DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Kiraz / Cihangir Boz

Öf! ne sıcak böyle. Her taraf  buram buram sıcaklık, buhar buhar nem. Denizden püfür püfür esen meltem bile kafi gelmiyor. Kaldırıma düşen tente gölgesinde yatan sokak köpeğinin dili bir karış dışarı sarkmış, Hızlı hızlı inip kalkan karnıyla aynı ritimde.

Annesi sıkı sıkıya elini tutmuş, minik kızı adeta peşinden sürüklüyor.
Dondurmacıyı geçtiler. Kızın başı hep dondurmacıya dönük. Uzun, yerlere kadar sarkan annesinin güllü basmadan eteği ile aynı desenli tişörtü, dağınık kıvırcık saçları ile tıpış tıpış terlikli ayakları ile fakirlikleri tey uzaklardan okunabiliniyordu.

Annesinin avucunda mor kırmızı banknotlar vardı. Pazara gidip patates soğan alacaktı. Eğer ucuza alabilirlerse kalan para ile domates ve salatalık alacaktı.

Gitgide artan kalabalığa, gürültü ve hengameye doğru ilerliyordu. Pazar esnafının çığırışları derin bir kuyudan gelir gibiydi. Pamuk şeker satan bir amca hızlı adımlarla anne kızı geçti. Pazardan dönen bir teyze ellerindeki poşetleri zar zor taşıyor.  Ter toprak içinde. Bir yandan da söyleniyor, “Kız anaaaam! Her şey ateş pahası. Bir kilo biber de kırk lira olar mı? Allah fakir fukaraya yardım etsiiiin!”  Teyze ile minik kız göz göze geldi. Çeneden kuvvetli kadın “tatlı şey” deyip iltifatta bulundu.

Bir yokuşu inmeye başladılar. Yolun iki yanında incir ağaçları,  zeytin ağaçları ve akasyalar diziliydi. Haziran yeni bitmiş temmuz ayının başlangıcı. Kiraz zamanı. Rampanın bitiminde pazar başladı. Çorapçılar çoraplarınıı deste deste satma gayretinde.

Köyden gelen bir amca, sepetle kiraz getirmiş satıyor. Kocaman iri iri kirazlar, koyu kırmızı. Adamın başındaki ekoseli egal O’nu güneşten koruyor olmalı. Anne kız sepetin hizasına gelince, kız fren yaptı. Anne de durdu. Kız, boşta kalan eliyle kirazları işaret etti. Amca heyecanla gel kuzuma kiraz vereyim. Kilosu yirmi lira. Pazarın en ucuzu. İpli kollu terazinin kefesine doldurdu biraz. Kadın sertçe kızı kolundan çekti. Yok be dayı biz o fiyata alamayız. Bütün paramız elli lira. Onu da kiraza mı verelim? Kızcağız hınkladıysa da anne almamakta kararlıydı.

Bir yolun iki yanına kurulu tezgahları bir bir geçtiler. Nihayet patates soğancılara vardılar. Peştamalindeki bozuk paraları şakırdatarak avaz avaza bağıran satıcı; “Kilo on lira, gel ablam gel. Nevşehir’den geldik, Kırşehir’den geldik. Ödemiş’ten karar kıldık. Sarı sarı patatesler. Pişman olur almayanlar. Edebiyat mezunuyum, pazarın en uzunuyum. Gel anne gel!”

Bu uzun boylu adamdan üç kilo patates ile bir kilo soğan aldı. Kalan on beş lira ile kızına kiraz alacaktı.

İnce sesli bir erkek çocuk; soğuk su buz gibi suu diye yanlarında türedi. Birden susuzluk hisleri kabardı. Kız da su istedi. Üç liraya bir ped şişe su aldılar. Bir kenarda sırayla içtiler. İkisi de biraz rahatladı. Biraz ötede çan sesi kulaklarını tırmaladı. Dondurmacı müşteri avında. Maraş’tan geldik Maraş’tan. Bu dondurma Maraş’tan. Çocuk büyük herkesi. Çıkartır baştan. Matematik hocasına gel. Yüzde otuz kar, yüzde yirmi zarar. Atandım diye övünme, atanmadım diye yerinme. Logaritma mogaritma,  hayat kısa kaşın çatma

Dondurmaaaaaaa!… Etrafını saran çocuklar ellerindeki küllahların rengarenk dondurmalarını yaladıkça minik kız da sulanan ağzını şapırtmaktan maada bir şey yapmadı. Her isteğinin reddine alışkan olduğundan bu sefer anne dondurma al diyemedi. Anne yüreği avucunda ki parayı hesapladı. İki beşlik iki birlik etti on iki. Bir top dondurma beş lira. Kalır yedi. Onunla da iki ekmek alırım. Çok zor bir karar verdi. Enflasyon aileyi vurmamalıydı. Hemen dondurmacı tezgahına yanaştılar. Minik kızın gözleri parladı. Gülücükler gamzelerini kabarttı. Dikkatle ayırdığı beş liralık banknotu uzatarak bir top dondurma ver Semoşuma dedi. Matematikçi dondurmacı külaha bir top yerleştirdi. Bir top daha aldı. Anne bir top demiştim diye uyardı. Dondurmacı, tamam annem bu da semoş için kampanya cevabını verdi.

Sıcak günün soğuk kârı. Sema dondurmayı yaladıkça annesi haz aldı.
Kısa sürede dondurma bitti. Geldikleri yerleri bir bir dönüyorlardı. Az ilerde bir hareketlilik vardı. Zabıtalar, zabıta arabası, arabanın etrafında git gelli kalabalık. Zabıtanın biri elindeki kiraz dolu sepeti arabanın kasasına fırlattı. Diğer zabıta öfkeyle söyleniyordu:.

“Yüz defa söyledik. Kardeşim burada kafana göre gelip satış yapamazsınız. Bura köy değil. Herkes senin gibi yapsa ne olur? Haydi doğru köyüne. Seninle mi uğraşacağız…” 

Zabıtalar arabaya atladı. Pat pat kapılarını kapatıp gittiler. Kirazcı Amca arkalarından biraz yürüdüyse nafile, olduğu yere çömelip beddualar etti.

Sema ve annesi kendilerini yorgun argın eve attılar. Kirası düşük olduğu için bodrum katında ikamet ediyorlardı. Yan odada gece vardiyasından gelen kocası yatıyordu. Sessiz olmalıydılar. Asgari ücret ile sanayide çalışan adam, azami sinirliydi. Hayatın zorlukları adamcağızı epey yıpratmıştı. Öyle ki çok sevdiği karısına bir keresinde tokat atmıştı.  Semra annesine “Uyumak istiyorum..” dedi. Kanapeye uzandı. Annesi başına bir yastık koydu. Üstüne ince bir tül attı. Kısa sürede uykuya dalan kız rüya görüyordu. Akşama patates yemeği hazırlayan anne kızının uykudaki konuşmalarını anlamak için soyduğu patates ve bıçakla yanına vardı. Kızcağız sayıklıyordu; “Anne kiraz al. Şu kırmızı büyük olanı kulağıma küpe yap. Al anne, şunu da sen ye. Bunlar da babama kalsın…”

    Soğan ve patates kabuklarını çöpe atan anne içten içe yanıyordu. Ah yavrum, vah kuzum sana biraz kiraz alamadım. Canım kuzum. Gözyaşlarını tutamadı. Pencerenin kenarına oturdu.

İçini çeke çeke ağlamaya başladı. Kabarık laminatlar gıcırdadı. Kocası uyanmış mutfağa geliyordu. Siyah beyaz çizgili pijamaları ve askılı atletiyle  karısının karşısında durdu. Saçı sakalı yarım ağarmış dağınık duruyordu. Avurtları içeri çökmüş çene kemiği oldukça da belirgindi.

Somurtarak sordu:

“Ne ağlıyon be? Ne oldu yine?”

Anne kanapede yatan kızını işaret etti. Kiraz için sayıkladığını anlattı. Adam birden bağırdı.

“Başlarım kirazından, gerizekalının derdine bak. Siz gittikten sonra ev sahibi geldi. Kirayı beşyüzden ikibine çıkar diyor. Bir benim derdime bak, bir de hanfendinin kiraz derdine…  Nedir lan sizden çektiğim, işte suratsız patron, evde mahkeme suratlı karı.  Offfff of!”

Semra uykudan uyanmış korkudan elleriyle yüzünü kapatmıştı. “Ben artık kiraz istemiyorum. Ne olur annemi dövme baba. Ne olur…” 

Baba, kızının yalvarışı karşında hiç bir şey yapamadı.

Adam sert bir hamle ile mutfak kapısını çekip odaya çıktı. Televizyon açık. Kimsenin ilgi duyduğu yok. Birden karşısında durdu. Yeni evlenen bir çifte mutluluklar dileyen Cumhurbaşkanı, onlardan en az üç çocuk istiyordu. Adamın başı döndü. Kendini kaybetti. Yanda duran sephayı aldı “Ulaan biz bir tanesine bir salkım kiraz alamıyoruz. Sen üç taneden bahsediyorsun. Gemilerine tayfa mı lazım.” diyerek televizyona bindirdi. Etrafında tuz buz camlar ile hafif bir toz bulutu oluştu.

Gürültüye koşup gelen hanımı şaşırıp kalmıştı. “Ne yaptın be adam? Bizim günümüzü geçirdiğimiz bir televizyon vardı onu da parçaladın. Allah seni bildiği gibi yapsın!…”

Adam başını iki eli arasına aldı. Yere çömeldi.

Semra korku içinde annesine sarıldı. Bütün bu yaşananların sorumlusunu kendisi sanıyordu. Küçücük kalbi küt küt atıyordu. Adam yerinden kalktı. Sendeleyerek karısı ve kızının yanına geldi. İçini çekti. Sonra ikisini kucaklayıp sardı. Az önceki davranışlarından pişmanlık duymuştu.

Ellerini minik kızının saçlarında gezdirdi. Burnunu çekti. Derin bir nefes alıp verdi. Gözyaşlarından iki damla eşinin leçeğine düştü. Hanımı da ağlıyordu. Kollarıyla havaya kaldırdığı kızını aşağı indirip öptü. Bir daha kaldırdı. Az bekle gidip sana kiraz alıp getireceğim deyip tekrar öptü. Ani bir kararla evden çıkıp sokağa fırladı. Hızlı adımlarla uzaklaştı . Köşeyi sapıp kayboldu. Kadıncağız şaşkındı. Çünkü eşinden beklenmedik bir şefkati bir merhameti ilk defa görüyordu. Tuhaf bir korku ile titredi. Bu gidişat pekiyi değildi. Hislerinde de korku belirdi. Adam bir delilik yapmazdı inşallah…

“Varsın kırk lira olsun. Aldım işte iki kilo. Bu ay kirayı yüz lira eksik veririm. Ev sahibi itiraz ederse etsin. Çok da konuşmasın. Öbür ay tastamam öderim.”

Seri adımlarla söylenerek eve ilerliyordu. Acil hastaya ilaç yetiştirir gibiydi. Mavi poşeti sımsıkı tutmuştu.

Kapısı pencereleri sonuna kadar açık Kahvenin en serin yerinde dört kişi okey oynuyordu. Kimsenin oralı olmadığı duvara yapışık televizyon durmadan ses resim ışık saçıyordu. Saçları kırkık kesik bayan spiker heyecanla bir şeyler anlatıyordu. Kırmızı zeminli şerittin üzerinde SON DAKİKA uyarısı vardı. Kuyumcu soyguncularına amansız takip haberi daha küçük puntolarla alt yazı olarak kayıyordu.

Spiker hararetli hararetli haberi aktarıyordu:

“Evet sayın izleyiciler ekranlarda da gördüğünüz gibi bir son dakika haberini paylaşmak istiyorum. İstanbul Avcılar’da bir kuyumcuyu soyan hırsızlar polis takibinde. Havadan polis helikopteri ile takibe alınan soyguncular Esenyurt istikametine doğru kaçmaktalar. Film sahnelerini aratmayan bir kovalamaca. Edinilen bilgiye göre iki kişilik soyguncu ekibi yükle miktarda altın gasp ederek motosiklet ile izlerini kaybetmeye çalışıyorlar….”

Hemen arkasından bir arı vınlaması gibi sesler geliyordu. Gitgide yaklaşan sese dönmesiyle karnına bir darbe alması bir oldu. Motosikletin sol kolu böğrüne değmişti. Yüzünü yalayan rüzgarı ile iki metre kadar ileri savruldu. Kafatası içinde uğultular kulağından fışkırmak için kulak zarını zorladı. Beyazdan griye, griden karaya, karadan karanlığa büründü gözleri. Bir minik kız koştu babasına.

‘Anne bak babam bana kiraz almış.’ Kollarını açmış babasına sarılıyordu.
Yola serpilen kirazları topluyor, diğer yandan kanatlanıp uçuyordu göklere.

Sonra karısı geldi. Bu sefer güler yüzlüydü. Ayakları yere değmiyordu. Bulutların üstünden koşarak yanına geliyordu.

Kırmızı mavi ışıklar yankılandı yerdeki kirazların üstüne. Sonra acı acı siren sesleri yaklaştı. Sımsıcak hava buz kesmiş, işsiz, işli herkes yerde yatan babaya bakıyordu. Ayaklar altında ezilen kirazların suyu, adamın ağzından gelen kana karıştı.

Kızı eğilmiş kiraz yiyordu. Hem yiyor hem gülüyordu. Anne de yiyordu. Hem yiyor hem ağlıyordu.

Bir sedyeye kaldırıldı. Bağrış çığırış arasında dört sözcük son nefesi oldu:

“Kızım sana kiraz aldım!…”

Temizlikçi kürek ve süpürge ile olay mahallini temizledi. Olay yeri girilmez yazılı sarı banttan kopuk naylon şeridi rüzgar havalandırdı. Mavi poşeti de zorladıysa da yerinden edemedi. Temizlikçi poşeti içindeki kirazlarla kaldırıp akasya ağacına astı. ‘Şimdi deli Muro gelir yer bunu’ diye düşündü.

Çöpçü gittikten sonra saçı sakalı karışık, pejmürde kıyafetli Muro geldi. Ağaca asılı kiraz poşetini indirdi. Ağacın gölgesinde kaldırım taşına oturdu. Ağzını şapırdata şapırdata yemeye başladı.

Bisikletli bir çocuk yanından geçti.

Televizyon müzik yayını yapıyordu:

“Ada vapuru yandan çarklı, bayraklar donanmış cafcaflı. Şinanay yavrup hopa şinanay….”

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 46 eseri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları