Bir Şair Ne Katar Hayata? / Mehmet Asıf Işık
SÖZE GÜZEL OLMAK YARAŞIR
Bütün güzelliklerin kaynağı ve en güzel sözlerin sahibi Yüce Allah hikmetli kitabında meālen şöyle buyurur: “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler, …” (İsra/53). En güzel yaratılışla ve bütün varlıklardan üstün kılınan insana elbette sözün güzelini söylemek yakışır.
Söz güzel söylenmeli fakat eksik kalmadan. Onu tamamlayan da güzel iş ve davranıştır; “Güzel sözler O’na yükselir; rızāsına uygun iş ve davranışları da O yüceltir. …” (Fātır/10) Davranışlar erdemli ve faziletli, hayırlı ve faydalı olmazsa güzel sözler sadece lafta kalır, yücelmez ve yükselmez. Üstelik “niçin söylediklerinizi yapmazsınız” İlâhi ikazının da muhātabı olunur.
Pekālā, güzel sözler nasıldır ve neye benzer? Allah bu suali de yüce kitabında cevaplamış: “Allah’ın nasıl bir misal getirdiğini görmedin mi? Güzel sözü, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti.” (İbrahim/24) Rahmetin semādan yeryüzüne sarkıtılması veya serpilmesi misali…
Şu halde, sözlerimiz mutlaka güzel olmalı. Güzele, güzel olan sezādır ve revādır. “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.” (Ahzap/70) āyeti ise bize güzel sözdeki güzelliğin sırrını da veriyor; Güzel sözün en güzel yanı ise, içine-arasına çirkin şeyler katmadan, boş hayaller karıştırmadan, mübalâğalarla, ifrat ve tefritlerle mānānın sıhhatine zarar vermeden ve hakikatin dengesini bozmadan hak ve doğru olmasıdır. Bediüzzaman “mübalâğa ihtilâlcidir” der. Çünkü, olanı ya da olması isteneni bir başka hal ve dil ile ifade ediyor. Bu da yalanın bir başka çeşididir.
“Güzel sözler O’na yükselmekte” ise bāki olup bekā bulacak doğrudur ve sözdeki doğruluktur. Doğru söz ve davranışlı sadık bir kul ve dost olan Hazreti İbrahim’ın (as) duāsı bir āyette mealen şöyle beyan edilmiş: “Arkadan gelecekler içinde LİSAN-I SIDK ile (doğrulukla ve iyilikle) anılmayı bana nasip eyle!” (Şuarā/84). İyilikle ve iyi anılmak elif gibi eğrisi-büğrüsü olmayan dosdoğru sözlü olmaya bağlı…
Güzel, doğru, hakikatli, hayırlı ve faydalı şeyler yazıp söyleyecek ve bunlara uyacak kimseler için de şu müjde vardır: “… Allah’a yönelenlere müjde vardır. (Ey Muhammed!) Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte, Allah’ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.” (Zümer/18).
Âlemlerin Efendisi (sav) bir hadis-i şerifinde meâlen şöyle buyurmuştur: “Dilini muhafaza et, lüzumsuz şeyler söyleme! Dilini koruyan kimsenin, Allah kusurlarını örter. Kişinin imānı müstakim olmaz, dili doğrulmadıkça … İnsanın hatalarının çoğu dilindendir.“
Dil deyip geçmemeli, demek ki dil ile imān arasında birbirinden ayrılmaz direkt bir ilişki var. O bakımdan imāna zarar vermemesi için dili çok hassas ve ince ayar vererek kullanmalı…
ÜÇ DİL
İnsanlar bir şeyi beyan etmek için üç dil kullanır; Dilin biri Farsçadan Türkçeye geçmiş olan kalp ve/ya gönül anlamında kullanılan DÎL. Aradaki harf ne ı ne de i, ikisi arasındaki î harfiyle telâffuz edilir. Dîl kelimesinin içinde kullanıldığı şu isimleri hemen herkes bilir. Dîlâra, Dîlâver, Dîlân, Dîlruba, Dîlber, Dîldār, Dîlşād vs…
İkinci dil, konuştuğumuz lisandır. Bizim için Türkçemiz veya her toplumun konuştuğu kendi lisanı/dili. Bu dilin kelime bakımından hem zenginliği, hem beyan kudret ve kabiliyeti olmalı.
Üçüncü dil ise ağzımızın içindeki konuşmaya ve tat almaya yarayan organımız. Bu üç dile ilâve olarak ayrıca bir de dimağ…
Söz dilden çıkmadan önce mānāsı DÎL’e yâni kalbe doğar. Kalpte yoğrularak biçimlenir ve şekil alır. İlhamlar ve mānālar lisanımızda kullandığımız kelimelerle sûret giyer ve söz dizileriyle DİL’den dökülür. İmānın insandaki mekânı olan kalpte, yani Dîl’de ne varsa o mānālar dimağdan süzülerek dil (lisan) vasıtasıyla Dil’e gelir. Meşhur sözümüzde deriz ya, ‘dervişin fikri neyse, zikri de o olur’ diye. Dilin imānla ilişkisi gāliba öyle olsa gerek.
O bakımdan, bu üç dilin ve dimağın itinā ile kullanılması şarttır. Çünkü, “Doğrusu (kalbini ve nefsini) arın(dıran)an kurtulmuştur.” (A’lâ/14, Şems/9) Ayetleri bize düşüncelerimizin, hayâllerimizin, fikir, karar ve hükümlerimizin içinde oluştuğu kalbimizin temiz tutularak muhafaza edilmesi emredilmiş.
Keza, yine “Ey imān edenler! Allah’a itaatsizlikten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin…” (Ahzap/70) beyānı bize doğru olmayan sözün Allah’a itaatsizlik olduğunu; bu sebeple dilin her türlü kirden, yalandan ve çirkinlikten arındırılması dersini verir.
Kur’an-ı Hakim’in, “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle dāvet et” (Nahl/125) tavsiyesi sözün güzelce, dāvetin ise hikmetle, “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler, …” (İsra/53) emriyle de, kelâmın insan yüreğine nüfuz ve tesir etmesi için ādetā pınarlardan akan berrak, temiz ve doyumsuz içimiyle insana ferahlık veren serin sular gibi, en güzeliyle söylenmesi istenmiştir.
BİR ŞAİR, NE KATAR HAYATA?..
Gelelim şiire… Şiirin kısa, öz ve sade tarifiyle “anlam, anlatım, söz ve ses uyumudur”. Bundan dolayı şiir beliğdir, beyānı akıcı ve tatlıdır. Edebi sanatların nazlı kızıdır. Şāirler ise Allah’ın hassas, kırılgan, nārin ve yaralı kalpli kullarıdır.
Onlar elbette hepimizin, bütün insanların hissettikleri gibi, gönüllerindeki sevgiyi, sevinçleri, heyecanı, bazen acıyı, gam ve kederi, bazen baharı, bazen hazanı, bazen gönül yaralarını, kırıklıklarını, kırgınlıklarını, yürek yangınlarını,
Ötelerden içlerine gönderilen hayâllerini, ümitlerini, rüyālarını, yüreklerine doluşan ilhamlarını; o ilhamlarla açılan mānāları, fark edilmeyen derinlikleri, dipsiz derinlerdeki hisleri, sesleri, renkleri, desenleri, kalplerinde yeşerttikleri fikir çiçeklerini, gül bahçelerini, lâlezārları,
Cevherlerindeki güzellikleri, bazen öfkelerini, kimi zaman aşklarını, sevdalarını, umutlarını, kavgalarını, coşkunluklarını, taşkınlıklarını, içlerine sığmayan hallerini, uykusuz gecelerini,
Bilgileriyle, görgüleriyle, imān ve irfanlarıyla, entelektüel birikimleriyle, zengin dağarcıklarıyla, güçlü sezgileriyle, geniş bakış açılarıyla ve sağlam muhakemeleriyle āleme, ahvāle ve etraflarında olup bitenlere bakıp çoğu kişinin göremediklerini ve görünenlerin görünmeyen yönlerini. Onlar gözleriyle bakarken gönüllerinde başka pencereler açılır.
Şairler sözü estetiğe bandırıp, kelâmı edebin hassas terazilerine vurarak, ādeta damıtıp özünü çıkararak, inceltip cilâlayarak dile getirirler; dilleri bazen sert ve keskindir, sözleriyle iğneleyip hicvederler. Bazen kürsülerden va’z ederek Hak’tan ses verir, ümit ve heyecanları harekete geçirirler. Bazen yumuşaktır, gönülleri okşarcasına uyutur ve teskin eder, bazen sarsıp uyandırırlar. Bazen bir bilge gibi topluma yön verirler. Bazen devrāna itiraz edip zulme ve zālime isyan ederler. Şāirlerin silâhı da, malzemesi de, sermayesi de yürekleri, fikirleri ve kelimeleridir.
Kısaca ve özetle şairler gönüllerini ve ömürlerini sanatlarıyla arz ederler. Ve bütün bunları, āyette buyurulan “Sözün en güzelini söylesinler!” emriyle yapılması istenenleri belki bilerek belki bilmeden insanlığın hayatına katarlar.
KİMLER GELİP GEÇTİ ve NELERİ KALDI?
Dünyaya hükmeden nice muktedir krallar, tac ve taht sahipleri, devletlere ve kıt’ālara hükmeden ne çok sultanlar-padişahlar gördü yeryüzü; Mülk sevdası, hükmetme tutkusuyla oluk oluk kan akıtan nice muhteris Nemrutlar, Firavunlar, Cengizler, Hitlerler geldi ve geçti bu dünyadan. Bugünün yakıp yıkanları da yaptıklarını sırtlayıp yarın birgün terk-i diyar edip buradan göçecek…
Onca boğuşmadan sonra yürek dağlayan ağıtlardan, gözyaşlarından ve lânetlerle anılmaktan başka geride ne bıraktılar bu ālemde? Hazinelerinin anahtarlarını katırların taşıdığı Kārûnlar nerede? Ya hazineleri nerede, ne oldu onlara ve kime bıraktılar, şimdi kimlerin elinde? Sāhi, o canhıraş çabaları ne içindi?..
Halbuki sözlerin hünerli efendileri olan şāirler de gelip geçtiler. Bu dünyaya göz açan herkes gibi onlar da fāniydi. Fakat onların geride bıraktıkları, nesilden nesile aktarılan ve hālen dillerde dolaşan, sohbetlere değer ve lezzet, kelâma kuvvet katan sözleri semāya yükselip bekāya mazhar oldu…
Bekā demişken, şiirlerin efendisi ve şāirler sultanı merhum Bāki’nin dillere destan o ölümsüz beytini hatırlamamak olur mu? “Âvāzeyi bu āleme Dâvûd gibi sal/Bākî, kalan bu kubbede bir hoş sadā imiş.” Evet, ibretli ve anlamlı sözüyle Bāki’nin dediği gibi, fāni dünyada bāki kalacak tek şey sadece hoş bir sadādır.
Ey şāir, senden hep güzel sözler duyuldu, kalbinin derinliklerinden gelen, asırlardan beri kalplerden kalplere yankılanıp akseden…
Ey şāirler, ilhamınız bereketli, sesiniz ve sedānız hoş, nefesiniz sineleri serinleten esintiler gibi tatlı ve güzel, hikmetli sözleriniz dertlere devā, kalplere şifā, ibretli kelâmınız ise kulaklara küpe olsun.
Öyle olsun ki bekā bulup bāki kalsın.
BİR ŞAİR NE KATAR HAYATA / Mehmet Asıf Işık
SÖZE GÜZEL OLMAK YARAŞIR
Bütün güzelliklerin kaynağı ve en güzel sözlerin sahibi Yüce Allah hikmetli kitabında meālen şöyle buyurur: “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler, …” (İsra/53). En güzel yaratılışla ve bütün varlıklardan üstün kılınan insana elbette sözün güzelini söylemek yakışır.
Söz güzel söylenmeli fakat eksik kalmadan. Onu tamamlayan da güzel iş ve davranıştır; “Güzel sözler O’na yükselir; rızāsına uygun iş ve davranışları da O yüceltir. …” (Fātır/10) Davranışlar erdemli ve faziletli, hayırlı ve faydalı olmazsa güzel sözler sadece lafta kalır, yücelmez ve yükselmez. Üstelik “niçin söylediklerinizi yapmazsınız” İlâhi ikazının da muhātabı olunur.
Pekālā, güzel sözler nasıldır ve neye benzer? Allah bu suali de yüce kitabında cevaplamış: “Allah’ın nasıl bir misal getirdiğini görmedin mi? Güzel sözü, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti.” (İbrahim/24) Rahmetin semādan yeryüzüne sarkıtılması veya serpilmesi misali…
Şu halde, sözlerimiz mutlaka güzel olmalı. Güzele, güzel olan sezādır ve revādır. “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.” (Ahzap/70) āyeti ise bize güzel sözdeki güzelliğin sırrını da veriyor; Güzel sözün en güzel yanı ise, içine-arasına çirkin şeyler katmadan, boş hayaller karıştırmadan, mübalâğalarla, ifrat ve tefritlerle mānānın sıhhatine zarar vermeden ve hakikatin dengesini bozmadan hak ve doğru olmasıdır. Bediüzzaman “mübalâğa ihtilâlcidir” der. Çünkü, olanı ya da olması isteneni bir başka hal ve dil ile ifade ediyor. Bu da yalanın bir başka çeşididir.
“Güzel sözler O’na yükselmekte” ise bāki olup bekā bulacak doğrudur ve sözdeki doğruluktur. Doğru söz ve davranışlı sadık bir kul ve dost olan Hazreti İbrahim’ın (as) duāsı bir āyette mealen şöyle beyan edilmiş: “Arkadan gelecekler içinde LİSAN-I SIDK ile (doğrulukla ve iyilikle) anılmayı bana nasip eyle!” (Şuarā/84). İyilikle ve iyi anılmak elif gibi eğrisi-büğrüsü olmayan dosdoğru sözlü olmaya bağlı…
Güzel, doğru, hakikatli, hayırlı ve faydalı şeyler yazıp söyleyecek ve bunlara uyacak kimseler için de şu müjde vardır: “… Allah’a yönelenlere müjde vardır. (Ey Muhammed!) Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte, Allah’ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.” (Zümer/18).
Âlemlerin Efendisi (sav) bir hadis-i şerifinde meâlen şöyle buyurmuştur: “Dilini muhafaza et, lüzumsuz şeyler söyleme! Dilini koruyan kimsenin, Allah kusurlarını örter. Kişinin imānı müstakim olmaz, dili doğrulmadıkça … İnsanın hatalarının çoğu dilindendir.“
Dil deyip geçmemeli, demek ki dil ile imān arasında birbirinden ayrılmaz direkt bir ilişki var. O bakımdan imāna zarar vermemesi için dili çok hassas ve ince ayar vererek kullanmalı…
ÜÇ DİL
İnsanlar bir şeyi beyan etmek için üç dil kullanır; Dilin biri Farsçadan Türkçeye geçmiş olan kalp ve/ya gönül anlamında kullanılan DÎL. Aradaki harf ne ı ne de i, ikisi arasındaki î harfiyle telâffuz edilir. Dîl kelimesinin içinde kullanıldığı şu isimleri hemen herkes bilir. Dîlâra, Dîlâver, Dîlân, Dîlruba, Dîlber, Dîldār, Dîlşād vs…
İkinci dil, konuştuğumuz lisandır. Bizim için Türkçemiz veya her toplumun konuştuğu kendi lisanı/dili. Bu dilin kelime bakımından hem zenginliği, hem beyan kudret ve kabiliyeti olmalı.
Üçüncü dil ise ağzımızın içindeki konuşmaya ve tat almaya yarayan organımız. Bu üç dile ilâve olarak ayrıca bir de dimağ…
Söz dilden çıkmadan önce mānāsı DÎL’e yâni kalbe doğar. Kalpte yoğrularak biçimlenir ve şekil alır. İlhamlar ve mānālar lisanımızda kullandığımız kelimelerle sûret giyer ve söz dizileriyle DİL’den dökülür. İmānın insandaki mekânı olan kalpte, yani Dîl’de ne varsa o mānālar dimağdan süzülerek dil (lisan) vasıtasıyla Dil’e gelir. Meşhur sözümüzde deriz ya, ‘dervişin fikri neyse, zikri de o olur’ diye. Dilin imānla ilişkisi gāliba öyle olsa gerek.
O bakımdan, bu üç dilin ve dimağın itinā ile kullanılması şarttır. Çünkü, “Doğrusu (kalbini ve nefsini) arın(dıran)an kurtulmuştur.” (A’lâ/14, Şems/9) Ayetleri bize düşüncelerimizin, hayâllerimizin, fikir, karar ve hükümlerimizin içinde oluştuğu kalbimizin temiz tutularak muhafaza edilmesi emredilmiş.
Keza, yine “Ey imān edenler! Allah’a itaatsizlikten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin…” (Ahzap/70) beyānı bize doğru olmayan sözün Allah’a itaatsizlik olduğunu; bu sebeple dilin her türlü kirden, yalandan ve çirkinlikten arındırılması dersini verir.
Kur’an-ı Hakim’in, “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle dāvet et” (Nahl/125) tavsiyesi sözün güzelce, dāvetin ise hikmetle, “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler, …” (İsra/53) emriyle de, kelâmın insan yüreğine nüfuz ve tesir etmesi için ādetā pınarlardan akan berrak, temiz ve doyumsuz içimiyle insana ferahlık veren serin sular gibi, en güzeliyle söylenmesi istenmiştir.
BİR ŞAİR, NE KATAR HAYATA?..
Gelelim şiire… Şiirin kısa, öz ve sade tarifiyle “anlam, anlatım, söz ve ses uyumudur”. Bundan dolayı şiir beliğdir, beyānı akıcı ve tatlıdır. Edebi sanatların nazlı kızıdır. Şāirler ise Allah’ın hassas, kırılgan, nārin ve yaralı kalpli kullarıdır.
Onlar elbette hepimizin, bütün insanların hissettikleri gibi, gönüllerindeki sevgiyi, sevinçleri, heyecanı, bazen acıyı, gam ve kederi, bazen baharı, bazen hazanı, bazen gönül yaralarını, kırıklıklarını, kırgınlıklarını, yürek yangınlarını,
Ötelerden içlerine gönderilen hayâllerini, ümitlerini, rüyālarını, yüreklerine doluşan ilhamlarını; o ilhamlarla açılan mānāları, fark edilmeyen derinlikleri, dipsiz derinlerdeki hisleri, sesleri, renkleri, desenleri, kalplerinde yeşerttikleri fikir çiçeklerini, gül bahçelerini, lâlezārları,
Cevherlerindeki güzellikleri, bazen öfkelerini, kimi zaman aşklarını, sevdalarını, umutlarını, kavgalarını, coşkunluklarını, taşkınlıklarını, içlerine sığmayan hallerini, uykusuz gecelerini,
Bilgileriyle, görgüleriyle, imān ve irfanlarıyla, entelektüel birikimleriyle, zengin dağarcıklarıyla, güçlü sezgileriyle, geniş bakış açılarıyla ve sağlam muhakemeleriyle āleme, ahvāle ve etraflarında olup bitenlere bakıp çoğu kişinin göremediklerini ve görünenlerin görünmeyen yönlerini. Onlar gözleriyle bakarken gönüllerinde başka pencereler açılır.
Şairler sözü estetiğe bandırıp, kelâmı edebin hassas terazilerine vurarak, ādeta damıtıp özünü çıkararak, inceltip cilâlayarak dile getirirler; dilleri bazen sert ve keskindir, sözleriyle iğneleyip hicvederler. Bazen kürsülerden va’z ederek Hak’tan ses verir, ümit ve heyecanları harekete geçirirler. Bazen yumuşaktır, gönülleri okşarcasına uyutur ve teskin eder, bazen sarsıp uyandırırlar. Bazen bir bilge gibi topluma yön verirler. Bazen devrāna itiraz edip zulme ve zālime isyan ederler. Şāirlerin silâhı da, malzemesi de, sermayesi de yürekleri, fikirleri ve kelimeleridir.
Kısaca ve özetle şairler gönüllerini ve ömürlerini sanatlarıyla arz ederler. Ve bütün bunları, āyette buyurulan “Sözün en güzelini söylesinler!” emriyle yapılması istenenleri belki bilerek belki bilmeden insanlığın hayatına katarlar.
KİMLER GELİP GEÇTİ ve NELERİ KALDI?
Dünyaya hükmeden nice muktedir krallar, tac ve taht sahipleri, devletlere ve kıt’ālara hükmeden ne çok sultanlar-padişahlar gördü yeryüzü; Mülk sevdası, hükmetme tutkusuyla oluk oluk kan akıtan nice muhteris Nemrutlar, Firavunlar, Cengizler, Hitlerler geldi ve geçti bu dünyadan. Bugünün yakıp yıkanları da yaptıklarını sırtlayıp yarın birgün terk-i diyar edip buradan göçecek…
Onca boğuşmadan sonra yürek dağlayan ağıtlardan, gözyaşlarından ve lânetlerle anılmaktan başka geride ne bıraktılar bu ālemde? Hazinelerinin anahtarlarını katırların taşıdığı Kārûnlar nerede? Ya hazineleri nerede, ne oldu onlara ve kime bıraktılar, şimdi kimlerin elinde? Sāhi, o canhıraş çabaları ne içindi?..
Halbuki sözlerin hünerli efendileri olan şāirler de gelip geçtiler. Bu dünyaya göz açan herkes gibi onlar da fāniydi. Fakat onların geride bıraktıkları, nesilden nesile aktarılan ve hālen dillerde dolaşan, sohbetlere değer ve lezzet, kelâma kuvvet katan sözleri semāya yükselip bekāya mazhar oldu…
Bekā demişken, şiirlerin efendisi ve şāirler sultanı merhum Bāki’nin dillere destan o ölümsüz beytini hatırlamamak olur mu? “Âvāzeyi bu āleme Dâvûd gibi sal/Bākî, kalan bu kubbede bir hoş sadā imiş.” Evet, ibretli ve anlamlı sözüyle Bāki’nin dediği gibi, fāni dünyada bāki kalacak tek şey sadece hoş bir sadādır.
Ey şāir, senden hep güzel sözler duyuldu, kalbinin derinliklerinden gelen, asırlardan beri kalplerden kalplere yankılanıp akseden…
Ey şāirler, ilhamınız bereketli, sesiniz ve sedānız hoş, nefesiniz sineleri serinleten esintiler gibi tatlı ve güzel, hikmetli sözleriniz dertlere devā, kalplere şifā, ibretli kelâmınız ise kulaklara küpe olsun.
Öyle olsun ki bekā bulup bāki kalsın.