DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Bayram Tefekkürü / Mehmet Nuri Bingöl

 Oruç, zamana hasredilmiş bir zamansızlık; bir sonsuz umut. Öyle ki tükenmiş umutların nurani bir baharı ve ulvi bir iklim aynı zamanda.

 İslam'ın nurlu bir kanadıdır da. Demir, bakır ve gümüşü eriten pırıltılı bir kanat; maddeden öte manaya yöneliş, göğe iltica makamı.

İlahi olana yolculuk. Sevgi kırıntılarını biriktiren, kırıntılarla mümine ulvi bir sofra kurduran, kalbine şifa olandır Ramazan.

Gök kubbeden yükselen bir nida, Müslümanca bir haykırış, tükenmişliğe rahmettir Ramazan. Uyandırır ölü kalpleri, çöle yağan yağmuru bile.

 Süfli ruhları kıskandıran kerem dolu bir rahmettir Ramazan. Vakitlice görünen vakitsizdir Ramazan. Mümini tabiri caizse tamirci gibi onarır, düzeltir, derler toplar; namazına, duasına, külli ibadetine nizam olur. 

 Parçalanmış ümmete kanaat olur. Ete kemiğe börünmüşçesine mümine imam olur. Cemaat eyler dağılmış müminler güruhunu.

 Bir adam düşünün ki işlediği suçlardan dolayı idam sehpasında. Ölüm korkusu bütün hücrelerine işlemiş, alnında yağmur yağarcasına dökülen terler adamın bütün ahvalini ortaya koymakta.

 İşlediği suçlar gözünün önüne bir bir geliyor. Vakitli mi vakitsiz mi gelmişti ölüm, anlam da veremiyor buna. Son bir kez kaldırmak istedi başını, hayatı son bir kez kucaklamak istedi.

 Başını kaldırdı kaldırmasına da karşısında hayattan tek bir kırıntı bulamadı, gördüğü tek şey hayattan nasipsizlik, korkuların vücut bulmuş hâli, kaskatı bir ölüm gerçeği.

Artık yaşam adına bir delili yoktu. Ölümü bile korkutan cellat ipi geçirmişti boynuna, o an saniyeler ona yıllar gibi geliyordu. Hayatta çektiklerini, suçlarına kefaret gibi görüyordu. Boynunda ki iplik daha sehpa çekilmeden onu boğuyordu, nefes alamıyor, çırpınıyordu. Kapattı gözlerini, ölüm ona selamı vermişken son bir düş daha kurmak istiyordu.

Bir şans daha verilseydi bana ne olurdu acaba, yaşadıklarımı yaşar mıydım yoksa kemalat kanatlarının gölgesine mi sığınırdım diye sordu kendine

Hayattan son bir damla alsam, abı hayat suyundan bir yudum alsam, neler değişirdi neler.

Hâlbuki düşünceleri bitiyordu artık. Onun için, hayat ile ölüm arasında sadece bir sehpa ve bir tekme vardı. Hayatı bir yıldız gibi kayıp gidecekti nihayet.


 Yaklaşıyordu gözlerinde ölümü barındıran celladı, kaldırmıştı ölümü getiren kaskatı bacağını; artık saniyeler yok saliseler ile yaşıyordu hayatı. Kalbinin derinliklerinde

muazzam bir korku hissediyordu. Yumdu gözlerini, artık istese de istemese de ölümü kabullenecekti. Dizlerinin bağı daha sehpaya vurulmadan çözülmüştü ve bir ses, bir nida. Anlamsız bir umut ışığını andıran bir nida. Durun, durun. Bu adama devlet başkanımız tarafından beraat verilmiştir. Onu hemen sehpadan indirin. İşlediği suçlar af olunmuştur.

Artık o anadan üryan gibi masum ve temizdir. Bu sözler adamın adeta kulağını delip geçmekte. İnanmak ve İnanmamak arasında çırpınıyordu. Bu mümkün mü? Yoksa bir serap mı? Kurduğu hayalden uyanamamış mıydı? Düşünceler kıt aklını yiyip, bitiriyordu. Gayretini ve umudunu topladı, kaldırdı başını açtı yuvasında kaybolmak üzere olan gözlerini.

Ok gibi kulağını delen sese doğru bakmaya başladı, evet bir adam sanki Cebrail’i andırıyordu. Lokman  hekimin abı hayat iksirini sunuyordu sanki. İçini bir korku kaplamaya başladı yoksa bu adamı sadece kendisi mi fark ediyordu. Kafasını çevirdi ölümün gölgesi olan cellada, celladı da gelen adama bakıyordu. O an içinde tarifi mümkün olmayan bir sevinç, içi içine sığmıyor, adeta baharda düşen ilk cemre gibi kalbine hayat tanecikleri düşüyordu. Karşıdaki adam sözüne devam ediyordu, devlet başkanımız bu adama izzeti ikramından bir ikram da sunuyor. Ona hediyeler bahşediyor. Adam hayatı boyunca alıp alabileceği en büyük hediyeyi almıştı aslında. Gözü kulağı  başka bir şey görmüyordu.

Adam titrek bacakları ile indi sehpadan, manasız bakışları ile etrafına bakıyordu, yaşadıkları kendisi için sanki bir mucize, bir keramet alameti.

Derdine derman bulmuş, sönen umutlarını yeşermişti. Tekrar bir hayat bahşedilmiş, son bir şans verilmişti.

Artık önünde iki yol vardı ya saadet yurduna yol alacak ya da yaşadıklarını unutup nefsinin arzularına köle olacaktı yine. Bir ömür yitip gitmişken bir ömür daha yitip gidemezdi artık olmazdı. Bir daha böyle bir şans verilmezdi, yoksa unutacak mıydı; yoksa belli bir zaman hatırlayıp sonra umursamayacak mıydı?

Bayramı yaşayıp zamanın bolluğuna mı kanacaktı, işte insan oğlu hep nankör hep şükürsüz.

Hikayeyi böyle mi anlamalıyız? On bir ay boyunca günahlara dalar, nefsin esiri olur; bin bir  günaha düşeriz. Nefsimizse celladımız.

Ya sonra? Ayetin beyanı gibi mühlet verilenler gibi olmuş,nefsimiz çıkılmaz bir yola girmiştir.

Kalplerimiz kararmış ve körleşmişken bir umut, bir tövbe kapısı gerekir bize..

İşte o kapı, sonunda bayram yaptığımız Ramazan Ayı’ndan başka ne olabilir?

Nefsimiz bizi ölüm sehpasına çıkarmışken işte o adamın elindeki beraat, ilahi bir beraat olan Ramazan'dır ve bizleri günahlarımızdan arındırarak yeni bir hayat sunmuştur.

Üstüne üstlük ulvi nimetlerle hediyeler bahşetmiştir. Bu hediyeler ise Bayramdır, teşrik tekbirleridir.
Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 9 eseri bulunmaktadır.