DergiZan

Yazı ve Sanat Ülkesi

Çöle Dönen Yürekler / Ziya Doğan

Uçsuz bucaksız bir sahra… Kum taneleri birer kor zerresi. Gökte ne bir parça bulut var ne de havada bir nefha rüzgar… Her taraf bir alev şehrayini. İşte bu günümüz insanının iç dünyası! Merak edilen soru şu: Mimarı kim bu yangın selinin?

Ruh dünyamız bir bahar iklimine teşne iken… Gönül iklimimizde gül, zambak ve papatya tohumlarını filizlendirip yaprak yaprak açmaya ve etrafa bin rahiya saçmaya hazırlanırken… Nedir bu Firavun felaketi? Nereden çıktı bu İbn-i Selul münafıklığı?  Nedir bu iftira atma yarışı?

Şaşkına döndük! Olan bitene anlam veremedik…

Oysa cennet hayalleriyle mest olurken ruhumuz… Rahmetin engin okyanusunu özleyen ve o ummana ulaşmaya çalışırken… Yüreklerimiz bir alev yağmuruna, bir lav fırtınasına ve bir mağma saldırısına maruz kaldı?

Neden, niçin, nasıl? Gibi sorular beynimizin en mahrem perdesini parçaladı…

Maddenin dar ve sıkı kalıpları içinde bunalmışken insanlık… Ruhumuzun nilüferinin yaprağında ezeli nurun tecellilerini gözlemeye hazırlanırken biz… Bir melek kelebeğinin dudaklarıyla yüreğimize bir metafizik buse arzusu ile sevinçten yüreklerimiz kıpır kıpır iken… Aniden çıkıverdi kar ve tipi… Nereden çıktı bu fırtına ve bu boran? Nereden çıktı bu iblis çehreliler ve baykuşça sesler?

İnsanlığa ne oldu? Ne uğruna kaybedildi? Nereye ve pahasına satıldı vicdanlar?

Safi, ey ay olmuş nurlu çehre! Yüzündeki bu gölge de ne? Ey devleri dize getirmiş pehlivan! Nedir bu Kleopatra sevdası?

Ey aslanlarla pençeleşmiş gladyatör! Nice canavarları yerle bir etmişken nefsinin tek bir pençesiyle tuşa gelmek, yenilmek de nedir?

Ey Halid bakışlı yiğit nedir bu ricat?

Ey Hamza edalı kahraman nedir bu yıldız böceğiyle avdan dönme hülyası?

Ey zümrüt bakışlı, altın tenli bahadır nedendir bu küf ve pas rengine hayranlık ve karanlığa sevda, ışığa veda?

Kendine gelmeli insanlık! Yeter artık inananların vurdumduymazlığı! Yeter artık yalancı sevdalara vuruluşları! Yeter artık kasanın, masanın ve şöhretin peşinde koşuşturmalar! Yeter artık cehalete ve gaflete esir düşmeler, yetmedi mi?

Nerede gördüler gizlice vuranın vurulmadığını?

Nerede gördüler zulümle abad olanı?

Nerede gördüler çakırkeyiflerin cenneti kazandıklarını?

Nerede gördüler, biliyorlar ve duydular ömrünü malayani işlerle harcayanların mutlu olduğunu?

Nerede gördüler ve idrak ettiler, dünya hayatının baki olduğunu?

Neye ve kime güvendiler hesap gününde hesap vermenin zor olmayacağını?

Nerede gördüler ve şuuruna vardılar, nefsin her türlü isteğine boyun eğmenin eşref-i mahlûk olan insana yakıştığını?

Nerede gördüler ve inandılar Arş-ı Ala her garibin her mazlumun duasıyla sarsılmadığını?

Nasıl anladılar Allah’ın Celal ismi bir mazlumun serzenişiyle, ateşli bir iniltiyle zalimin başına çakmak için hazırlamadığını?

Sen ey Safi, unuttun mu, yer yerinde oynar mazlumun, garibanın ve yetimin bir zülfüne dokunmak… Haksızlığa ses çıkartmamak… Yaslı bakışları görmüyor mu zannediyorsun Basir olan Allah! Ağlayan ve inleyen sineleri bilmiyor mu sanıyorsun Yüce Mevla?

Fakat sen ey Safi, biraz daha sık dişini ve sabret! Bir gün gök gürleyecek… Bir kara bulut ortalığı sarınca ve sana zulmü reva görenler zavallılık atmosferine girecek…  İnim inim inleyince, şaşkın bir şekilde öteye beriye koşacak zalimler… Ölüm girdabı zalimlerin sağlarını sollarını örünce… Senin yüzün pak bir çehreye inkılap ederken onların çehreleri sararıp solacak ve simsiyah kesilecek…

Az sabret Safi, çöle dönen yürekler yeşerecek… Zira “Bizim sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” buyuran Hakk’a güven…

 

Bu yazıyı paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu yazarın toplam 24 eseri bulunmaktadır.