten nezaketli olabilir. Sürekli kendini ispatlamak zorunda olan, sürekli “ambalajını” parlatan, itiş kakış kendini öne atmaya çalışan yüzeysel bir insanda ne tevazu bulunur ne de mütevazı insanı görebilecek feraset.
Bu tür insanlar, itiş kakış ve huzursuz bir hayatın içinde bulur kendini. Hani bir odadayken odanın havasız olduğunu fark etmeyiz ya, işte bunun gibi… O sığ ve rekabet dolu dünyada huzursuzluğunun farkında bile olmadan adeta bir cehennem hayatı yaşar.
Tevazu sahibi insanları gördüğünde ise küçümser, yok sayar.
Bir başka ve ilginç durum da şudur: Kendine güveni olmayan, kendisini değerli görmeyen yüzeysel bir insan, mütevazı bir amirini, yöneticisini ya da kendisinden üstün gördüğü birini ezmeye kalkar. Çünkü şöyle düşünür:
“Bu bana değer verdiyse, o da değersizdir. Değerli olsaydı benim gibi bir değersize tepeden bakar, itip kakardı.”
Ne yazık ki çirkin davranışlarıyla karşısındakini değersizleştirirken, aslında kendi değersizliğini bir kez daha kanıtlamaya çalışır.
Bazı insanlar ne yazık ki çirkeflikten ve kötülükten beslenir.
O halde mütevazı insan, kendini korumak adına her zaman ve her yerde mütevazı olmak yerine, kime nasıl davranacağını bilmeli.
Kişiliğini bozmadan, değerlerinden ödün vermeden; ama kendini de ezdirmeden…
Kim hangi dilden anlıyorsa, usulüne uygun bir şekilde o dilden konuşmak gerekiyor.
Burada ince çizgi, “kendini bozmadan” olmalı.
Aksi takdirde kısır döngü kaçınılmaz olur.